Neoliberal küreselleşme politikalarının her şeyi piyasa çıkarlarına uygun şekilde dönüştürdüğü son çeyrek yüzyılda, yoksulluk kavramının dönüşümü için de ayrı bir parantez açılabilir. Her yüzyılda var olan yoksulluğu, bu zaman diliminde sadece ekonomik göstergelerle, temel ihtiyaç maddelerine ulaşamamayla açıklama girişimleri yeterli olmuyor.
Yoksulluk dönüşmüş ve nüfusun ciddi bir kısmının sadece yaşamda kalabilmeye çalıştığı, eğitimden ve sosyal hayattan ‘mecburi’ olarak çekildiği, teknolojisi ve ulaşım imkanlarıyla kıpır kıpır bir dünyaya katılımın imkansızlaştığı, dolayısıyla bir topluma ait hissedebilmenin de imkansız kılındığı, hayli iç bir katmanda ikamettir artık. Artık “derin” yoksulluktur ve kendine ait katmanları ile ayrı bir “dili” vardır.
Bu pür yoksulluğun, neoliberal politikaların ihtişamlı bir dille vazettiği ‘kendi kendinin yatırımcısı’ olarak rekabet etmesi ve piyasaya ya da dünyaya katılma şansı mümkün değildir çünkü bu derin “şeyleşme”, şaşmaz şekilde anne babadan çocuğa taşınan tek “miras”tır.
Kavramdaki değişimi, bedenlere uygulanan ve göz yumulan bu şiddeti sorunsallaştırarak ülkede yaşayan herkesin, yoksullukla ilgili çalışmalar yapan sivil toplum örgütlerinin, akademinin, partilerin gündemine yerleştiren, Hacer Foggo’nun kurucusu olduğu Derin Yoksulluk Ağı, farklı bir yüzleşme ve sorumluluğu da ortaya serer.
Bir zamanlar yoksulluk edebiyatının vazgeçilmezi olan, burjuva hümanizminin ve de dinin pek sevdiği “acıma”, “merhamet”, “yardım” gibi hiyerarşik ve üstenci bir ahlakın yerine, eşitliğe davet eden, bir insan hakkı ihlali olarak derin yoksulluğun ortadan kaldırılmasını talep eden bir direniştir bu çıkış…
Eşitlik yerine adalet kavramını önceleyen ve “fıtrat” kelimesini toplumsal cinsiyet tartışmasından tutalım da iş kazalarına dek her yerde kullanmayı seven sağ iktidarlar için ise yoksulluk, ‘devlet baba’nın, yeri geldiğinde ve uygun gördüğü ölçüde cömertliğini sunacağı, ihtişamını göstereceği, bu bakımdan yüceliğinin ayrılmazı ve bir kesimin ‘yazgısı’ olan sabit bir konumdur.
Yoksulun çaresizlikten razı geldiği işleyişteki bu kusur! pandemi döneminde daha belirgin olur. Özellikle gündelik işlerde çalışan, sokağa çıkamadığından sınırlı gelirini tümden yitirerek barınma, gıda, sağlık hizmetlerine ulaşım imkanını kaydeden toplumun bir kesimi için durum hayatidir ve çok hızlı bir şekilde dayanışmalar örgütlenir. Derin Yoksulluk Ağı, bu dönemle birlikte adını yardım kavramından özellikle sakınarak, dayanışmayı örgütler ve temel ihtiyaç maddelerine erişimin bir insan hakkı ihlali olduğu söylemiyle, eşitlik vurgusunu herkes için bir talep olarak öne çıkarır.
İki yıllık salgının sönmeye yüz tuttuğu günlerde ise, iktidarın pandemi tercihleri, ekonomideki büyük kriz, başta enerji olmak üzere gıdadaki, kiralardaki astronomik artış nedeniyle küçük bir azınlık dışında derin yoksulluk, toplumun geneline ait bir kavramdır artık. Büyük bir gösterişle ilan edilen asgari ücret artışı ve maaş zamları enflasyon nedeniyle eriyerek açlık sınırının altına inince başta işçiler, emekliler, memurlar olarak ülkenin en geniş kesimi de derin yoksulluk makamındadır artık…
Pahalılık nedeniyle yeteri kadar et ve süt ürünü tüketememekten meyve sebzeye erişememe; açlık tehlikesiyle baş başa kalma, barınamama, elektriğin-doğalgazın kesilmesi şeklinde, saklanamayacak bir gündem maddesidir derin yoksulluk. Kadın yoksulluğu, özellikle çocuklarda yoksulluğun neden olduğu zihinsel-fiziksel gelişim gerilikleri, yoksulluk ve çalışma zorunluluğu nedenli eğitim terki, barınamama, yoksulluk intiharları saklanamayacak kadar göz önündedir.
Böylesi bir tablo içinde Hacer Foggo’yu, CHP Yoksulluk Dayanışma Ofisi Koordinatörlüğü görevi münasebetiyle Yansıma programında konuk ettim.
Foggo bu görevi Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Ülkede hiçbir çocuk yatağa aç girmeyecek” sözünün gücüyle kabul ettiğini belirtiyor. Her zaman siyaset üstü kalmaya gayret eden hareketten sonra, yeni görevine memnun olanlar, kanımca çoğunlukta.
Hak savunuculuğu yaptığı kesimlerle dayanışmasının, talepleri bir ağla örgütleyerek görünür kılmasının ve yılların birikimiyle örülen tecrübesinin, böyle bir göreve hakkıyla layık olduğunu ve yoksullukla mücadelede kazanımlar getireceğini düşünüyorlar.
Programda, geçen yıl yaşanan yoksullukla bu yıl yaşanan yoksulluğun aynı olmadığını, farklı ihtiyaç ve talepleri içerdiğini, hepimizi yeni tanıklıklara davet ederek dile getiriyor Hacer Foggo. Yoksulluğun bir evde çamaşır, buzdolabı olup olmaması, eve giren gelirle ölçülemeyecek olan derin katmanlarını, gizli boyutlarını bir bir sayıyor. Çocuklardaki kelime kapasitesi örneğin…
Zengin ailelerde yaşayan çocuklara göre yoksul ailelerde yaşayan çocukların kelime haznesinin çok zayıf olması, çocuğun bu yüzden sürekli rapor alması ve hiçbir sosyal etkinliğe katılmak istememesi… Yanına beslenme konulamayan çocuğun, beslenme saatinde arkadaşları karşısında yaşadığı örselenmeyi… Eğitim terklerini… Ailede beş yaşından önce ölen bir çocuk varsa bunun da bir yoksulluk göstergesi olduğunu… Hem yoksul hem şiddet gören kadınların hızlıca kamu kurumlarına ulaşamaması ya da ulaştığında bile orada rahatsız hissetmesi; bazen özgüven eksikliği ya da gidecek yerinin olmayışının yoksulluk boyutunu…
Yetememin, çocuğunun yanına beslenme koyamamanın çaresizliğini… Yoksul bir evdeki yaşlı bireyin hem KOAH hastası olup hem sağlıksız ortamlarda çalışma zorunluluğunu… Üniversite eğitimini donduran, çalışmak zorunda kalan ve kimi zaman bir “iş cinayeti” istatistiğine giren gençleri… Yoksulluğun sağlıksız gıda tüketmek demek olduğunu…
Yoksulluğun türlü halleri, türlü dili olduğunu; bunları anlamak, sormak ve çare üretmek için farklı politikalar üretmek gerektiğini aktarıyor.
Bunlarla birlikte “çok iyi çalışıyorlar” dediği partideki kadın örgütlemesini, yoksulluğun gizli boyutlarını anlamak, çözüm üretmek için yoksul evlerini ziyaret ve sohbetleri; farklı illerdeki başarılı uygulamaları ve evli ya da bekar demeden yoksul kadınlar için CHP’nin üzerinde çalıştığı sabit bir maaş sözünü de gururla aktarıyor…
Yoksulluğun gizli boyutları, değişen dönüşen dil ve CHP Dayanışma Ofisi hakkında konuştuklarımızın tamamını şu linkten izleyebilirsiniz.
Şey’leşen ve birbirini “araç” olarak görerek, insanları da şeyleştiren bir zaman diliminde Hacer Foggo’nun üstlendiği sorumluluğu, yarattığı umudu takdir ediyorum. Eşitlik ve hak temelli yeni bir kadın siyasetinin genişleme imkanını ufukta gösteren bu örneğin seçimler açısından değerlendirilmesi, sanırım bir hayal olarak kalmaz.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***