HABER ANALİZ | MUHSİN AHMET KARABAY
Başlığa bakıp da “Bu ne yaman çelişki. Öyle şey olur mu?” demeden önce biraz sabredip okumaya devam etmenizi tavsiye ediyorum. Meramım, Türkiye’nin yaşadığı tersliği anlatmak. Yüksek olması gereken yerde en ucuz, ucuz olması gereken yerdeyse en pahalı ülkeyiz. Ücretlerde tartışmasız en ucuz, temel girdilereyse en yüksek bedeli ödüyoruz.
Türkiye’nin geldiği nokta bize bir konuyu açık ve net bir şekilde ortaya koyuyor. Mutlak güç kötü, denetlenmeyen güç daha kötü…
AK PARTİ VE ERDOĞAN’IN 4 DÖNEMİ
AK Parti, “çıraklık” denilen denge ve denetim mekanizmalarının çok sıkı işlediği 2002-2007 yılları arasında en verimli dönemini yaşadı/yaşattı. Ülkedeki bürokrasi, yargı, iş dünyası, STK, medya ve askerin karşısında yer aldığı dönemdi.
Ülkeyi yönetenler atacakları yanlış bir adımın ya Ahmet Necdet Sezer’in oturduğu Çankaya’dan, ya da Anayasa Mahkemesinden döneceğini biliyorlardı.
Sonra 2007-2011 dönemini yaşadık. Bu artık AK Partililerin o zaman kullandıkları tabirle ifade edeyim, “kalelerin birer birer fethedildiği” yıllardı. Cumhurbaşkanlığı AK Partili bir isme geçti, medya alınan yayın organlarıyla büyük ölçüde ele geçirildi, bürokraside pek çok kritik koltuğa yandaşlar atandı, Ergenekon ve Balyoz operasyonlarının sulandırılmasıyla TSK tarumar edildi.
“Kalfalık” diye tanımladıkları bu dönemde ülkede önemli makro göstergeler bozulmaya ya da pozitif gidişleri duraklamaya başladı. Önyargısız davrananlar bu süreçte, “Ne oluyoruz?” diye sorar oldu.
2011-2017 arası, ya da kendilerinin tabiriyle “ustalık” dedikleri dönem… yargıdaki partizan düzenlemelerin önü 12 Eylül referandumuyla açıldı. Ustalık yılları, ülkenin AK Parti kadroları tarafından teslim alındığı dönem oldu. Bu yıllarda teslim alınmayan kurum, içi boşaltılmayan kuruluş kalmadı.
80 milyon insan AK Parti kadrolarına hizmet eder hale getirildi. Parti içindeki son “safralar” da atıldı ve ülke iktidar mensupları için cennet, kendileri gibi düşünmeyen bütün kesimler için cehenneme dönüştürüldü.
2017 ve sonrası… bu yılları pek çok yorumcu “ustalık” döneminin devamı gibi gösteriyor. Ekranlarda da benzeri ifadeleri sıklıkla duyuyorum.
Oysa 16 Nisan 2017 referandumu ile başlayan dönem daha farklı. Anayasa referandumunda, seçme bölgelerden gelen tulum sandık sonuçlarının duyurulmasıyla yandaşlar sokaklara çıkarılıp kutlama başlatıldı. Sandıkların yarısı açıldığındaysa Erdoğan yüzde 51’in üzerinde oy aldığını açıklayıp, “Atı alan Üsküdar’a geçti” diye işi bitirdi.
Bu dönem, AK Parti kadroları tarafından teslim alınan Türkiye’nin Saray tarafından ele geçirilmesiydi. Yani “Tek Adam” diye tanımlanan dönem. İlerde bu yıllar “ülkede hiçbir kimsenin can ve malının güvende olmadığı, her şeyin bir kişinin imzasına bağlı olduğu yıllar” olarak hatırlanacak.
X TARİHİNE KADAR HER ŞEY DAHA KÖTÜ OLACAK
3 Mart tarihinde TÜİK ve ENAG’ın enflasyon rakamlarını açıklaması ardından, 4 Mart 2022’de “Daha savaşı görmeden Türkiye’de bunlar olduysa…” başlığıyla bir yazı yazmıştım.
Açıklanan raporda bütünüyle Türkiye’nin kötü yönetiminden kaynaklanan sebeplerden dolayı bu tabloyu yaşadığına dikkat çekmiştim. Bu rakamlarda, Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle başlayan savaşa ilişkin verilerin henüz yansımadığını anlatmaya çalışmıştım.
Bundan sonra olacakları da şu kısa başlıklarla ifade etmiştim:
– Enflasyon yükselmeye devam edecek
– İhracatta yavaşlama hız kazanacak.
– Hazinenin borçlanma maliyetlerindeki artış sürecek.
– Ekonomide daralma yaşanacak. Henüz yavaşlama var.
– Yukarı doğru çıkması engellenen döviz kurunun baskılama maliyeti daha artacak.
– Gıda ve enerji güvenliği sorunu yaşanacak.
– Bu yıl cari açıkta tarihi rakamlar yaşanma riski kapımızda bekliyor.
ÇALIŞANA EN DÜŞÜK SAAT ÜCRETİ TÜRKİYE’DE ÖDENİYOR
Ekonomi dilinde kullanılan bir tabir var. Anlatmaya çalıştığım şeyleri hep o tanımla duyuyorsunuz:
“Saatlik iş gücü maliyeti”.
Ben bu tabiri sermaye tarafının bakış açısı olarak görüyorum. Doğru ifadenin “saat ücreti” olduğunu düşünüyorum. Bu işverenin de işçi tarafının da bakış açısını yansıtmayan yalın bir söyleyiş.
Euronews, dün Avrupa’da çalışanlara saat başı ödenen rakamları yayınladı. Ben burada haberden yalnızca iki grafiği alarak birkaç cümlelik bilgi paylaşacağım. Zamanınız varsa haberde hayli geniş bilgi var…
Haberde 31 Avrupa ülkesinin verileri yer alıyor. Araştırma daha verilerimizin bugüne göre hayli güçlü görünen 2020 rakamlarıyla yapılmış. 2022’nin ilk çeyrek dönemi rakamlarıyla yapılsa facianın boyutu daha belirgin olur elbette.
2020 verilerine göre, Avrupa’da çalışanın aldığı saatlik ücrette Türkiye, 3.7 euro ile en altta. (Bu tarihteki Euro kuru 8.03 TL idi.) En yüksek saatlik ücreti 47.3 euro ile Norveçli işçi alıyor. Hadi “Onlar artık her şeyi aşmış” diye kendimizi avutsak bile Avrupa ortalaması 28.6 euro. Bu bile Türkiye’deki işçinin aldığı ücretin 7.7 katı.
Türkiye’de gidişin bozulma yönünde olduğunu 2016 rakamlarıyla 2020’yi karşılaştırdığımızda da görüyoruz. 2016’da saatlik ücret 6.6 euro düzeyindeydi.
Euronews, bu haberi bütünüyle AB İstatistik Ofisi’nin (Eurostat) verileriyle yapıyor. Oturup sitenin editörleri hazırlamamış.
AB’DE 2021’DE TABLO NASIL?
Sizi rakama boğmak istemiyorum ama geçen yıla ilişkin bazı Avrupa ülkelerinin rakamlarını da paylaşmak istiyorum.
2021 yılında ise AB ülkelerinde saatlik ortalama iş gücü maliyeti 29,1 Euro olarak ölçüldü. İş gücü maliyetinin en yüksek olduğu ülke ise 51,1 euro ile Norveç oldu. Bu ülkeyi;
Danimarka (46,9 Euro),
İzlanda (43,3 Euro),
Lüksemburg (43 Euro),
Belçika (41,6 Euro),
İsveç (39,7 Euro),
Hollanda (38,3 Euro),
Fransa (37,9 Euro),
Avusturya (37,5 Euro) ve
Almanya (37,2 Euro) takip etti.
Bu rakam Türkiye’de ise aynı dönemde maalesef 2,7 euro.
ÇİN, TÜRKİYE’Yİ KİŞİ BAŞINA DÜŞEN MİLLİ GELİRDE GEÇTİ
İktidar mensupları, bu yılın başına kadar döviz değer kazandığında “Çin modeli” deyip duruyorlardı. Güya düşük ücret politikası daha çok istihdam, daha çok ihracat ve daha çok döviz getirecekti…
Güya ucuz işgücü sayesinde daha çok yabancı sermaye çekecektik. Ekonomik model değiştirip Batının prangalarından kurtulacaktık. Kalıcı cari fazla verme dönemine geçecektik.
Gelinen nokta, sermayenin sadece işgücü ucuzluğundan dolayı bir ülkeye gitmediğini ortaya koydu.
AK Parti iktidara geldiğinde Türkiye’de kişi başına düşen milli gelir 3 bin 688 dolardı. Aynı dönemde bu rakam Çin’de bin 149 dolar düzeyindeydi. Bir diğer ifadeyle Türkiye’deki gelir Çin’in 3.2 katıydı.
DÜN BİR YILDA YAPILAN ZAM, BUGÜN AYDA YAPILIR OLDU
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendisini ekonomist ilan edip, “faiz sebep enflasyonu sonuç” diye diretmesinden itibaren göstergeler daha hızlı bozulmaya başladı. Bu ifade, ekonomi bilimi için tıpta “kemoterapi sebep, kanser sonuç” demek kadar ters bir durumdu.
Tek Adamın inadı, bu ülkenin başını daha çok belaya sokacak.
Zam sağanağında son 4 günde yapılanlara bakın.
* Kırmızı et: yüzde 58
* Buğday: yüzde 22
* Şeker: yüzde 31
* Doğalgaz: yüzde 35- 50
* Elektrik: yüzde 20
Doğalgazı sadece evlerde ısınmak ve mutfakta yemek pişirmek için kullandığımızı düşünmeyin. Sanayinin her alanında kullanılıyor. Yumurta üretimi bile doğalgaza dayalı.
Peki bir yılda doğalgaz fiyatları ne kadar değişti dersiniz? İşte tablo:
– Elektrik üretim santrallerinde: yüzde 638
– Sanayide: yüzde 549
– Konutta: yüzde 93
Türkiye en ucuz olması gereken yerde en pahalı, en yüksek olması yerdeyse en düşük rakamlara sahip maalesef. Bu utanç tablosu da “yerlilik-millilik” sosuyla topluma sunuluyor.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***