YORUM | UĞUR TEZCAN
Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan, geçtiğimiz günlerde TÜGVA Yüksek İstişare Kurulu Üyesi sıfatıyla üniversiteyi yurt dışında okumak isteyen gençlere hitaben bir konuşma yapmış. Konuşması sırasında gençlere ‘tavsiyelerde’ bulunurken şunları söylemiş:
“… Ufkunuzu daha geniş tutun, hedeflerinizi yüksek tutun. Yurt dışına çıkmayı düşünen arkadaşlarımız, tabi ki de bunu yapabilirlerse çok iyi olacaktır ancak ülkemize dönmeyi de hep aklımızda tutalım çünkü emin olun; dünyanın en güzel şehri İstanbul, en güzel ülkesi de Türkiye’dir. Sizlerin de yurt dışına bilgi için, görgü için, Türkiye’de bulamayacağınız tecrübeler ve örnekleri yaşamak için gitmenizde bir beis yok. Ama göreceksiniz ki yurt dışında yaşamak, şu an burada gördüğünüz gibi değil. Neymiş efendim, orada dilenci bile daha fazla kazanıyormuş, daha rahat yaşıyormuş da… Böyle değil. Amerika’da 30 bin dolar kazanan insan, yıllık söylüyorum, aylık diyelim ki 3 bin dolar kazanan bir insan, Türkiye’de 5 bin lira kazanan insandan daha mı rahat yaşıyor? Hayır, değil.”
İfadelerin, “… ama göreceksiniz” kısmına kadar çok bir sorun yok; “dünyanın en güzel ülkesi Türkiye’dir” sözü hariç! AK Partililerin ve genel Türk insanının sıklıkla kullandığı beylik laflardan hepsi. Konuyla ilgili bir tane ‘Hz. Ali’ sözü olsaydı eğer, onu da iliştiriverirlerdi yanına hemen; ama yok! Buna benzer bir çağrıyı Bilal’den birkaç gün sonra babası Erdoğan da yaptı ve gençlere, “Yakın çevrenizden başlayarak ülkemizi, imkânınız olursa dünyayı gezip görmek, farklı kültürleri tanımak için şartlarınızı zorlayın” dedi.
Aynı Erdoğan birkaç yıl önce ABD’deki vakıflarında yaptığı bir konuşmada ise şunları söylemişti:
“Osmanlı’nın son döneminde devletin zayıflamasının önüne geçmek için dönemin yöneticileri tarafından Batı’ya talebe göndermek bir çözüm yolu olarak görüşmüştür. Bunda amaç, Batı’nın ilmini ve fennini almak yetişmiş insan kaynağı ile devlet-i aliyeyi çöküşten kurtarmaktır. Niyet son derece samimidir. Ancak hedeflenen sonuca bir türlü ulaşılmamıştır. İlmini ve fennini tahsil için Batı’ya gönderilenler çoğu zaman Batı’nın sadece kültürünü alarak, benliklerini de kaybederek ülkelerine dönmüşlerdir. Kendilerinden ülkeleri için kurtuluş reçetesi hazırlaması beklenenler maalesef Batı’nın gönüllü ajanları, adanmış havarileri haline gelmiştir. Kendi milletine tepeden bakan, kendi değerlerinden tiksinen bu sözde aydınların bize verdikleri zararı emin olun düşman dahi vermemiştir.”
Her konuda duruma göre, nabza nasıl bir şerbet vermeleri gerekiyorsa, ona göre konuşuyorlar. Şaşırmıyorum, sonuçta siyasetçi hepsi; işleri bu! Sorun, bunları samimi ve ilkeli bir çizgide yapmıyor olmaları, içlerinde hakikat kırıntıları barındıran ifadeleri sırf anlık amaçlarına hizmet etsin diye eğip bükmeleri, başka bir zaman bu sözlerin tam aksini gösteren eylemlerde bulunabilmeleri. Bunun haricinde, AKP ve Erdoğan için zaten ‘genç’, ‘baş örtülü bacı’ gibi sıklıkla bayraklaştırılan kavramlar da aslında bütüncül değil; yani genç derken kendi siyasi anlayışlarına uygun hareket eden gençleri, ‘baş örtülü bacım’ derken de kendi partili kadınlarını kastediyorlar. Bir ilke olsa, samimi bir inanç ile hareket ediyor olsalar bugün kendi siyasi emellerine biat etmemiş olan ülkedeki eğitimli Müslüman ‘genç’ ve ‘baş örtülü bacıları’ soykırıma tabi tutmazlardı en önce. O nedenle Erdoğan ve İslamcılar ‘genç’ derken, ‘baş örtülü bacı’ derken bunu üzerlerine almayan milyonlarca insanın bulunduğu bir ülke Türkiye bugün! Kendilerinden olmayan gençlerin ne yurt dışına gidip ‘görgü’, ‘kültür’ öğrenmeleri ne de ‘orada eğitim alıp ajan olmadan’ ülkeye dönmeleri umurlarında değil.
Erdoğan dahil birçok partilinin çocukları, ehliyetleri olmadıkları halde ya zengin iş adamlarının belli beklentiler dahilinde verdikleri paralarla veya AKP’li belediyelerden haksızca verilen burslarla yurt dışında okudular ve halen de okuyorlar. Bunun haricinde yine belediyelerden işe gitmedikleri halde gizli veya açık ikinci maaşlar alan veya ‘danışmanlık’ yaptığı devlet kurumundan sağlanan fonlarla yurt dışına geziler yapan birçok partili genç var zaten! AKP sayesinde bir anda zenginleşen kesimlerin ‘genç’ çocuklarının sahip oldukları geniş imkanları bilmeyen yok!
Bunun haricinde ister AKP’li olsun ister olmasın bugün Türk gençlerine ‘yurt dışına çıkmanın faydalarını’ anlatmanın aslında pratikte hiçbir faydası da yok. Çünkü Erdoğan ve AKP, muhalefet desteği ile, ekonomik, sistemsel ve hukuki düzlemde ülkeyi öyle bir batak haline getirdiler ki bugün ülkede yurt dışına kaçmayı düşünmeyen genç neredeyse yok gibi. Genç doktorlar, mühendisler ve yeni mezun gençler hep ülke dışına kaçabilmenin yollarını arıyorlar. Hatta, AK partililerin söylediği şekliyle ‘bizi hep kıskanan’ başta Almanya olmak üzere Batı ülkelerine ve Amerika’ya iltica etmeye çalışan doktor sayısı son zamanlarda o kadar çok arttı ki aynı Erdoğan geçenlerde çıkıp o doktorlara sözle sataşmak durumunda kaldı ve ‘gidecekseniz gidin, biz de yeni mezunları doktor yapar yolumuza devam ederiz’ tarzı bir açıklama yaptı. Konunun ilginç bir boyutu da şu: Benim gözlem ve duyumlarıma dayanarak söyleyebilirim ki bu kaçmaya çalışan ‘gençlik’ içerisinde AKP’li tabandan da bir sürü insan var. Ama aynı kişiler konuşmalarında ülkedeki ekonomik belirsizlikleri ve kötü gidişatı yokmuş gibi lanse etmeyi, hala Erdoğan’ı övmeyi de pek iyi beceriyorlar. Ne yapsam da Amerika’da doktorluğumu alsam veya bir iş tutsam ve ülkeye dönmesem diyen halihazırda ülke dışında bulunan partili gencinden, ne yapsam da ülke dışına çıksam diyen partili gencine kadar belki de on binlerce insan var AKP tabanında. Bilal’in ifadelerine odaklanırsanız onun izlerini görebilirsiniz zaten. Gurbetçi birçok AKP’li de Türkiye’ye kesinlikle dönüş yapmak istemediği halde kendilerine mikrofon uzatıldığında tıpkı Bilal gibi söylemler kuruyor ve bulunduğu ülkenin yaşam standartlarını sanki Türkiye’den daha kötüymüş gibi göstermeye çalışıyor, hiç çekinmeden ve utanmadan.
Şimdi gelelim Bilal’in ifadelerinin ikinci ve en sıkıntılı kısmına. ABD’de 3 bin dolar kazanan adam, yerine göre Türkiye’de 5 bin kazanan adamdan daha rahat da yaşayabilir, daha kötü de yaşayabilir. Sorun, kıyaslamanın son derece basite indirgenmiş olması ve birçok gerçeği görmezden geliyor olması. Ben o bahsettiği Amerikalılardan biriyim ve aldığım para Bilal’in en düşük yaşam standardı olarak gördüğü fakirlik düzeyinde; ancak Türkiye cehenneminde yaşamadığıma şükrediyorum. Her ihtiyacımı da rahatlıkla temin edebiliyorum. Şahsen kendimi halen Türkiye’de olup üstelik Bilal’in benim maaşımla kıyasladığı 5 bin lira değil en az 25 bin lira kazandığı halde yine de ülkeden kaçmaya çalışan binlerce doktor ve mühendisten daha şanslı görüyorum. Ben bir eğitimciyim; ama benim haricimde ABD’de alnının teriyle Uber şoförlüğü yaparak ancak 3 bin dolar kazanabilen birçok insan da kendisini Türk halkından daha şanslı görüyor. Çünkü paradan daha önemli olan şeyin özgürce yaşam, güvenlik, fırsat eşitliği, ekonomik güvence ve din özgürlüğü olduğunu biliyor.
Bu tavsiyeleri verirken ABD’li 3 bin dolar kazanan insanın (güya) haline acıyan Bilal, çok değil kısa bir süre önce Amerika’da 2,6 milyon dolara büyük bir villa satın aldı. Villanın sadece yıllık vergisi ABD’de kıyaslama yaptığı adamın yıllık maaşını aşıyor belki de! Zaten birçok partilinin Miami ve Londra gibi büyük şehirlerin lüks beldelerinde villaları var. Yani aslında ne ABD’de 3 bin dolar kazanarak zorluk çeken Amerikalının ne de Türkiye’de 5 bin veya altı kazanarak sıkıntı yaşayan bir insanın dertleri umurlarında değil.
Bizler ‘zenginin malı züğürdün çenesini yorarmış’ diyerek büyüdük; çünkü hep ‘züğürt’ bir hayat yaşadık ve bu söz, bizler için hep bir teselli kaynağı oldu. Geldiğimiz günlerde hayat ve siyaset öyle acılaştı ve iğrençleşti ki artık (sonradan görme) siyasetçi zenginlerin ve onlardan beslenen yalaka ve çıkarcı kesimlerin çeneleri, fakirlerin acılarını ve dertlerini dillerine pelesenk etmekle yoruluyor. Onların halleri üzerinden bir sakız çiğneme rahatlığında söylemler geliştirerek yine aynı kesimlere üst perdeden tavsiyeler veriyorlar, onları sabretmeye ve gayret etmeye davet ediyorlar ve o acıları bir ‘’oy ütme’’ aracı olarak kullanıp kendileri adına fırsatlara çeviriyorlar. Üstelik bu gruba, siyasi beceriksizliklerin üzerlerine ‘Ömer’in hırkası’, ‘Peygamberin hurması’ ve ‘fakirlerin Cennet kapıları’ gibi edebiyatlarla ‘foya’ çalan bazı Diyanet imamları da dahil maalesef! Nitekim devir değişti! Artık züğürdün (olmayan) parası, hali ve çaresizliği zenginin çenesini yoruyor!
Neyse bu konu çok su götürür. O yüzden burada keselim. Hürmetle!
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***