“Işıltılı gözleri ve sebep olduğu utanç tablosuyla geçecek bu arkadaşımıza, yeni hayatında, şimdiden başarılar diliyorum”
İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener, “Aynı, iflas eden, önceki ekonomi programlarında olduğu gibi, bu defa da, Nebati Bakan’ın “affını isteme” vakti gelip çatmıştır. Bu vesileyle; siyasi tarihimize, bu ucube sistemin öğüttüğü, nice bakandan biri olarak, ışıltılı gözleri ve sebep olduğu utanç tablosuyla geçecek bu arkadaşımıza, yeni hayatında, şimdiden başarılar diliyorum.” dedi.
Akşener, partisinin grup toplantısında konuştu. Akşener’in konuşmasından başlıklar şöyle:
“1 yıllık hasret bitti, ve nihayet mübarek Ramazan ayına kavuştuk. Ramazan’ı, 11 ayın sultanı yapan; oruçlarımızdır. İbadetlerimizdir. Cenabıhak’ka yakın olmanın, gönüllerimize verdiği huzurdur. Soframızdaki bolluktur. Memleketimizdeki berekettir. Peki bugün, bu mübarek ayda, Memleketimizde ve milletimizde, huzura, bolluğa ve berekete dair bir şey var mı? Maalesef yok.
“Sadece Ramazan ayının pide maliyeti, 540 lira”
Yumurtalı, çörek otlu Ramazan pidesinin tanesi, 7 buçuk lira oldu. Sade pidenin fiyatı ise, 6 lira. 4 kişilik bir aile; sahurda ve iftarda, toplam 3 sade pide yese; sadece Ramazan ayının pide maliyeti, 540 lira. Pidenin yanında yiyeceği, zeytini, peyniri, reçeli saymıyorum. Kaynayacak çayı bile saymıyorum.
Diyanet İşleri Başkanlığı, bu yıl, fıtır sadakasını, 40 lira olarak belirledi. 40 liranın altına, kesinlikle düşülmemesini de vurguladı. Fitre nedir? Bir kişinin günlük normal gıda ihtiyacı… 4 kişilik bir aile için, aylık olarak hesaplarsak, 4800 lira eder. Bu da aslında, Diyanetin, nisan ayı için belirlediği açlık sınırıdır.
“Fitre üzerinden hesap ettiğimizde bile, açlık sınırı, asgari ücretin, 550 lira üzerinde”
Fitre üzerinden hesap ettiğimizde bile, açlık sınırı, asgari ücretin, 550 lira üzerinde. Yani bugün, asgari ücretle geçinmeye çalışan, milyonlarca insanımız, açlık sınırının altında, yaşam mücadelesi veriyor.
Üstelik daha bunun içinde, elektrik, su, doğal gaz, kira, giyecek, ulaşım, çocukların okul masrafları yok.Bir yandan danışmanlara, saray eşrafına, 5-10 maaş vereceksiniz, bakan yardımcınıza, 314 bin lira maaş vereceksiniz, diğer yandan, çalışanları, emeklileri, açlığa mahkûm edeceksiniz. Böyle vicdansızlık olur mu? Böyle devlet yönetilir mi? Yazıklar olsun.
Yıllık enflasyon, TÜİK’e göre bile, yüzde 61,1 olarak açıklandı. Bu rakam, son 20 yılın, en yüksek enflasyon oranı. “Sisli zihin sendromundan” muzdarip gibi gözüken, Nebati Bakan; ışıltılı gözleriyle, “Piyasada işler, elhamdülillah iyi” dese de; Afrika ülkelerinden bile, daha yüksek bir enflasyon oranıyla karşı karşıyayız. 39 Afrika ülkesinde, yıllık enflasyon, yüzde 10’un altında. 53 Afrika ülkesinde ise, sadece Sudan ve Zimbabve’nin enflasyonu, bizden yüksek. Şu tabloya bakar mısınız?
“Milletimizin cebindeki para, her gün erimeye, devam ediyor”
İşin kötüsü, gün geçtikçe, her şey daha da kötüye gidiyor. Marketlerdeki fiyatlar, durdurulamıyor. Pazardaki fiyatlar, durdurulamıyor. Maliyetler artmaya, raflar, tezgâhlar, yanmaya devam ediyor. Çiftçilerimiz yalnız kalmaya, üretimimiz yok olmaya, devam ediyor. Milletimizin cebindeki para, her gün erimeye, devam ediyor.
“Erdoğan’ın keyfi, Nebati Bakan’ın neşesi asla bozulmuyor”
Ama tüm bunlara rağmen, iktidar tarafında her şey tıkırında, Sayın Erdoğan’ın keyfi, Nebati Bakan’ın neşesi asla bozulmuyor. Saray sefası, memleket yansa bile, hız kesmiyor. Bakan yardımcılarının üç maaşları, danışmanların beş maaşları, tıkır tıkır yatıyor. Üstelik, durmak bilmeyen zam furyası da, tam gaz devam ediyor.
“Ak Parti iktidarının beceriksizliğine, yine tüm gerçekliğiyle şahit olduk”
Biliyorsunuz, geçtiğimiz haftayı da, yine zamlarla geçirdik. İktidar mensuplarının ısrarla yaptıkları, “Şaşı bak, şaşır” tarzı, Avrupa kıyaslamalarıyla, aklın, mantığın ve matematiğin katledilmesini, yine utançla izledik. Ak Parti iktidarının beceriksizliğine, yine tüm gerçekliğiyle şahit olduk.
Doğalgaza, konutlarda yüzde 35, elektrik üretiminde, yüzde 44,3, sanayide ise, yüzde 50 zam yapıldı. Böylece; 2020 yılı Aralık ayından bugüne kadar, doğalgaz fiyatları; evlerde yüzde 101, sanayide yüzde 710, doğalgaz santrallerinde ise, yüzde 668, artmış oldu.
İktidar her ne kadar, kendi yarattığı bu kriz ortamı içerisinde, ne yapacağını şaşırmış bir hâlde, artan doğalgaz fiyatlarını, farklı tüketicilere, farklı oranlarda yansıtsa da; bütün bu fiyat artışları, vatandaşın cebine, doğrudan veya dolaylı şekilde etki ediyor.
Milletimiz bir yandan, iki katına çıkan doğalgaz faturasını, nasıl ödeyeceğini düşünürken; diğer yandan da, sanayinin ve ticaretin kullandığı doğalgaza yapılan zamları, çarşıdaki, pazardaki fiyatlarla, karşısında buluyor.
“Santrallerdeki doğalgaza yapılan zamlar, elektrik fiyatlarında da karşımıza çıkıyor”
Santrallerdeki doğalgaza yapılan zamlar, elektrik fiyatlarında da karşımıza çıkıyor. Sadece gıdada değil, artık enerjide de, en yüksek enflasyona sahip ülkeyiz.
Şubat verilerine göre; son bir yılda, Türkiye’de enerji fiyatları yüzde 97,2 arttı. Avrupa Birliği ülkelerinde ise bu artış, yüzde 28,7 oldu. Hatta Sırbistan’da yüzde 10,2, Polonya’da, yüzde 15,2, Bulgaristan’da, yüzde 23 oldu. Enerji fiyatı deyince, Avrupa ülkelerini dillerine dolayanlara duyurulur…”
Ancak; elektrik ve doğal gaza yapılan, bunca zamma rağmen, iktidar hâlâ, milletimizle dalga geçercesine, abuk sabuk açıklamalar yapıyor. Yeterince zam yapmadıklarını, fiyatları sübvanse ettiklerini söylüyor. Eğer sübvansiyon yapmazlarsa, asgari ücretli bir vatandaşın, maaşıyla, sadece doğal gaz ve elektrik faturasını ödeyebileceğini söylüyor. Şu aymazlığa, şu utanmazlığa bakar mısınız? İşte size, 20 yıllık AK Parti iktidarının, milletimizi getirdiği durumun itirafı…
İşte size, asgari ücreti, enflasyon oranında iyileştirmek yerine, açlık sınırı altında, çile çeken insanlarımıza, hallerine razı olmalarını öğütleyen, empati yoksunu AK Parti zihniyeti. Allah ıslah etsin.
Mesele bununla da bitmiyor. Geçtiğimiz hafta, şekere de, yüzde 31 zam yapıldı. Biz, bu arkadaşlara, ülkemizde bir şeker krizi olduğunu, bu kürsüden defalarca söyledik. Pancar üreticilerimizin düştüğü, çıkmazı anlattık.
TÜRKŞEKER’in, fiyatları sübvanse etmesinin, sürdürülebilir olmadığını, 50 kiloluk bir torba şekerin, TÜRKŞEKER’de 260 ila 285 lirayken, özel fabrika fiyatlarının, 450 ila 490 lira seviyesine, çıktığından bahsettik. Daha birkaç hafta önce, şeker yokluğundan yakınan, Kayserili, Aydınlı vatandaşlarımızın, sesini duyurduk.
Ama Bay Kriz ne yaptı? Yurt dışından dönerken, çıktı; “Şekerle ilgili, TÜRKŞEKER, adımlarını olumlu atacak. Şekerde öyle pahalı bir fiyat uygulaması yok. Herhangi bir endişe taşımıyoruz.” dedi. Peki sonrasında ne oldu? Daha uçağı havadayken, TÜRKŞEKER, şekere yüzde 31 yaptı. Tabi doğal olarak saray danışmanlarını da bir panik hâli aldı. Alelacele, Bay Kriz’in açıklama metni geri çekildi, şeker kısmı silindi. Şu memleket meselelerine fevkalade hakim, üstün yönetim kabiliyetine bakar mısınız?
“Maşallah dediği, üç gün yaşamıyor”
Biz bu arkadaşa, boşuna Bay Kriz demiyoruz. Neye dokunsa, neyi konuşsa, neden bahsetse, hemen bir krizle karşılaşıyoruz. Maşallah dediği, üç gün yaşamıyor. “Bizden önce elektrik yoktu.” dedi; Elektrik zamlandı. Doğalgaz müjdesi verdi; Doğalgaz zamlandı. “Ramazan’da et ucuzlayacak.” dedi; Et zamlandı. Şimdi de, “şeker ucuz” dedi; Şeker zamlandı. Gelen zamlar için, erken uyarı sistemi sanki mübarek. Ama tersten…
265 lira olan çuval fiyatı, 390 lira oldu. 5 lira 30 kuruş olan kilo fiyatı ise, 7 lira 80 kuruşa yükseldi. Peki bu fiyat kimler için? “Raf Fiyat Garantili” sistem içindeki marketler için. Yani yandaş marketler, satıcılar için. Bir de imalatçılarımız için açıklanan fiyat var. Onun da kilosunu 11 lira, çuvalını 550 lira yaptılar. Zam oranı, yüzde 85 oldu. Tabii şekerin fiyatı artınca, pancar küspesinin, melasın fiyatı da, yerinde duracak değil, doğal olarak onlar da arttı. Bu sırada, Tarım Bakanı çıktı, şekerin torba fiyatını, 575 liraya indirdik dedi. Peki indi mi? İnmedi.
Özel şirketlerin ana bayisine, ya da özel şeker şirketine sorarsanız; “Fiyat 600 ila 625 lira” diyor. “Tamam bir kamyon alayım.” derseniz; “Şekerimiz yok” diyor. Bu gidişle, 10-15 gün sonra, şeker fiyatları, ne kadar garantili olursa olsun, 750-800 lira olacak. Benden söylemesi. Eğer bulursanız, fiyat garantili ürün alırsınız.
“Lobilerin değil, 5’li çetenin değil, vatandaşın yanında olun”
Buradan iktidarı uyarmak istiyorum: Gıda fiyatlarını, devamlı sübvanse ederek terbiye edemezsiniz. Allah aşkına, artık aklınızı başınıza alın. Bu işlerin, polisiye tedbirlerle yürümeyeceğini artık anlayın. Asıl sorunu artık görün. Ürün maliyetlerine, piyasa düzenine odaklanın. Bunların hepsini bir bütün içinde değerlendirin. Piyasayı takip edin. Kamunun hakem rolünü, piyasanın insafına terk etmeyin.
“Bu defa da, Nebati Bakan’ın ‘affını isteme’ vakti gelip çatmıştır”
Buradan açıkça ifade etmek isterim ki; Bay kriz ve arkadaşlarının uydurduğu, Türkiye Ekonomi Modeli, an itibariyle çökmüş, çöp olmuştur. Bay Kriz’in, “Faiz sebep, enflasyon sonuçtur.” fantezisi doğrultusunda anlatılan “rekabetçi kur, uçan ihracat, döviz bolluğu ve düşen enflasyon” masalı, Türkiye’nin gerçekleri karşısında yenilmiştir. Daha önce nicesinin, başına geldiği gibi, arkadaşların, bu son sözde ekonomi modeli de, gelen son veriler itibariyle, iflas etmiş, ortada, enflasyonla mücadeleyi amaçlayan bir program, artık kalmamıştır. Ve aynı, iflas eden, önceki ekonomi programlarında olduğu gibi, bu defa da, Nebati Bakan’ın “affını isteme” vakti gelip çatmıştır.
Bu vesileyle; siyasi tarihimize, bu ucube sistemin öğüttüğü, nice bakandan biri olarak, ışıltılı gözleri ve sebep olduğu utanç tablosuyla geçecek bu arkadaşımıza, yeni hayatında, şimdiden başarılar diliyorum.”
Ülkemizde, sıkıntılarıyla bir başına bırakılan, bir başka kesim de; ihracatımızın, bel kemiği olan, uluslararası nakliyecilerimiz… Geçen hafta da bahsetmiştim: Bu kardeşlerimiz bana ulaştı, ve sorunlarını dile getirmemi istedi.
Belarus, Kazakistan, Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan ve Moğolistan’a ihracatımızı taşıyan nakliyecilerimiz; Ukrayna’daki savaş nedeniyle, kapalı olan yollar, ve Azerbaycan’ın yüksek geçiş ücretleri sebebiyle, Gürcistan-Rusya hattına mahkûm edilmiş. Gidişte, Gürcistan yollarındaki ağır kış şartları, dönüşte ise, Rus polisinin, Türk plakalı araçlara yaptığı ayrımcılık sebebiyle, nakliyecilerimizi perişan halde.
Hatta, 25-30 günü bulan uzun bekleme sürelerinde, yaşadığı yoğun strese dayanamayan, henüz 40 yaşındaki bir nakliyecimiz de, kalp krizi geçirmiş.
Tüm bu tablo karşısında, büyükelçilikle konuşarak, çözüm aramışlar. Ne olmuş biliyor musunuz?- Hiçbir şey. Kendilerine, beklemekten başka bir çözüm olmadığı söylenmiş. Yazıktır, günahtır.
“Türk nakliye sektörümüzün yaşadığı bu sorunu duyun”
Böbürlene böbürlene, ihracat rakamları açıklayanların, muhtemelen bu durumdan, haberi bile yok. İşte o nedenle, buradan iktidara sesleniyorum: Türk nakliye sektörümüzün yaşadığı bu sorunu duyun. O çok sevdiğiniz Rus dostlarınızın, sadece Türk oldukları için, kardeşlerimize yaptığı bu ayrımcılığı görün. Türk devletinin hiçbir vatandaşı, hiçbir sebeple, böyle bir ayrımcılığa ve haksızlığa maruz kalamaz. Bu kadar basit.
Bana sorunlarını ileten kardeşlerim, taleplerini de söyledi. Nasıl ki, ülkemizden geçen Azerbaycan plakalı araçlardan, hiçbir geçiş ücreti alınmıyorsa; Azerbaycan’ın da, Türk plakalı araçlardan aldığı, geçiş ücretinin kaldırılması için adım atın. Azerbaycan-Kazakistan arasında hizmet veren RoRo fiyatlarını, dünya standartlarına getirin. Türkiye-Rusya arasında, RoRo hattı açın. Fiyatlarda fırsatçılığa izin vermeyin. Türkmenistan sınır kapılarının, transit geçişlere açılması, sorunların, yüzde 70’ine çare olacak. Bu sebeple, acilen Türkmenistan’la bu konuyu görüşün. Sorunlarımızın kaynağı, Türk Yurdu’nda iken, milyonlarca dolarlık ihracatımızı, daha fazla zora sokmayın, şoförlerimizi de, artık perişan etmeyin.
“Aç yatılmış bir zaman hatırlamıyorum, böyle bir şey görmedim”
Bir yandan, ilçe ziyaretlerimize devam ederken, bir yandan da, evleri ziyaret ediyorum. Sokaklara taşamayan, yüreklere sığmayan, Çaresizlikle baş başa bırakılan, dar gelirlinin dar gelirsi haneleri ziyaret ediyorum. Aç yatılmış bir zaman hatırlamıyorum, böyle bir şey görmedim
“Duyduğum hikâyeleri biz basın yoluyla paylaşabilsek izleyen herkes ağlar”
Geçtiğimiz hafta, İstanbul Bağcılar’daydım. Yine öyle hikâyeler dinledim ki… Duyduğum hikâyeleri biz basın yoluyla paylaşabilsek izleyen herkes ağlar.
“Şu anda tek hayalim, şu küçük çocuğumun bezini, mamasını almak”
Mesela; 27 yaşında, 2 çocuklu genç bir kardeşim dedi ki; “Akşama, sadece mercimek çorbası yaptım, yanına bir şey yok. Bazen çocuklara makarna yapıyoruz. İnsan kasaba gidemiyor, her şey kıyamet. Şu anda tek hayalim, şu küçük çocuğumun bezini, mamasını almak. En ucuz denilen marketteki bez bile, 65 lira. Belediye’nin market kartı dışında, bir gelirimiz yok.”
Mesela; ev kadını bir kardeşim dedi ki; “Markete gittiğimde, ne kadara mâl olacak diye düşünüyorum. Önceden 400 liraya, her şeyi alabiliyorduk, ama şimdi, yarısını ancak alabiliyoruz.” Bu kardeşimin, bir de asgari ücretle çalışan oğlu vardı. Ne dedi biliyor musunuz? “Normalde kafeye gidiyordum ama, şu anda en basit kafede, bir çay, 8 buçuk lira olmuş. Fakiri tam fakirleşirdiler.”
Mesela; Bir başka kardeşim; “Kırmızı et alamıyoruz. Ancak kurbandan kurbana. Market uygulamalarından, indirim takip ediyoruz. 5’inci yıldan sonra, hep Ak Parti’ye oy verdim. Başkanlık sistemine “evet deyin” dediklerinde, “ben sizi dolandıracağım” deselerdi kim evet derdi? Millet ideolojik çatışmadan bıktı. Kiraları, marketi konuşsunlar.” dedi.
Kasapların kemik sıyırmasından sonra kalan etler, tavuğu kestikten sonra kalan parçalar var ya, lüks kasaplarda bunlar çöpe atılır, hayvanlara verilir, ya da daha iyi bir etle karıştırılır kıyma yapılır. Vatandaş ondan aldığını anlattı. Vatandaş, “Beşinci yıldan sonra hep AK Parti’ye oy verdim. Başkanlık sisteminine evet deyin dediklerinde, bizi dolandıracağını söyleseydi, kim evet derdi” dedi.
“İnsan daha ne kadar fakirleşebilir?”
Mesela; eşi, asgari ücretle çalışan bir kardeşim, dedi ki; “Anaokuluna tam gün, 2500 lira istiyorlar. Anaokuluna yazdırıp, kendim çalışayım desem, onu da yapamayız. 3 buçuk yaşında çocuğum var. 3 yaşına kadar, mama yedi. Hep annem aldı, kız kardeşim aldı. 200 lira elektrik, 600 lira doğal gaz geliyor. Annemle kayınvalidem, yardımcı oluyor.- Çocuğuma mobilyasını alıp, oda bile yapamadım. Oturma odasında, koltukta yatıyor. Pazara giderdik önceden, şimdi oraya bile gidemiyoruz. İnsan daha ne kadar fakirleşebilir?”
“Ak Parti iktidarı, milletimize bu sorunun cevabını aratıyor”
Sorunun vehametine bakar mısınız? “İnsan daha ne kadar fakirleşebilir?” Ne kadar acı değil mi? İşte Ak Parti iktidarı, milletimize bu sorunun cevabını aratıyor.
“Milletimizi yokluğa, yoksulluğa ve çileye mahkum edip, bir de utanmadan, bu duruma alışmamızı istiyorlar”
Vicdansızlığa bakar mısınız? Milletimizi yokluğa, yoksulluğa ve çileye mahkum edip, bir de utanmadan, bu duruma alışmamızı istiyor. Yazıklar olsun! Kayseri’de bir besici espriyle karışık, “Ben hayvanlarımı oruca alıştırıyorum” demişti. Duyuyorlar mı hayır, sarayda sefa devam ediyor.
“Artık devran değişti”
Buradan iktidardakilere seslenmek istiyorum: Artık devran değişti. Çünkü artık İyi Parti var. İyi Parti; Siyasi şovlar için değil, çözüm bulmak için var. Kavga etmek için değil, barıştırmak için var. Dışlamak için değil, birleştirmek için var. İyi Parti iktidarında, Allah’ın izniyle, milletimize reva gördüğünüz bu çileye son vereceğiz.
“Emeklilik planlarınızı yapmaya, şimdiden başlayın”
Milletimiz, her şeyin farkında. Milletimiz, bu çaresizliğe mahkûm olmadığının farkında. Er ya da geç, o sandık, bu büyük milletin önüne gelecek. Az kaldı. Emeklilik planlarınızı yapmaya, şimdiden başlayın. Çünkü o gün geldiğinde, umursamazlığınızın hesabını, milletimize vereceksiniz. Millet iradesi, İyi Parti diyecek, siz de tası tarağı toplayıp gideceksiniz.
“Acaba diyet listemi sayın Erdoğan’dan mı alsam?”
Değerli genç arkadaşlarım; Biliyorsunuz geçtiğimiz hafta, Sayın Erdoğan’ın, 1 Nisan şakası tadında, bir açıklamasına şahit olduk. Çiftçilerle olan buluşmasında, diyetisyen Sayın Erdoğan’ı dinlemiştik. Acaba diyet listemi sayın Erdoğan’dan mı alsam? Manda yoğurdu, medine hurması ve kestane balının şifalarını öğrenmiştik.
“Gençlerle olan buluşmasında ise, kendisi karşımıza, yaşam koçu kimliğiyle çıktı”
Gençlerle olan buluşmasında ise, kendisi karşımıza, yaşam koçu kimliğiyle çıktı. Gençlere, hayata dair, hikmet dolu, derin mi derin, tavsiyelerde bulundu.
Ne dedi? “Kâğıda basılı kitapları, masanızdan, çantanızdan asla eksik etmeyin.” dedi. Yalnız dikkat edin, “kâğıda basılı” kitaplar… Yani hikmet kâğıtta. Kendi icat etti ya…
Gittiğim her yerde lise talebelerininin şikâyetleri var. Test kitaplarını dahi alamadıklarını söylüyor gençler.
Başka? “Spora mutlaka her gün, düzenli olarak vakit ayırın.” dedi. Başka? “Demli bir çay, ya da aromalı bir kahve eşliğinde yapılan, karşılıklı sohbetin getirdiği sosyalleşmeyi, asla ihmal etmeyin.” dedi Bu açıklamayla birlikte, an itibariyle hepimiz, çaya ve kahveye gelecek zammı bekliyoruz.
Bitti mi? Bitmedi. Bir de; “Yakın çevrenizden başlayarak, tüm şehirleriyle ülkemizi, imkânınız olursa, dünyayı gezin” dedi. Evet yanlış duymadınız. Önce Türkiye’yi, sonra da dünyayı gezecekmişsiniz.
“Gençlerimiz, toplu ulaşım fiyatlarından dolayı, yaşadıkları şehirde bile, gezemezken söyledi”
Üstelik bunu; gençlerimiz, toplu ulaşım fiyatlarından dolayı, yaşadıkları şehirde bile, gezemezken söyledi. Bunu; İstanbul’da okuyan bir genç, 450 liralık bilet parasını, karşılayamadığı için, Sivas’taki ailesini, görmeye gidemezken söyledi. Bunu; Yurtdışı harç bedeli, 150 lirayken, 10 yıllık pasaport, 1478 lira, Dolar, 14,69 lira, Avro da, 16,21 lirayken söyledi. Bir insan, ülkesinin gerçeklerinden, bu kadar uzak olabilir mi? Gerçekten ibretlik. Sayın Erdoğan; senin bu söylediklerini; ancak ve ancak, etrafındaki ihaleci gençler yapabilir. Mesela; eşinin, dostunun, yandaşının çocukları yapabilir. Mesela; doymak bilmeyen rantçılarının çocukları yapabilir. Mesela; bol maaşlı danışmanlarının, müdürlerinin çocukları yapabilir.
“Masraflı tavsiyelerini, lüks zevklerini kendine sakla”
Ama bu memleketin çocukları, gençlerimiz, maalesef yapamıyor. Üstelik, senin yüzünden yapamıyor. Bu dediklerini hayata geçirmeyi, zaten geçtim, hayal bile edemiyor. Masraflı tavsiyelerini, lüks zevklerini kendine sakla. Gençlerimizin hayatını da, hayallerini de, enerjisini de çaldınız! Eğer ülkemizdeki gençlere, illa bir tavsiye vermek istiyorsan; “Benim gibi olmayın.” demen yeter. Başka söze gerek yok. Sen yeter ki gölge etme, başka ihsan istemez!
Sayın Erdoğan, rafine zevkleriyle, gerçek bir “gusto” insanı olduğunu, her fırsatta gösterip, kendi yaşadığı paralel evrenden, gençlere nutuklar atadursun; Gelin, ben size, gerçek Türkiye’deki gençlerin, yaşadıklarını anlatayım. Geçtiğimiz cumartesi günü, bir grup genç kardeşimizle birlikteydim. Onları anlamak, dertlerini öğrenmek ve çözümler bulmak için, tersine mentorluk oturumu yaptık. Yani onlar anlattı, ben dinledim. Yani onlar anlattı, ben öğrendim.
19 yaşında, bilgisayar programcılığı okuyan bir gencimiz dedi ki; “Yurt dışında akademi ve özgür yaşam koşulları daha iyi. Ekonomi daha iyi. Gençler için, “ülkenin geleceği” diyorlar. Ama bu insanlar bugünlerini kurtarmaya mı uğraşsınlar, yoksa ülkenin geleceğini kurtarmaya mı çalışsınlar? 5 yıl sonra, kendimi nerede gördüğümü bilmiyorum. Ama ülkemde kalabileceğimi düşünmüyorum.” dedi.
24 yaşında, genç bir avukat kızımız; “Bir kadın olarak özgürce yaşamak istiyorum. Metroyla istediğim yere gidebileceğim bir Türkiye’de yaşamak istiyorum. 5 yıl değil, 2 yıl sonra bile göremiyorum kendimi.” dedi.
27 yaşında, Siyaset Bilimi mezunu bir oğlumuz dedi ki; “Kendimi ekonomik olarak hem kısıtlanmış, hem de yoksun hissediyorum. En iyi eğitimleri aldım ama karşılığını alamıyorum, değersizleştiriliyorum. “İftira at izi kalsın” gibi bir sistem var. Gözlerini kestirdiklerine bunu yapıyorlar. Hayal kuramıyoruz. Başımıza bir şey gelmemesi hayal. 5 yıl sonra, ben özgür olmak istiyorum.”
26 yaşında, avukat bir gencimiz; “Biz hayal kuramıyoruz. Ülkemizi yönetenler, bir sorun olmadığına, bizi ikna etmeye çalışıyor. Ama ben, her şeyin bana karşı olduğu bir düzende, bir şeyler yapmaya çalışıyormuş gibi hissediyorum. 5 sene sonra kendimi hâlâ zorlanıyor olarak görüyorum.” dedi.
“İnsanlar kendi ülkesinden, kendi devletinden, koparılmış hissediyor”
21 yaşında, ekonomi bölümünde okuyan bir gencimiz; “Ben biraz öfkeli hissediyorum. Bu hayal kırıklığından kaynaklı bir öfke. Önceden problem ekonomikti, sonra politik bir hâle gelmişti; Ama şu an artık sosyolojik bir sorun hâline geldi. Ben bu konuda hata yapıldığını düşünmüyorum, kasıtlı yapıldığını düşünüyorum. Biz bir şeylerden koptuk; ama ülke de, bizi koparmak için, elinden geleni yaptı. İnsanlar kendi ülkesinden, kendi devletinden, koparılmış hissediyor. İnsanlar kaostan kaçmak için, yurt dışına gidiyor. Biz daha bugün mücadele hâlindeyiz, geleceği nasıl inşa edeceğiz? Kendimi 5 yıl sonra nerede gördüğümün cevabı olmadığı için, yurt dışına gitmek istiyorum.” dedi.
26 yaşındaki bir bilgisayar mühendisi kardeşimiz; “Benim babam 52 yaşında, daha hiç tatil yapma arzusu gütmedi. Çünkü bilmiyorlar. Ama ben, nefes almak istiyorum. Antalya’ya, Fethiye’ye gitmek bile sıkıntı. Gidemeyeceğimi düşündüğüm için, bakmıyorum bile artık. Biz rahat yaşamak istiyoruz, bizi darlamayın.” dedi.
“Torpili gizleme gibi bir durum yok, torpil övünme meselesi hâline geldi”
27 yaşında genç bir avukatımız; “Türkiye’den gitmek istenmesinin temel nedeni, adaletle alakalı. Sadece adliye koridorlarındaki adaletten bahsetmiyorum. Adalet duygusu çok örselendi. Bir de artık, her şey çok açık. Mesela, torpili gizleme gibi bir durum yok, torpil övünme meselesi hâline geldi. Biz aslında, adaletle refah arıyoruz. İnsanca yaşamak istiyoruz. Ama bugün, adaleti halka yayıp, refah sağlama derdinde değiliz. Yandaşı, zengini, besleme derdindeyiz. Hayatın her alanında adalet istiyorum. Spor karşılaşmasında bile, stres içerisindeyiz. Bu stresten kurtulmak istiyoruz.” dedi.
“Yurt dışında yaşayanların hayatında, spor, tatil, normal şeyler”
27 yaşında bir iş kadınımız; Yurt dışında yaşayanların hayatında, spor, tatil, normal şeyler. Ama biz buna, lüks diyoruz. Hayal etmek bile, lüks artık bizim ülkemizde.” dedi.
Gaziantepli bir gencimiz; “Siyasi kararlar, Türkiye’deki durumları çok fazla değiştiriyor. Mesela ben 6’ıncı sınıftayken, asker olmak istiyordum. O dönem, Ergenekon davası oldu. Atatürkçü subaylar, içeri alınıyordu. Ben bu hayalimden, vazgeçmek zorunda kaldım.Ben umut istiyorum, ben hayat istiyorum, ben ülkem için bir şeyler yapmak istiyorum.” dedi.
İşte size, Sayın Erdoğan’ın yaşam koçluğuna soyunduğu gençlerimizin, gerçek durumu. Bunalmışlık, umutsuzluk ve türlü baskılar altında bezdirilen, memleketten göz göre göre, adeta kovalanan, her biri pırlanta gibi, yetişmiş çocuklarımız. Onları bu duruma düşürenlere, yazıklar olsun!
“Biz, boğazınızdaki o kirli eli, çekmeye geliyoruz!”
Sevgili gençler; bu iktidar; Eğitiminizi, birikiminizi ve enerjinizi yok saymayı seçti. Vasatlaştırmayı bir politika olarak benimsedi. Çok sıkıldığınızı, bunaldığınızı ve yorulduğunuzu görüyoruz. Sürekli mücadele etmek zorunda kaldığınız için, öfkelendiğinizi biliyoruz. Boğazınızı sıkan bir el varmış gibi hissettiğinizi anlıyoruz. Hiç merak etmeyin; Biz, boğazınızdaki o kirli eli, çekmeye geliyoruz! Siyasi nutuklarla değil, çözümlerimizle geliyoruz! Hak ettiğiniz gibi bir Türkiye’yi, hep birlikte inşa etmenin sözünü veriyoruz!
Artık hiç kimse; sizi değersizleştiremeyecek! Sizi baskı altına alıp, susturamayacak! Sizi görmezden gelemeyecek! Hak ettiğiniz özgürlüğe de, adalete de, refaha da ulaşacaksınız! Az daha dişinizi sıkın. Biraz daha sabredin. İnanın, çok az kaldı!
Modern devlet anlayışında, güvenilirliği sağlayan esas unsur, kurumsallığa olan inançtır. Devletin bu inancı sağlamasını, Fransız sosyolog, Pierre Burdiyö şöyle tarif eder; Devletin iki eli vardır. Sağ el; kontrol eden, disipline eden ve kaynakları idare eden eldir. Yani; hayat koşullarımızı belirleyen, düzenleyen ve güvenliğimizi sağlayan eldir. Sol el ise; Bakan, besleyen ve koruyan eldir. Yani; haklarımıza, özgürlüğümüze ve bilgiye ulaşmamızı sağlayan eldir.”
İşte devlet, bu iki elin dengesiyle; her bir vatandaşının hakkını ve çıkarını, eşit olarak korur. Ancak bu koruma, sadece kanunlarla değil, aynı zamanda, doğru bilginin ve düşüncenin yayılmasıyla da sağlanır.
“Özgür basın, demokrasinin bekçisidir”
Vatandaşların, kendilerini güvende hissetmeleri için; devletin nasıl yönetildiğini, haklarının ne derece korunduğunu, hayatını etkileyen kararların nasıl verildiğini, ülkede neler yaşandığını, Yanlış bilgi karşısında, doğruyu ortaya çıkaran birilerinin de olduğunu, bilmeye ihtiyacı vardır. İşte özgür basın, tam da bu ihtiyacı karşılamanın en önemli aktörüdür. Özgür basın, devlet kurumsallığına inancın teminatıdır. Özgür basın, demokrasinin bekçisidir.
“Anadolu Ajansı’nın, bugün gelmiş olduğu noktaya üzülüyoruz”
Bugün 6 Nisan. Yani Anadolu Ajansı’nın, 102’inci kuruluş yıl dönümü. Buradan, Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Anadolu Ajansı’mızın kurucuları, Halide Edip ve Yunus Nadi’yi rahmetle anıyor, ajansta emeği geçen ve kalemleri satılık olmayan, tüm gazeteci kardeşlerimi, saygıyla selamlıyorum. Maalesef bugün, bu güzel günü, içimiz buruk bir şekilde kutluyoruz. Neden mi? Çünkü, muhteşem bir hikâyeyle kurulan Anadolu Ajansı’nın, bugün gelmiş olduğu noktaya üzülüyoruz.
Gelin, o muhteşem hikâyeyi birlikte hatırlayalım. 16 Mart 1920’de, İstanbul’un resmen işgalinin gerçekleşmesi, ve Meclis-i Mebusan’ın kapanması üzerine, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, yeni meclisin, Ankara’da toplanması için, hazırlıklar yapıyordu. Bu süreçte, artık İstanbul’da kalınamayacağını gören, bazı aydınlarımız da, Millî Mücadele’ye katılmanın, yollarını arıyordu. İşte bu arayış, aynı zamanda, Anadolu Ajansı’nın kuruluşuna giden bir arayıştı.
Atatürk, Ankara’ya doğru yola çıkan, iki ayrı grupta yer alan, Yunus Nadi Abalıoğlu ile Halide Edip Adıvar’a Ankara’ya gider gitmez, ilk iş olarak, bir ajans teşkilatı kurulmasının talimatını verdi. Ajansın adını kararlaştırırken; ”Türk Ajansı”, ”Ankara Ajansı” ve ”Anadolu Ajansı” seçenekleri arasından, Anadolu Ajansı’nda karar kıldılar. Böylece; İstanbul basınının, işgalcilere yandaş yayınlarla, işgali ve katliamı gizlemesinin, vatandaşları, yanlış bilgilendirilmesinin önüne geçilecek, böylece Millî Mücadele’nin, Anadolu’ya yayılması sağlanacaktı.
İşte böyle bir dönemde, milletin iradesini hakim kılmak, Millî Mücadele’nin sesini, daha gür duyurmak için, 6 Nisan 1920’de, Anadolu Ajansı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından kuruldu.
Anadolu Ajansı, sadece millî mücadelenin sesi olmakla kalmadı, aynı zamanda, cumhuriyetimizin de kalesi oldu. Atatürk’ümüzün vizyonuyla, milletin müşterek sesi olarak, Cumhuriyet döneminde Türk basını; milletimizin iradesiyle kazandığımız cumhuriyetimizin, fikri ve anlayışı için, çelikten bir kaleydi. Yeni yönetimden, yeni haklardan ve yeni özgürlüklerden, vatandaşların haberdar olması sağlayan, onlara gerçekleri anlatan bir kaleydi.
Bunu, Atatürk’ümüzün şu sözleri çok güzel açıklar; “Bugün milletin, içtenlikle birleşmiş ve dayanışmış bulunması zorunludur. Kamunun esenliği ve mutluluğu bundadır. Mücadele bitmemiştir. Bu gerçeği milletin kulağına, milletin vicdanına, gereği gibi ulaştırmada, basının görevi, çok ve önemlidir.”
Ancak ne yazık ki; yayın hayatına, işgal kuvvetleri ve işbirlikçilerine karşı, Anadolu’da yaşanan işgali ve katliamları duyurarak başlayan, Cumhuriyetimizin fikirlerinin ve anlayışının kalesi olan Ajans; bugün, saray iktidarının, propaganda makinelerinden birine dönüştürüldü. Türk Milleti’ni hakikatle aydınlatan, Anadolu güneşi de, nice önemli Cumhuriyet kurumumuz gibi, Ak Parti’nin arpalığına indirgendi. Ve geldiğimiz noktada, millî mücadele ve cumhuriyetle bir olarak anılan, Türk devletinin ilk resmî ajansını, artık maalesef, seçim gecesi hileleriyle ve Japon esnafına duyduğu, ilginç hassasiyetle anar hale geldik.
“Propagandist medya aracılığıyla, milletimizi, ülkeyi iyi yönettiklerine, razı etmeye çalışıyorlar”
Peki basında yol açılan erozyon, sadece Anadolu Ajansı’yla mı sınırlı? Elbette değil. Ak Parti iktidarı, basını âdeta, Chomsky’nin deyimiyle, “Rızanın İmalatı” için kullanıyor. Yani ucube ikna siyasetine, aparat yapıyor. Mesela; her gün, yeni bir kriz yaşanırken; propagandist medya aracılığıyla, milletimizi, ülkeyi iyi yönettiklerine, razı etmeye çalışıyorlar.
Mesela; her gün, hayat pahalılığıyla, zorlukla ve yoklukla mücadele ederken; propagandist medya aracılığıyla, milletimizi, hiçbir sorunun olmadığına, ikna etmeye çalışıyorlar. Mesela; her gün, yeni bir rezalete şahit olurken; propagandist medya aracılığıyla, milletimizi, manipüle edip, yeni bir düşman üretiyorlar.
“Çalışan gazeteciler ise, her an, saray ve kuyruklarının, işten atma tehditleri altında, diken üstünde çalışıyor”
Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün, 2021 yılı basın özgürlüğü listesinde; 180 ülke arasında, 153’üncü sırada yer alıyoruz. Ayrıca, ülkemizde sadece 2021 yılında; 47 gazeteciye, toplam 133 yıl hapis cezası verildi. Çalışan gazeteciler ise, her an, saray ve kuyruklarının, işten atma tehditleri altında, diken üstünde çalışıyor.
Enflasyon rakamları konusunda, her koşulda, Batı ile kıyas yapan, yandaşlar korosu, iş, basın hürriyeti başta olmak üzere, demokrasi endeksleri, hak ve hürriyetler konusuna geldiğinde, nedense hiç topa girmiyor.”
Gizli veya açık sansür yoluyla, susturulmuş, ve manipüle edilmiş bir basın, gerçeklerden uzak tutulmaya çalışılan bir milletin, üzerindeki gök kubbeye çökertilmiş, bir kara bulut gibidir. O kubbeden içeri, ne güneş ışığı girer, ne de bereketli bir yağmur. Ne solunacak temiz hava kalır, ne de duyulacak bir ses.
“Bakalım saray basını, bir basın mensubunu da sansürleyecek mi?”
İşte biz, tam da bu nedenle, uzun zamandır, bu çatı altında, milletimizin farklı kesimlerinin sesini, duyurmaya çalışıyoruz. Bu kürsüyü, asıl sahibine, yani milletimize veriyoruz. Her hafta olduğu gibi, bugün de; Milletin Kürsüsü’nde, sözü milletimize bırakacağız. Bugün aramızda, mesleğini onuruyla yapmaya çalışan bir kardeşimiz var. Kalemini satmayan, fikir pazarlamacılığı yapmayan, bir basın mensubumuz, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Genel Sekreteri, Sibel Güneş bugün aramızda. Bakalım saray basını, bir basın mensubunu da sansürleyecek mi? Buyurun Sibel Hanım, Söz de, kürsü de sizindir.”
Biz biliyoruz ki; bugün geldiğimiz noktada, medya adeta, bir siyasi partinin, basın bürosuna dönmüştür. Gazeteler parti broşüründen, televizyonlar ise, propaganda makinesinden farksızdır. George Orwell’ın, Stalin dönemini anlattığı 1984 eserinde, “Büyük Birader Seni Gözetliyor.” cümlesi vardır. Orwell’in romanında, iktidar, kurduğu bir sistem ile, bütün vatandaşlarını gözetler.
“George Orwell’in modeli eskide kaldı”
Günümüz Türkiye’sinde ise, durum biraz farklı. George Orwell’in modeli eskide kaldı. Bizde, herkesi gözetleyen bir büyük birader yok. Bizde, hiç susmayacakmış gibi konuşan, Bay Kriz var. Çünkü, 21’inci yüzyılın otoriter sistemlerinin usulü, artık budur. Bu usül, medyayı ele geçirip, halkı büyük bir propaganda bombardımanına tabi tutarak, gerçekleri gizlemek üzerine kuruludur. Rusya’da olan budur. Macaristan’da olan budur. Çin’de olan budur.
“Demokrasimizi prangalarından, hep beraber kurtaracağız”
İşte o nedenle; milletin gerçeğini, milletten saklayanlara karşı yürüttüğümüz bu mücadele, ülkemizdeki kara bulutlar dağılana dek devam edecek. Devletin tepesindeki, rantçı tayfanın çıkarlarına değil, milletin, haber alma hakkına hizmet eden bir medya için, her daim yanınızda olacağız. Fikirlerinize kelepçe vuran, kaleminize karşı duran, işinizi yapmanıza engel olan bu zihniyete karşı, El, ele, omuz omuza, hep beraber sandıkta da mücadele edeceğiz. Özgür basına, özgür fikre ve özgür topluma, hep beraber kavuşacağız. Demokrasimizi prangalarından, hep beraber kurtaracağız.
“Memleketimizi, Ak Parti’nin vizyonsuzluğuna, kurban edemeyiz”
Türkiye’nin, bir kişinin ihtişam hayalleri peşinde, o çok özendikleri Putin’in, Rusya’sı olmasına izin veremeyiz. Milletimizin, hoyrat ve liyakatsiz ellerde, çile çekmesine izin veremeyiz. Memleketimizi, Ak Parti’nin vizyonsuzluğuna, kurban edemeyiz. Ve şart olsun ki, etmeyeceğiz!
Biz bu vatanı çok seviyoruz. Memleketimiz için projelerimiz, çözümlerimiz hazır. Bu projeleri, bu çözümleri hayata geçirecek, donanımlı kadrolarımız hazır. Üstelik; biz onlar gibi, vicdansız da değiliz. Biz onlar gibi, tembel de değiliz. Biz, onların hayal bile edemeyecekleri, büyük bir vizyona, ve o vizyonu hayata geçirecek, çelikten bir iradeye sahibiz. Hiç merak etmeyin. Türkiye’yi yeniden, fabrika ayarlarına kavuşturacağız. Milletimizi yeniden, o büyük Cumhuriyet ülküsüyle buluşturacağız. Azmimizi, ülkemizin muazzam potansiyeliyle birleştirip, Güçlü, zengin ve mutlu bir Türkiye’yi, hep beraber inşa edeceğiz.
“Artık vakit geldi, devran dönüyor!”
Artık vakit geldi, devran dönüyor! İktidar için de, yolu sonu gözüküyor! Milletimizi ve memleketimizi, artık güneşli bir gelecek bekliyor! Müjdeler olsun; İyi Parti iktidarı, gümbür gümbür geliyor!
Ama rehavete kapılmak yok. Sandık gelinceye kadar anlatmaya, dinlemeye ve çalışmaya devam edeceğiz. Sandık gelince de, o oyların her birine, tek tek sahip çıkacağız. Milletimizin yüzünü güldürünceye kadar, Memleketimizin kaynaklarını hak ettiği gibi kullanıncaya kadar, devletimizin itibarını ve kurumsallığını kurtarıncaya kadar, çalışmaya devam edeceğiz.
Atatürk’ümüz ne diyor? “Dinlenmemek üzere yola çıkanlar, asla yorulmazlar!” Biz bu kutlu yola, dinlememek için çıktık. Asla yorulmayacağız. Asla yılmayacağız. Asla yıkılmayacağız. Ve sandık gelip de, milletimizden yetkiyi aldığımızda, hak ettiğimiz Türkiye’ye, mutlaka kavuşacağız.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***