Nisan’ın 24’ü ile başlayan üç hafta hem özel ve mesleki yaşamımızın, hem de mensubu olduğumuz özgürlük ve eşitlik mücadelesinin en acılı dönemlerinden birisi… Bundan tam 51 yıl önce, 26 Nisan gecesi 12 Mart faşist diktası tarafından sıkıyönetim ilan edilmiş, ardından Ant Dergisi kapatılarak hakkımızda yüzlerce yıllık hapis talepleriyle arama kararları çıkartıldığı için mücadelemizi yurt dışında sürdürmek üzere 11 Mayıs’ta sürgüne çıkmak zorunda kalmıştık.
Sürgünümüzün ikinci yılı olan 1972’nin 26 Nisan’ında Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan’ın ölüm cezaları TBMM tarafından ikinci kez onaylanmış, tüm protestolara rağmen üç genç devrimci 6 Mayıs’ta idam edilmişti.
20. yüzyılın ilk büyük soykırımının doğup büyüdüğümüz topraklarda Ermeni ulusuna karşı başlatıldığı gerçeğini de sürgün koşullarında öğrenmiştik… Ancak ondan sonradır ki, tıpkı TKP lideri Mustafa Suphi ve yoldaşlarının Karadeniz’de katledildiği 28-29 Ocak ve Deniz’lerin katledildiği 6 Mayıs gibi, Ermeni soykırım ve tehcirinin başlatıldığı 24 Nisan da acı ve isyan dolu anmalar takvimimizde yerini almıştı.
Bugün 24 Nisan… 1915 Soykırımı’nın Türkiye’de sadece gelmiş geçmiş tüm iktidarlar, muhalefet partileri, büyük medya tarafından değil, yıllarca militanlığını yaptığım sol hareketimiz tarafından de yok sayılması, bu inkârcılığa karşı Asuri, Ermeni, Kürt ve Türk devrimcileri olarak 80’lerde sürgünde başlattığımız mücadelemizin soykırımın 100. yıldönümünde kurumsallaşması, Hrant Dink’in 2007’de alçakça katledilmesinden sonra Türkiye’deki mücadeleyle bütünleşmesi üzerine anımsadıklarımı Artı Gerçek’te geçen ay yayınlanan iki yazımda okurlarımla paylaşmıştım.
Bu yazıya başlamadan önce 1915 Soykırımı üzerine hem günümüzde, hem de geçmiş yıllarda Belçika medyasında yayınlanmış yazıları tararken, Le Soir gazetesinin yedi yıl önce, 23 Nisan 2015 tarihli sayısında XX. Yüzyılın İlk Soykırımı başlığıyla yayınlamış olduğu yazıdaki bir haritayla karşılaşınca acıyla sarsıldım.
Bu yazımın sunuş görselinde de paylaştığım haritada 1915 yılında Ermeni ulusunun Osmanlı İmparatorluğu içinde yoğun olarak yerleşik bulunduğu bölgeler kahverengiyle belirlendiği gibi, katledilmeyip de tehcire tabi tutulacak Ermenilerin önce hangi illerdeki geçici kamplarda esir tutulduğu, ardından Suriye’de Halep’e ve Deyrizor’a sürüldükleri net şekilde gösteriliyordu. Haritaya göre, Ermeni nüfusun az bir bölümü Ermenistan ve Rusya’ya kaçarak canlarını kurtarabilmişlerdi.
Le Soir’ın yazısı şöyle bitiyordu: “Türkiye’nin demokratikleşebilmesi için her şeyden önce kendi geçmişini tanıması gerek… 1915 yılında Türkiye’deki Ermeni’lerin sayısı bugünkü gibi sadece 10 bin değildi. 13 milyon nüfuslu Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeniler 2 milyondu, yani toplam nüfusun yüzde 15’ini oluşturmaktaydı. Grekler ve Asuriler’le birlikte hristiyanlar nüfusun yüzde 40’ını temsil etmekteydi.”
O yazıyı bitirmiştim ki, ekrana Ermeni yazar dostumuz Murad Mıhçı’nın Artı Gerçek’te yayınlanan “Yüzleşmeyle gerçek olmayan tarihler ortaya çıkacak… Bundan da korkuluyor…” başlıklı söyleşisi düştü. “1914’te 1,5-2 milyon arasında olan Ermenilerin 2022’deki sayısı kaç olmalıydı. Sadece bunu bile düşünsek acının ne kadar büyük olduğunu anlamış oluruz…” diyordu.
Sorunun yanıtını bulmak için Osmanlı Devleti’nin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi istatistiklerine daldım.
Evet… 1915’te 13 milyon olan Türkiye nüfusu 107 yılda 6,5 misli artarak 2022’de 85 milyon’a ulaştığına göre, soykırım ve tehcir olmasaydı, 1915’te 1,5 milyon olan Ermeni nüfus da aynı oranda artarak 9 milyon’u bulmuş olacaktı.
İnsan sevgisinden, barış ve kardeşlik duygularından nasibi olan her bireyin isyan duyması gereken bir sayısal bir gerçek…
Ciddi şekilde düşünüyorum.
Le Soir yedi yıl önce Türkiye’nin gerçekten demokratikleşebilmesi için her şeyden önce kendi geçmişini tanıması gerektiğini söylemişti. Yedi yılda bu planda olumlu bir gelişme oldu mu?
Mevcut AKP-MHP iktidarı ya da gelecek seneki seçimde cumhurbaşkanı olmaya soyunan ana muhalefet partisi CHP ve müstakbel iktidar ortağı olarak seçtiği beş sağ parti 1915 Soykırımı’nı tanıyıp Ermenilerden ve Asurilerden özür dileyecekler mi?
Azeri kankası İlham Aliyev’in çağrısı üzerine Türk Ordusu’nun kara ve hava kuvvetleriyle birlikte Suriye’den derlediği İslamcı teröristleri seferber edip Dağlık Karabağ Ermeni’lerinin üzerine süren Erdoğan’dan zaten böyle bir şey beklenemez…
Daha iki gün önce onun İletişim Başkanı Fahrettin Altun değil mi “Soykırım gibi bir olay kesinlikle yaşanmamıştır. Birçok ülke parlamentosunun Türkiye aleyhine almış olduğu 1915 olaylarına ilişkin kararlar, bilimsel veriler ışığında da, uluslararası hukuk nezdinde de yok hükmündedir. Uydurma bir tarih algısı, hem tarihe hem de insanlığın bütününe karşı yapılmış bir ihanettir” diyen?
Bu konuda Meclis’te tutarlı mücadele veren HDP var… HDP Diyarbakır milletvekili Garo Paylan “Ermeni Soykırımı’nın tanınması, Soykırım faillerinin isimlerinin kamusal alandan kaldırılması” için Meclis’e bir yasa önerisi sunmuştu.
Bu yazıyı yazarken haberi geldi, Meclis Başkanı Mustafa Şentop, öneriyi “iç tüzük hükümlerine aykırı olduğu” gerekçesiyle iade etmiş.
CHP ve müştakları bu skandal red kararı karşısında ne yapacaklar?
Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’si ve başbakan adayı Meral Akşener’in İYİP’i değil miydi, 17 Kasım 2020’de “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde grubu bulunan siyasi partiler olarak, uluslararası camiayı, bugüne kadar Ermenistan’ın işgali ve sorumsuz saldırıları sebebiyle zarar gören Azerbaycan’ın yanında olmaya davet ediyoruz. Bu vesileyle Gazi Meclisimizdeki siyasi partiler olarak, şehit düşen Azerbaycanlı kardeşlerimize Allah’tan rahmet, gazilere acil şifa ve can Azerbaycan’a başsağlığı dilerken, milletimizin dayanışma iradesini bir kez daha güçlü bir şekilde vurguluyoruz” diye ortak bildiri yayınlayarak Dağlık Karabağ’ı işgal tezkeresine “evet” oyu verenler?
Dahası… Geçen yıl, 1915 soykırımının 106. yıldönümünde, ABD’nin yeni başkanı Biden’ın jenosid kelimesi kullanması üzerine CHP’nin sözcüsü Faik Öztrak “Ülkemizin tarihine leke sürülmesine göz yumuldu” diyerek bunu önlemediği için iktidarı eleştirmemiş miydi?
İstanbul büyük şehir belediye başkanlığı koltuğuna HDP seçmenlerinin desteği sayesinde oturmuş olan Ekrem İmamoğlu da, “Türkiye Cumhuriyeti’ni töhmet altında bırakmaya yönelik bu ve benzeri kararlar tarafımızca yok hükmündedir”, Ankara belediye başkanı Mansur Yavaş da “Yapılan açıklamaları şiddetle kınıyorum” diye kükrememişler miydi?
Kılıçdaroğlu da onlardan geri kalmamış, “Kükreyecekleri sanıldı, kedi gibi miyavlama sesi geldi” diye iktidarı Biden’a yeterince sert tepki göstermemekle suçlayarak inkârcılık konusunda Erdoğan’dan daha kararlı ve azimli olduğunu dosta düşmana ilan etmemiş miydi?
2023’te yapılması beklenen genel seçimlere kadar bu inkarcı tutumlarda bir değişim olur mu?
Yıllardır büyük çoğunluğuyla kapıkulu hale getirilmiş büyük medyanın ve özellikle de yüksek reytingli televizyon dizilerinin ırkçı, islamcı ve de fütuhatçı beyin yıkamasına tabi tutulan seçmenlerin oyunu alabilmek için HDP dışındaki tüm siyasal partilerin soykırım konusunda daha inkarcı ve daha teslimiyetçi bir söylem tutturacaklarında hiç kuşku yok.
Kılıçdaroğlu değil mi, bir yandan helalleşme nutukları çekerken, 3 Kasım 2021’de “Kandil denen yuvayı yerle yeksan etmezsem bana Kılıçdaroğlu demesinler!” diye kükreyen, 18 Nisan 2022’de Tayyip’in Kuzey Irak’taki Kürt yerleşimlerine karşı başlattığı kanlı operasyonlara “Irak’ın kuzeyinde yürütülen Pençe-Kilit operasyonunda dualarımız kahraman ordumuzla birlikte… Allah bu mübarek ayda Mehmetçiğimizin ayağına taş değdirmesin” diye açıkça destek veren?
Bu yazıya girerken sözünü ettiğim 1915 Ermeni tehciri haritası, ister istemez bana CHP’nin tek parti döneminde tüm ilkokul duvarlarını donattığı “Türk’ün Göç Yolları” haritasını anımsattı…
2. Dünya Savaşı yıllarında okuduğum kerpiç yapılı ve tek öğretmenli köy ilkokulunda beş sınıfın bir arada ders gördüğü tek dershaneye ilk girişimde duvarda Atatürk’ün büyük portresinin yanı başında bana yukarıdan bakan ünlü haritaydı bu.
Türk ırkının Orta Asya’dan dünyanın dört bir yanına göç ederek medeniyet taşıdığını, Anadolu’daki eski medeniyetleri kuran kavimlerin de özünde Türk olduğunu kanıtlamak üzere Atatürk’ün direktifiyle Afet İnan’ın başkanlığındaki tarihçiler heyetinin geliştirdiği Türk Tarih Tezi’ne uygun olarak yapılmış, yeni kuşakları Türk ırkçısı yetiştirmek üzere tüm ilkokullarda sınıf duvarlarına asılması mecburi kılınmıştı.
Her sabah esas vaziyette “Türküm, doğruyum, çalışkanım” andı içtikten sonra söyletilen Onuncu Yıl Marşı’ndaki “Tarihten önce vardık, tarihten sonra varız…” övünmesinin grafik ifadesiydi…
Tüm ilkokul sınıflarını işte bu haritanın empoze ettiği beyin yıkaması altında okumuş bir kuşağın ırkçılık ve fütuhatçılık prangasını kırması kolay olabilir miydi?
O prangayı kırabilenler ise bunun bedelini ilk kez 12 Mart darbesinde, ikinci kez de daha ağır şekilde 12 Eylül darbesinde ödediler. Faşist diktatör Kenan Evren tarafından “Kansızlar” diye suçlanarak Türk vatandaşlığından atılmamızın nedenlerinden biri de, hiç kuşku yok, bu “göç yolları” beyin yıkamasını çöpe atarak Türk ırkı adına soykırımlara, işkencelere, zindanlara maruz bırakılmış ulusların çocuklarıyla birlikte saf tutmuş olmamızdı.
Son zamanlarda Türkiye televizyonlarında tarihsel dizileri seyrederken, ilkokul yıllarımı bir kâbus gibi karartan o göç yolları haritasını yeniden karşımda görür gibi oluyorum.
Evet, şu sıralarda reytingi en yüksek Alparslan Büyük Selçuklu, Kuruluş Osman ve Barbaroslar Akdeniz’in Kılıcı dizilerinin ortak özelliği hep o ırkçı ve islamcı fütuhatçılığa odaklanmış olmaları.
Türk-İslam fütuhatı adına Anadolu’nun ve Akdeniz’in, Türk’lerin gelişinden önce binlerce yıl o topraklarda var olmuş, uygarlıklar kurmuş halklara karşı sürekli saldırı, kılıç dansları, işkenceler ve bir darbede kelle almalar sürüsüne bereket…
Her fetih zaferinden sonra kılıçlar havada “Allahuekber” haykırışları… “Daha Batıya…Kızıl Elma’ya” yeminleri…
Kitlelerin böyle koşullandırıldığı bir ortamda iktidardakilerin de, muhalefettekilerin de nabza göre şerbet vermekte olmalarına neden şaşmalı?
Evet, bugün 24 Nisan… 1915 Soykırımı’nın 107. yıldönümü.
Soykırımda, tehcirde can veren Anadolu’nun Ermeni ve Asuri insanlarını saygıyla anıyor, onların Türkiye’de çok az sayıda kalan, diyasporalarda hak ve adalet arayışını ödün vermeksizin kararlılıkla sürdüren torunlarıyla dayanışmamızı ve mücadele birlikteliğimizi bir daha teyid ediyoruz.
Türkiye siyaset dünyasında HDP ve onunla aynı kavgayı paylaşan sol partiler ve demokratik kitle örgütleri dışında 1915 Soykırımı’nı tanıyan, o soykırımın kurbanı halklardan özür dileyen bir ses çıkacak mı?
İzlemedeyiz…
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***