Rusya-Ukrayna savaşı, küresel fay hatları üzerindeki kırılganlığı daha da artırdı. Savaş, AB için acil müdahale gücünü gündeme getirdi, Rusya’nın jeopolitik bir tehdit olarak görülmesine neden oldu. Ayrıca Avrupa’nın enerji ithalatını ve tedarikini de akut bir mesele haline dönüştürdü. Enerji güvenliği ve tedariki, hem küresel ekonomiyi hem de ülkelerin gündelik hayatını etkileyen yönüyle artık doğrudan bir ülke güvenliği sorunu sayılıyor.
Enerji ve enerji tedarik denince akla gelen ilk soruları Mardin Artuklu Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Dr. Necmettin Acar ile konuştuk.
Savaşın yarattığı krizin Avrupa ve Amerika’da yol açtığı enerji sorunlarıyla başlasak… Savaş öncesi tablo neydi, savaş neyi hangi yönde değiştirdi?
Aslında 2010 sonrası dönemde ABD’nin herhangi bir aktöre enerji bağımlılığı kalmadı. Hatta ABD günümüzde enerji ihraç eden bir ülke ve yakın gelecekte dünyanın en büyük enerji ihracatçısı olması bekleniyor. Çünkü 2010 sonrası dönemde ABD’de keşfedilen ve büyük yatırımlar yapılan kaya gazı rezervleri, hem ülkenin enerji ihtiyacı için hem de ihracat için yeterli seviyede.
Burada Avrupa’nın durumu ise oldukça kritik. Eğer tüm Avrupa bir ekonomik bölge olarak ele alınacak olursa, dünyanın en büyük ekonomik bölgesi ve dolayısıyla da dünyanın en çok enerji tüketen merkezi olarak nitelenebilir. Ancak enerjide kendi kendine yeterli olmayan Avrupa ülkeleri gelişmiş sanayilerinin enerji ihtiyacını güvene almak için önemli ölçüde ithalata başvurmak zorundalar.
Avrupa’nın enerji ihtiyacını güvene almakla ilgili uzun yıllardır derin endişelerinin olduğunu söyleyebiliriz. 2006 ve 2010 yıllarında Rusya doğalgazı kestiğinden beri de bu endişe derinleşiyor. Hatta 2006 sonrası dönemde Avrupa ülkelerinin baskısıyla enerji güvenliği maddesi NATO stratejik konseptinde yer almaya bile başladı.
Bugün itibariyle petrol ve doğalgazda Avrupa’nın bağımlılığını ayrı değerlendirmek gerekiyor. Petrol arz piyasası doğalgaza göre daha homojen bir yapı arz ettiği için, artan maliyetleri hesaba katmazsak, Avrupa’nın petrolle ilgili bir güvenlik endişesi bulunmuyor. Yani Avrupa ülkeleri petrolü Kanada, Basra Körfezi, Norveç gibi çok değişik rezerv bölgelerinden temin edebilirler.
Fakat doğalgaz arz piyasasındaki aktörlerin sınırlılığı sebebiyle durum petrolden çok farklı. Bugün küresel doğalgaz rezervleri açısından ilk dört ülke Rusya (%25) İran (%17), Katar (%12) ve Türkmenistan’dır (%7). İran zaten uluslararası yaptırımlardan dolayı gaz ihraç edemiyor. Rusya’ya son günlerde uygulanmaya başlayan yaptırımlarla Rusya da küresel enerji piyasalarından dışlanmaya çalışılıyor. Türkmen gazının ise, jeopolitik gerekçelerle Rusya ve İran’a rağmen Avrupa’ya taşınması mümkün değil. Dolayısıyla mevcut koşullarda Avrupa’nın küresel doğalgaz rezervlerinin %50’sine erişimi neredeyse imkânsızlaşıyor.
Hâlihazırda Avrupa doğalgaz ihtiyacının %40’ı Rusya’dan, %10’u Cezayir’den geliyor. Avrupa ülkeleri %20 oranında da LNG ithal ediyorlar. Dolayısıyla Avrupa’nın toplam doğalgaz tüketiminin %70’i kıta dışından geliyor.
Rusya-Ukrayna savaşında, enerji güvenliği ve enerji tedariki neden önemli bir stratejik unsura dönüştü?
Burada iki temel husus bulunmakta; Putin Rusyası’nın enerjiyi politik hedefleri gerçekleştirmek için bir silah olarak kullanma konusunda hevesli olması ve Avrupa’nın da dâhil olduğu Batı bloğunun Ukrayna savaşı sebebiyle Rusya’ya yönelik yoğun bir yaptırım hamlesi başlatmış olması. 2006 ve 2010 yıllarında Rusya Avrupa’ya gaz taşıyan hatların vanasını kapattığında merkez ve doğu Avrupa ülkelerinde çok sayıda insan soğuktan donarak hayatını kaybetmişti. Batının uyguladığı yaptırımlara Putin, enerji kartı üzerinden cevap vermek isterse ya da Biden yönetimi Avrupalı müttefiklerini Rusya’dan gaz ithalatını kesmeleri konusunda ikna ederse Avrupa’nın enerji tedarikinde ciddi sorunlar ortaya çıkacaktır. İçinde bulunduğumuz kış şartları da hesaba katılırsa böyle bir senaryoda Avrupa’yı zor günler bekliyor diyebiliriz.
Avrupa bu bağımlılığı gidermek ve enerjide çeşitliliğe gitmek için ne tür hamleler yapıyor? Alternatifleri hangi enerji hatları ve ülkeler acaba?
Avrupa’nın Rus doğalgazına bağımlılığı ülkeler nezdinde farklılık gösteriyor. Bugün itibariyle Merkez ve Doğu Avrupa ülkelerinde bağımlılık kritik seviyede. Bazı doğu Avrupa ülkeleri yüzde yüz Rus doğalgazına bağımlı durumda.
Avrupa ülkelerinin kısa vadede Rus gazına olan bağımlılığından kurtulmaları olası değil. Çünkü az önce ifade ettiğim gibi, şayet Rus gazına bir yaptırım gelirse, yaptırımlar ve jeopolitik gerekçeler sebebiyle zaten küresel rezervin yaklaşık yarısı pazardan dışlanmış durumda. Bugün Katar ve ABD’den sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) ithalatı konuşuluyor. Fakat ne ABD’de ne de Katar’da Avrupa’nın Rusya’dan temin ettiği yıllık yaklaşık 200 milyar metreküplük doğalgazı sıvılaştırıp nakledecek tesisler mevcut. Gazı sıvılaştırmak zaten başlı başına maliyette %30’luk bir artış demektir.
Aynı zamanda Avrupa’daki doğalgaz altyapısının boru hattıyla taşınan doğalgaza göre inşa edildiği gerçeği göz önüne alınırsa LNG seçeneği hem maliyetin artması hem de doğalgaz altyapısına yeni yatırım demek. Avrupa’nın gaz tedarikinde LNG’ye ağırlık vermesi ve bu gazı Katar’dan temin etmeye başlaması durumunda Süveyş, Bab-el Mendeb, Hürmüz gibi kritik su yollarının güvenliğinin de sağlanması gerekiyor. Kısa vadede Avrupa için Rus gazına alternatifin bulunmadığını söyleyebiliriz.
Fakat uzun vadede İran, Katar ve Azeri gazının Türkiye rotası üzerinden Avrupa’ya taşınması mümkün. Bu seçeneğin devreye alınması İran’a yönelik yaptırımların kalkması ve Suriye ile Irak gibi ülkelerde siyasi istikrarın sağlanmasına bağlı. Çünkü Katar gazı Avrupa’ya ancak Irak ve Suriye üzerinden boru hatları ile taşınabilir.
Putin’in başta Almanya ile direkt hat olan Kuzey Akım-2 olmak üzere enerjiyi Batı politikalarında politik bir enstrüman olarak kullandığı söylenebilir mi? Buna dair somut olaylar/gelişmeler yaşandı mı geçmişte acaba?
Putin Rusya’sı geçmişte enerjiyi politik hedefleri için bir silah olarak kullandı. 2006 ve 2010 yıllarında Avrupa’ya giden doğalgaz hattını kapatmak suretiyle Avrupa ülkelerini zor durumda bıraktı. Son dönemde Ukrayna sahasında yaşanan gelişmeleri de göz önüne aldığımızda Avrupa için Rusya’nın artık güvenilir bir enerji tedarikçisi sıfatını kaybettiğini söyleyebiliriz.
Almanya başbakanının Türkiye’ye tabiri caizse apar topar gelişinin ana nedenlerinden birinin enerjiyi çeşitlendirme hamlesi olduğu, bunun için de Türkiye’nin Katar üzerinden arabulucu olmasını talep ettiği iddiaları var. Çünkü Katar dünyadaki sıvılaştırılmış gazın neredeyse 1/3’ünü karşılıyor. Ardından Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin başbakanı geldi Türkiye’ye. Katar gazının Irak hattıyla, Türkiye üzerinden Avrupa’ya sevkine dair anlaşmalar yapılacak iddiaları var. Tüm bu iddialara ne dersiniz?
Almanya bugün itibariyle Gazprom’un en büyük müşterisi konumunda. Yıllık yaklaşık 100 milyar metreküp doğalgaz kullanıyor ve bu miktarın önemli bir kısmını Rusya’dan ithal ediyor. Büyüyen sanayisini de göz önüne aldığımızda Almanya’nın gaz ihtiyacının artarak devam edeceğini söyleyebiliriz. Biraz önce de söylediğim gibi Katar’dan sıvılaştırılmış gaz tedarikine yönelik girişimler Almanya’nın ihtiyacını karşılamaktan oldukça uzaktır. Bu taşıma su ile değirmen döndürmeye benziyor.
Körfez bölgesinden ve Irak’tan Avrupa’ya Türkiye üzerinden gaz sevki en uygun seçenek olarak duruyor. Almanya’nın uzun vadede bu seçeneği desteklemekten başka çaresi yoktur. Temelde Avrupa’ya gaz tedariki için üç rota bulunuyor; Rusya, Doğu Akdeniz ve Türkiye. Bugün itibariyle bu seçeneklerden ilk ikisinin devre dışı kaldığını söyleyebiliriz.
Doğu Akdeniz hattı demişken, Türkiye’nin karşı olduğu Doğu Akdeniz’de Eastmed Projesi vardı bildiğiniz gibi. Bu proje çöktü ve ABD de maliyetli bulduğu için bu projeden geri çekildi. Türkiye Mavi Akım hattı, Türk Akım Hattı, TANAP hattı, Şahdeniz Projesi gibi enerji hatlarıyla içiçe. Buradan Türkiye’nin küresel enerji jeopolitiğinde önemli bir aktör olduğunu söyleyebilir miyiz yoksa bu erken bir tanımlama mı olur? Ne dersiniz?
Bugün Türkiye hem jeopolitik konumu hem de siyasi ve askeri kabiliyetlerinin sağladığı güven sebebiyle küresel enerji güvenliğinin en önemli aktörlerinden biri haline gelmiştir. Küresel doğalgaz rezervlerinin (Rusya, İran, Katar ve Türkmenistan rezervlerinin toplamı) %60’ı Türkiye’nin doğu sınırlarında bulunmakta. Aynı zamanda küresel ölçekte en büyük tüketiciler de Türkiye’nin batı sınırlarında bulunmakta. Avrupa’daki tüketici ülkelerin Türkiye’nin jeopolitik avantajlarına başvurmadan enerji güveliğini sağlamaları çok mümkün değil. Boru hatlarına gelince, Türkiye’den Avrupa’ya uzanan hatlar hâlihazırda çok yüksek kapasiteye sahip değil. Ancak kısa kısa vadede yapılacak yatırımlarla boru hatlarının kapasitesi artırılabilir.
Sizin ifadenizle, Türkiye’nin doğu sınırları küresel doğalgaz rezervleri, batı sınırları ise en büyük doğalgaz tüketicileri konumunda, üstelik enerji güvenliği Ukrayna işgali ile birlikte had safhaya çıkmışken, Türkiye jeopolitik enerji coğrafyasında bunu sizce nasıl değerlendirmeli? Makro ve mikro bazda önerileriniz nelerdir acaba?
Türkiye’nin Avrupa ile ilişkilerinde bir süredir sorunlar yaşandığı bilinen bir gerçek. Bugün Avrupa’nın Türkiye’ye, Türkiye’nin de Avrupa’ya ihtiyacı bulunmakta. Aynı zamanda Türkiye’nin İran, Katar, Türkmenistan ve Azerbaycan gibi doğalgaz piyasasının önemli aktörleri ile iyi ilişkileri bulunmakta. Mevcut koşullarda Avrupa ülkelerinin Irak ve Suriye’de siyasi istikrarı sağlamaktan başka bir çareleri bulunmuyor.
Rusya’nın enerjideki yatırımları ve Avrupa’yı bağımlı hale getiren projeleri, ABD’nin kaya gazı üretimiyle birlikte elde ettiği yeni konum… Bu ve benzer gelişmeler Suudilerin petrol üzerindeki 1960’lardan beri süregelen hâkimiyetinin sarsıldığına dair yorumlara yol açıyor. Biden’ın Katar Emiri’ni Şubat ayında Beyaz Saray’da ağırlayıp Katar’ı NATO üyesi olmayan müttefik olarak belirlemesini de eklediğimizde, Suudilerin küresel enerji jeopolitiğindeki öneminin azaldığını söyleyebilir miyiz?
Son yirmi yılda küresel enerji piyasaları köklü bir dönüşüm geçiriyor. 20. Yüzyılın başında petrol, kömürü tahtından indirmişti. Bugün böyle köklü bir değişim olamasa da doğalgazın petrolün tahtını sarstığını söyleyebiliriz. Küresel doğalgaz üretim ve tüketiminde yaşanan artış, kaya gazı devrimi ve çevresel faktörler doğalgaz üretim ve tüketimini teşvik ediyor. Bildiğiniz üzere Katar geçtiğimiz yıl OPEC’ten ayrılmıştı. Suudiler uzun yıllar enerji piyasalarındaki hâkim pozisyonları sebebiyle “küresel enerji piyasalarının denge sağlayıcısı” (swing producer) olarak isimlendirilmişlerdi. Fakat içinde bulunduğumuz dönemde hem ABD ve Rusya gibi aktörlerin yaptıkları yatırımlarla petrol üretimini büyük miktarda artırmış olmaları hem de doğalgaz piyasalarında yaşanan gelişmeler petrol piyasasının en büyük aktörü olan Suudilerin küresel enerji piyasalarındaki öneminde ciddi bir azalmaya yol açtı.
Yıllık yaklaşık 500 milyar metreküplük doğal gaz tüketimi olan Avrupa ülkeleri bu tüketimin yaklaşık 200 milyar metreküpünü Rusya’dan temin ediyor. Avrupalı aktörlerin Rus doğal gazına bağımlılığının bu derece yüksek olmasında, Avrupa’nın SSCB’nin çökmesiyle birlikte Rusya’yı jeopolitik bir tehdit olarak görmemelerinin etkisi oldu mu? Yoksa başka seçenekleri yok muydu? Ya da Avrupalılar Putin’i küresel siyaset veya küresel düzen bağlamında iyi mi okuyamadılar sizce? Üstelik Rusya’nın Ukrayna ile yaşadığı 2006 ve 2014 krizi sonrasında AB vanalarını kapatmış olmasına rağmen?
Soğuk Savaşın Batı’nın zaferiyle bitmesi, Batı bloğunda bir zafer sarhoşluğuyla “Tarihin Sonu”nun ilan edilmesine yol açtı. Batı’da yükselen bu özgüven Batı’nın bir daha tehdit edilemeyeceğine ve hiçbir ideolojik veya jeopolitik aktörün Batı karşısında meydan okuyamayacağına dair bir yanılsamaya yol açtı. Aslında Rusya 2008 yılındaki Gürcistan operasyonuyla Batı’ya yönelik jeopolitik bir tehdit olabileceğini göstermişti. Fakat bu tarihte Batılı ülkeler Huntington’un “Medeniyetler Çatışması”nda çizdiği stratejiyi takip ederek İslam dünyasına yönelik topyekûn bir savaş başlatmıştı. Oluşan bu stratejik “çatlakta” Rusya ve Çin güçlerini konsolide etmeyi başardılar. Bugün itibariyle Batı için Rusya’dan kaynaklı bir tehdit olsa da yakın gelecekte en büyük meydan okuma Çin’den gelecektir.
Küresel enerji jeopolitiğinde Türkiye’nin önemli bir aktör olduğunu yazılarınızda ve çıktığınız TV’lerde sıklıkla söylüyorsunuz. Türkiye küresel enerji hatlarında neden güvenli bir aktördür? Türkiye dışında Avrupa’nın arayacağı başka aktör yok mudur? Türkiye’ye mecburlar mı? Bu durum irtifa kaybetmiş Türkiye-AB ilişkilerini nasıl etkiler sizce?
Biraz önce de söylediğim gibi Avrupa ülkeleri ihtiyaç duydukları doğalgazı boru hatlarıyla temin etmek zorundalar. Avrupa’ya boru hatları ile gazın taşınabileceği üç rota bulunuyor; Rusya, Doğu Akdeniz ve Türkiye. İlk iki seçeneğin elendiği bir siyasal atmosferde Türkiye tek seçenek olarak kalıyor.
Türkiye’nin kendisini Batılı bir aktör olarak kabul etmesi ve Batı ile geçmişten gelen iyi ilişkileri sebebiyle Batı’ya yönelik bir tehdit teşkil etmeyecektir. Aynı zamanda ülkenin siyasi istikrarı de Türkiye’nin güvenilir bir tedarikçi, en azından transit bir ülke olmasını temin etmektedir.
Bugün Avrupa’nın doğalgaz ihtiyacı varsa Türkiye’nin de AB ile yakın işbirliğine ihtiyacı var. Sayın Cumhurbaşkanı’nın Hollanda Başbakanı Rutte ile yaptığı görüşmede müzakerelerin kaldığı yerden devam etmesine yönelik mesajları bu süreçte Türkiye-AB ilişkilerinde olumlu bir havanın oluştuğuna işaret ediyor. Türkiye’nin AB üyeliği konusunda direnen aktörlerinde mevcut koşullarda bir değişimin olması kaçınılmaz gözüküyor.
Dünya hegemonyasında veya savaşların geleceğini belirlemede şöyle bir okuma var: Suların hâkimiyetine sahip olanlar ile toprak karasına sahip olanların arasındaki çekişmede denizlere hâkim olanlar kazanıyor… Dünyanın en büyük doğalgaz rezervine sahip ülkelerden Rusya ve İran’ın, Batı için jeopolitik bir tehdit olarak görülmesinden sonra ibre ABD, Venezuela ve Katar doğalgazına yönelmiş durumda. Yani deniz aşırı ülkelere. Bu durumda enerji güvenliği kadar suların güvenliği ve hâkimiyeti de stratejik bir unsura dönüşüyor. Hürmüz, Bab-el Mendeb, Kızıldeniz, Süveyş ve Cebelitarık su yolları gibi. Bu okumaya dair ne dersiniz acaba?
Denizlerin hâkimiyeti her zaman küresel siyasetin önemli bir gündemidir. 18. ve 19. Yüzyıllarda İngiltere’nin küresel hegemonyasında denizlerdeki hâkimiyetinin önemli bir rolünün bulunduğu biliniyor. Fakat bugün Çin’in geçmişte İngiltere’nin denizlerde oynadığı bu rolü oynama konusundaki hevesleri, Batı bloğu açısından kritik suyollarının güvenliğini önemli bir gündem maddesi haline getirmiştir. Saydığınız kritik suyollarının neredeyse tamamında bugün itibariyle ciddi bir istikrarsızlık söz konusu. Yakın gelecekte kritik suyollarının güvenliği Çin ile ABD arasında önemli gerilim noktası olacaktır. Geçtiğimiz aylarda ilan edilen AUKUS paktı, Çin’i Güney Çin Denizi’nde durdurmaya yönelik bir girişimdi. Hâlihazırda Çin alternatif rotalar kullanarak kritik suyollarında ABD ile doğrudan karşı karşıya gelmekten sakınıyor. Örneğin Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru (CPEC) Çin’in Malaka Boğazı’ndaki ABD denetimini alternatif bir yol ile aşma çabasıdır. Yine benzer şekilde Myanmar-Çin boru hattı da Çin’in petrol tedarikinde Malaka’yı by-pass etme girişimlerinden biridir. Çin’in Rusya, Kazakistan gibi ülkelerden doğalgaz ve petrol boru hatları inşa etmesi de ithal ettiği toplam enerjisinin %90’ını denizlerden taşıyan Çin için önemli alternatifler olarak sayılabilir.
Her ne kadar Çin son dönemde güçlü bir donanma inşa etse de henüz ABD’ye meydan okuyabilecek bir kapasite geliştiremediğini de söyleyebiliriz. Kritik suyollarında denetimi sağlayamayan Çin alternatif rotalar kullanarak kritik suyollarını by-pass etmektedir. Ancak yakın gelecekte denizlerin ve kritik suyollarının ABD ile Çin arasındaki küresel hegemonya yarışında önemli bir gerilim noktası olacağını söyleyebiliriz.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***