Koç Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Somer, Türkiye’nin içinde olduğu ekonomik kriz, Ukrayna-Rusya savaşı ve bu savaşın etkilerine dair birçok konuda değerlendirmeler yaptı. Seçim Kanunu’ndaki değişiklikleri dair konuşan Prof. Dr. Somer, “ mevcut durumu daha da tehlikeye sokuyor. Hem seçim mühendisliği, hem de seçmen listelerinin oluşturulması, oyların kullanılması, sayılması ve ilan edilmesi aşamalarında anti demokratik müdahalelere kapı açan değişiklikler” vurgusu yaptı. Prof. Dr. Somer, “Türkiye’nin benzer “otoriterleşme süreçlerini yaşamış olan ülkelerden” ayrıştığı nokta toplumun büyük kesiminin havlu atmaması, teslim olmamasıdır. Sivil toplumda, medyada hem insanlar doğruları söylemeye, iktidarı eleştirmeye devam ediyorlar, hem de seçimlere katılmaya, sandığa gitmeye, siyasal örgütlenme yapmaya devam ediyorlar” dedi.
Ukrayna-Rusya savaşına değinen Prof. Dr. Somer, “Ukrayna şu anda Batı’nın çok daha fazla yardım etmesini istiyor ve Batı’yı yeterince yardım etmemekle, NATO’yu “hava sahasını kapatmamakla” suçluyor. NATO bunu yapmıyor çünkü Rusya bir nükleer güç ve hava sahasını kapatmak dünya savaşı çıkarabilecek bir hareket. Bunu yapamasa da Ukrayna’yı destekliyor” ifadelerini kullandı.
‘ANTİ DEMOKRATİK MÜDAHALELERE KAPI AÇAN DEĞİŞİKLİKLER’
Türkiye’nin meşru rejimi sosyal devlete dayalı laik demokrasi olduğunu belirten Prof. Dr. Murat Somer, Sözcü’den Ruhat Mengi’ye konuştu. Prof. Dr. Somer, “Anayasa’da yazılı olan meşru rejimimiz şu anda seçilmiş hükümet tarafından askıya alınmış durumda ve uygulanmıyor. Uygulamayanlar hukuka aykırı davranıyorlar ve meşruiyetlerini kaybediyorlar” ifadelerini kullandı.
Sadece seçimlerin yapılması da o ülkede demokrasinin olduğunu göstermediğini söyleyen Prof. Dr. Somer, “Şu anda bizim seçimlerimiz özgür ve adil değil. En son sunulmuş olan Seçim Kanunu’ndaki değişiklikler mevcut durumu daha da tehlikeye sokuyor. Hem seçim mühendisliği, hem de seçmen listelerinin oluşturulması, oyların kullanılması, sayılması ve ilan edilmesi aşamalarında anti demokratik müdahalelere kapı açan değişiklikler” diye konuştu.
‘KURA YÖNTEMİ HER TÜRLÜ MANİPÜLASYONA AÇIK’
“En kıdemli hakimlerin yerine kurayla seçilecek birinci derece hakimlerinin gelmesi” değişiklik değil mi? sorusunu Prof. Dr. Somer şöyle değerlendirdi:
“Elbette, çünkü bunun yapılması için hiçbir meşru gerekçe yok, yani bundan dolayı çıkmış olan herhangi bir sorun yok bizim seçimlerimizde. Başka nedenlerle çıkmış olan birçok sorun var, bu sorunlara bir çözüm getirilmiyor. Örneğin parmak boyası en pratik ve önemli, uygulanabilecek bir önlemdir şu anda Türkiye’de, bu hiçbir şekilde gündeme getirilmiyor. Bunun yerine sistemin gayet güzel işleyen bir safhası; kıdemli hakimler yerine birinci sınıf hakimler getiriliyor ve bu kura yöntemi her türlü manipülasyona açık. Bunlar iktidara 10-20 sandalye daha fazla sağlayabilmek için yapılmış olan değişiklikler. Ancak hepsinin aşılması mümkün. Muhalefet ittifakını zayıflatmak isterken tam tersine muhalefet partilerinin daha da sıkı bir ittifaka yönelmelerine yol açabilirler.”
‘HAKİKAT ÖTESİ SÖYLEMLER YILGINLIK YARATIYOR’
İktidar partili siyasetçilerin “Biz gelmeden ambulans yoktu, biz gelmeden buzdolabı yoktu” söylemlerini üzerine Prof. Dr. Somer, “Bunlar hakikat ötesi siyasetin örnekleri, Macaristan, Polonya, Venezuela, Tayland gibi birçok ülkede görülebiliyor. Bizde de bu söylemin bu raddeye gelmesi uzun bir sürede oldu, bir ülkede biz buna “kademeli otoriterleşme” diyoruz. O sürecin içinde bir ülke ne kadar uzun süre kalırsa, onun hakikat üzerindeki yozlaştırıcı etkisi daha fazla oluyor. Hakikat ötesi söylemler tekrarlana tekrarlana kendi tabanında bir alışkanlık, öbür tarafta da yılgınlık yaratıyor” ifadelerini kullandı.
‘TÜRKİYE DEMOKRASİYE GEÇME MÜCADELESİ VERİYOR’
Prof. Dr. Somer, “Türkiye’nin benzer “otoriterleşme süreçlerini yaşamış olan ülkelerden” ayrıştığı nokta toplumun büyük kesiminin havlu atmaması, teslim olmamasıdır. Sivil toplumda, medyada hem insanlar doğruları söylemeye, iktidarı eleştirmeye devam ediyorlar, hem de seçimlere katılmaya, sandığa gitmeye, siyasal örgütlenme yapmaya devam ediyorlar. Bu anlamda yılmıyorlar ama şu anlamda bir yılma oluyor; o kadar çok isyan edilecek olay oluyor ki hangisine yanıt vereceğinizi bilemiyorsunuz, bir yerde muhaliflik de artık kalıcı bir hal, hayat tarzı olmaya başlıyor. Oysa bizim şunu söylememiz lazım: Bu durumdan artık çıkmalıyız, hiçbir toplum buna uzun süre dayanamaz. Hangi söylemle, hangi siyasi ittifakla, siyasal stratejiyle bir demokrasiye geçebiliriz? Türkiye demokrasiye geçme mücadelesi veriyor, şu anda Anayasa’ya uyulmuyor ve bunu engelleyecek kurumlar paralize olmuş durumda, o zaman bizim demokrasiye geçmek için bir siyasal değişime ihtiyacımız var” vurgusu yaptı.
‘HALKA KEMER SIKTIRIYORLAR YANDAŞA KEMER BOLLAŞTIRIYORLAR’
İnsanlar ekonomik kötüleşmenin sorumlusunun hükümet olduğuna inanıyorsa seçmen davranışı değişiyor diyen Prof. Dr. Somer, “Türkiye’de çok uzun zamandır siyasal ve ekonomik olaylar, iktidar lehine yorumlanarak sunuluyor. Önce ekonomik krizin nedeninin COVID olduğu, ABD’nin, dış güçler ve içerdeki işbirlikçilerinin veya dünyadaki enflasyonun olduğu anlatılıyordu, bunun bir alıcısı olduğu iktidar tarafından biliniyordu. Ukrayna’da savaş çıkınca eli biraz daha rahatladı. Bakan şimdi enflasyonun yüksek olduğunu söyleyebiliyor, çünkü biliyor ki savaş nedeniyle bütün dünyada enflasyon var, “sorumlusu biz değiliz” diyebilecek. Gerçeğin bu olmadığını açık bir şekilde ortaya koymak muhalefete düşüyor” dedi.
Enflasyonun bir kemer sıkma politikası olduğunu ifade eden Prof. Dr. Somer, “Hepimiz yoksullaşıyoruz. İktidar halk açısından bir kemer sıkma politikası uyguluyor fakat kendi destekçisi olan sermaye kesimine tam tersine kemer bollaştırma politikası uyguluyor, çünkü son tahlilde iktidarda kalmak için herhalde onların desteğine muhtaç olduğunu düşünüyor. Türkiye’de küçük bir azınlığın çıkarı büyük bir çoğunluğun önüne geçmiş durumda ve bütün ekonomi politikaları bu durumu sürdürme mantığı üzerine kurulu” diye konuştu.
‘DEMOKRATİK EROZYON BİR KEZ BAŞLADI MI DURDURMAK ÇOK ZORDUR’
Diyanet İşleri, yıllardır hutbelerde Atatürk’ün adını anmadığı sorusuna Prof. Dr. Somer, “Demokrasiye geçmek lazım. Diyanet’in bu eylemleri Anayasa’ya aykırı, bizim devlet geleneklerimize aykırı. Çok açık şekilde karşı devrimci bir zihniyet söz konusu. Bu kademe kademe yapıldı, o yüzden de çok etkili oldu. Diyanet bunu 2005 yılında yapabilir miydi? Ekonomik buhran da bu kademe kademe yapılan demokratik erozyonun, otoriterleşmenin yarattığı kötü yönetimin sonucudur. Demokratik erozyon bir kez başladı mı durdurmak çok zordur, bizdeki gibi uzun süre devam ettiğinde ise yıkıcı etkileri çok ağır olur”dedi.
‘BÜTÜN ÜLKELER ÇIKARLARINI GÖZETİYORLAR’
ABD’nin Türkiye’den “S 400’leri Ukrayna’ya vermesini istediği” haberlerine dair konuşan Prof. Dr. Somer şunları ifade etti:
“ABD Türkiye’ye “S 400’leri Ukrayna’ya verin” gibi bir teklif yaptıysa bu bence bir öngörüsüzlük. Amerika çok dış politika hatası yapan bir ülke, Irak’ı, Afganistan’ı düşünün ne kadar çok hata yaptığını görüyoruz. ABD tabii ki bunu bilerek yapıyor, uluslararası ilişkileri komplo teorileri gibi yorumlayamayız, bütün ülkeler çıkarlarını gözetiyorlar. Burada esas soru şu: ABD’nin teşviklerine rağmen Türkiye Suriye’ye, Amerika’nın zoruyla mı girdi? Sonuç itibariyle Türkiye’nin bu savaşa girmemesi gerekiyordu. “Öngörüsüzlük” deyimini şu yüzden kullandım, diyelim ki Türkiye, S 400’leri Ukrayna’ya verdi, savaşın bir parçası oldu. Bu Türkiye için çok zararlı olur. Türkiye’nin Rusya’nın saldırısına maruz kalması Amerika için de çok büyük bir başarısızlık, hata olur. Türkiye buna uymak zorunda değil. Türkiye, Ukrayna’nın işgalini sonuna kadar kınamalıdır, unutmayalım ki Rusya’nın potansiyel hedeflerinden biri de biziz, Amerika’dan çok bu konuları düşünmesi gereken ülke biziz. Türkiye Rusya’yı kınadı ama aynı zamanda Ukrayna ve Rusya’yı bir araya getirmeye çalışıyor, aşırı hasmane bir söylem kullanmıyor, bu doğru bir politika.”
Türkiye neden Rusya’nın potansiyel hedeflerinden bir söylemine dair Prof. Dr. Somer, “Tarihsel olarak bakıldığında bizim en çok savaştığımız ülkelerden biri. Hatta Osmanlı İmparatorluğu’nun gerilemesi, Rusya’nın genişlemesi tamamıyla Türk-Rus ilişkileri üzerinden okunabilir. Rusya’nın komşusuyuz, sıcak denizlerle arasında bulunan bir ülkeyiz, dolayısıyla biz caydırıcı konumda olmazsak, gıdada, enerjide bağımlı olursak, anlaşmazlıklara dayalı bir ilişkimiz olursa bu elbette ki mümkün olan bir şey” ifadelerini kullandı.
‘OTORİTER REJİMLERDE İKTİDARI KAYBETME İHTİMALİ BİR ÖLÜM KALIM MESELESİDİR’
Rusya bir yandan Kiev’i bombalıyor, bir yandan da Ukrayna-Rusya görüşmeleri sürdürmesi çelişkisine Prof. Dr. Somer, “ Kiev’de sığınakları bile bombalaması, savaşı bu kadar tırmandırması; hem masada elini güçlendirmek, hem de yaratacağı göç dalgası gibi nedenlerle Batı dünyasını bölebilmek, uluslararası hukuka ve etiğe aykırı bir savaş mantığı içerisinde garip değil, açıklanabilir. Garip değil derken, bu hiçbir şekilde kabul edilemez bir şey, egemen bir devletin yine egemen bağımsız bir devleti “kendisine saldırmadığı, bir karşı harekata girişmediği halde” işgal etmeye kalkışması tamamen yanlış. Bir de şu noktayı unutmamak lazım, bu savaşa girdikten sonra Putin’in iç siyasette popülaritesini kaybetmemek için mutlaka kazanmak zorunda olması. Ve burada Rusya’nın demokratik bir devlet olmaması çok önemli. Demokratik bir hükümet elbette dış politikada bir silahlı çatışmada başarısız olursa popülaritesi düşer, seçimleri kaybedebilir ama o iktidar için ölüm kalım meselesi değildir. Ama otoriter rejimlerde iktidarı kaybetme ihtimali bir ölüm kalım meselesidir. Dolayısıyla otoriter bir iktidarı temsil eden Putin’in bu savaşı mutlaka kazanması ya da halka açıklayabileceği bir sonuçla çıkması gerekiyor” vurgusu yaptı.
Prof. Dr. Somer, “Ukrayna şu anda Batı’nın çok daha fazla yardım etmesini istiyor ve Batı’yı yeterince yardım etmemekle, NATO’yu “hava sahasını kapatmamakla” suçluyor. NATO bunu yapmıyor çünkü Rusya bir nükleer güç ve hava sahasını kapatmak dünya savaşı çıkarabilecek bir hareket. Bunu yapamasa da Ukrayna’yı destekliyor” dedi.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***