İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) 19 Kasım 2021 tarihli açıklamasına göre, Türkiye hapishanelerinde 591’i ağır olmak üzere en az 1.569 hasta mahpus bulunuyor. Yine İHD verilerine göre, 2020-21 arasında en az 49 mahpus hayatını kaybetti, 15 mahpusun intihar ettiği iddia edildi. Hemen her hafta bir ölüm haberinin geldiği cezaevlerinden yükselen ses dışarıda yankı bulamıyor. Marmara Tutuklu ve Hükümlü Aileleri Dayanışma Derneği (MATUHAY) eşbaşkanı Nesim Özkan, cezaevlerinde yaşananları “Korkunç şeyler oluyor” ifadesiyle açıklıyor.
birartibir.org’dan İrfan Aktan’a konuşan Nesim Özkan, kendisinin de 9 yıl kaldığı cezaevinden “gırtlak kanseri” başlangıç aşamasındayken çıktığını, bu nedenle tedavi olabildiğini anlattı. Hapisten çıktıktan sonra iki üç büyük zorluklar yaşadığını anlatan Özkan, cezaevlerinin hasta mahpuslar için sağlıklı koşullar sağlayamadığını söyledi.
‘İSTEDİĞİMİZİ YAPAR, İSTEDİĞİMİZİ YAPTIRIRIZ YAKLAŞIMI EGEMEN’
Son dönemde cezaevlerinden sık gelen hasta mahpus ölümlerine değinen Özkan, “Özellikle pandemiden bu yana, cezaevlerinde hak ihlâllerinin had safhaya vardığını gösteren çok sayıda bilgi ve şikâyetler geliyor bize. Özellikle mahpus yakınlarının, ailelerinin yaptıkları görüşmelerden elde ettikleri bilgiler ışığında söylüyorum bunu. Sürgünler esnasında hem cezaevleri giriş-çıkışlarında yapılan çıplak arama, hem de iki cezaevi arasındaki yolculukta jandarma tarafından uygulanan işkence yaygınlaşmış durumda. Mahpusları soyup ‘otur-kalk’ yaptırmalar, çıplak aramalar, ahlâk dışı uygulamalar yaygınlaşıyor. ‘İstediğimizi yapar, istediğimizi yaptırırız’ yaklaşımı egemen” dedi.
‘SAĞLIĞA ERİŞİMİ MÜMKÜN KILINSA BİLE HAPİSHANE KOŞULLARINDA HASTA MAHPUSLARIN İYİLEŞMESİ MÜMKÜN DEĞİL’
Hasta mahpusların tedavi haklarının ellerinden alındığını kaydeden Nesim Özkan, “Hasta mahpusların tedavi haklarının bile ellerinden alındığını, sağlığa erişimlerinin kısıtlandığını herkes biliyor. Ama diyelim ki, sağlığa erişimleri mümkün kılındı, yine de bir hastanın hapishane koşullarında iyileşmesi mümkün değil. Çünkü insanlar dışarıdaki hastalıklarını hapishaneye taşımıyor, hapishanelerdeki ağır koşullarda hastalanıyor” ifadelerini kullandı.
‘İKİ MEZAR’ ARASINDAKİ FARK…
Özkan, “2015’te hapisten çıktığınızı söylediniz, şu an duyduklarınızla yedi yıl önce gördükleriniz arasında mukayese yapıyor musunuz? 2015’ten önce hapishanelerin durumu nasıldı?” şeklindeki soruya ise şu yanıtı verdi: “Yıllarca mezarda tutulan insanlara iki mezar arasındaki farkı sorduğunuzda ne kadar zorlanırsa, biz de mukayese yaparken o kadar zorlanırız. Biz F Tipi’nde de kaldık ve oralara rahatlıkla tabut diyebiliriz. F Tipi’nde kalmak, tabutta yaşam mücadelesi vermek gibi. Sadece gökyüzünü görebildiğiniz, bedensel olarak da doğru-dürüst hareket edemeyeceğiniz kadar dar bir alandan bahsediyoruz. Fakat özellikle pandemiyle birlikte bu tabutun daha da daraltıldığını söyleyebiliriz.
Hasta mahpus Mehmet Emin Özkan.
‘AİLELERİNE DE İŞKENCE YAPILIYOR’
Hasta mahpusların ailelerine de eziyet edildiğini anlatan Özkan, “Bizim eriştiğimiz ailelerin hepsi diken üstünde. Sabahtan akşama kadar kötü haber mi gelecek diye bekliyorlar. Hasta mahpuslara yapıldığı kadar onların yakınlarına, ailelerine de işkence yapılıyor. Son iki ay içinde 10 tutsağın cenazesi çıktı hapishanelerden ve bu konuda hiçbir kurum herhangi bir açıklama bile yapmadı. Ayrıca, hapisten çıkarılan bazı cenazeler abluka içinde defnediliyor, ailelerin son kez çocuklarını görmelerine bile izin verilmiyor” şeklinde konuştu.
‘YÜZBAŞI ESAT OKTAY YILDIRAN’IN ZİHNİYETİ ŞU ANDA UYGULANIYOR’
1980 askeri darbesinden sonra cezaevlerinde yaşanan işkence ve kötü muameleleri hatırlatan Özkan, “aynı zihniyetin” bugün de devam ettiğini şu sözlerle açıkladı: “1980’lerde cezaevlerinde uygulanan vahşetin yöntemleri değişmiş olabilir ama anlayış, zihniyet, mahpusa yaklaşım değişmemiştir. 12 Eylül döneminde Diyarbakır Cezaevi’ndeki yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran’ın zihniyeti şu anda uygulanıyor yani. Bir hasta hekimle yalnız kalıp derdini anlatamıyor, muayene esnasında bile başında askerler duruyorsa, elleri kelepçeliyse, bunun 12 Eylül’den bir farkı olabilir mi?”
İşkenceci subay Esat Oktay Yıldıran
‘AİLELERİN GÖNDERDİĞİ HİÇBİR ŞEY ZAMANINDA TESLİM EDİLMİYOR PARA HARİÇ’
İktidarın cezaevlerine “ticarethane” gözüyle baktığını kaydeden Nesim Özkan, “Ailelerin gönderdiği hiçbir şey zamanında teslim edilmiyor; para hariç! Çünkü hapishane aynı zamanda bir işletme. Elektrik parasını bir ay yatırmadığında, o beton duvarlar içinde elektriksiz bırakılıyorsun. Nasıl ki para kazanmak için bir iş yeri açıyorsun, iktidar açısından cezaevleri öyle. Üstelik orada satılanlar dışarıdakilere göre çok pahalı” değerlendirmesinde bulundu.
Cezaevinde intihar ederek yaşamına son verdiği açıklanan Garibe Gezer’in cenazesini kadınlar omuzladı.
‘LAĞIM ÇUKURU YOK BUGÜN AMA SÜNGERLİ ODANIN DA ONDAN AŞAĞI KALIR YANI YOK’
Nesim Özkan, son olarak cezaevinde intihar ederek yaşamına son verdiği açıklanan Garibe Gezer’in konulduğu hücre olarak gündeme gelen “süngerli oda” hakkında ise şu bilgileri verdi: “1980’lerde süngerli oda yoktu, şimdi o da var. Ses yalıtımlı, ışıklar kapatılınca zifiri karanlık, kameraların bulunmadığı ve sana istedikleri şeyi yapabilecekleri bir oda orası. Seni soyabilir, sana işkence yapabilir, dayak atabilirler, ama kamera olmadığı için hiçbir şey kanıtlayamazsın. Farklı yöntemlerle işkence yapıyorlar. Karın boşluğuna yumruk atıyorlar mesela, iz çıkmıyor. 1980’lerdeki lağım kuyuları bugün yok, ama süngerli odanın ondan aşağı kalır yanı yok. İşkence eskiye göre çok daha profesyonel yapılıyor, acıyı iz bırakmadan çektiriyorlar.”
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***