YORUM | AHMET KURUCAN
Türkiye hafta sonundan beri Adana’da polislerin Furkan Vakfı gönüllülerine karşı uyguladığı orantısız şiddeti konuşuyor. Konu o günden bugüne çokları tarafından çok farklı veçheleriyle ele alındı. Ben de hadiseye bir farklı bir veçheden bakan bir yazı ile kervana dahil olmak ve tarihe malzeme bırakmak istedim. Zira bazı yazılar vardır, tarihe tanıklık eder ve o tanıklık sizin nerede durduğunuzu gösterir.
İki hususun altını çizeceğim.
Birincisi: Furkan Vakfı gönüllülerine karşı yapılan muamelenin devletin kullandığı orantısız güç olduğunu söylemek güneşe karşı gözlerini kapatmak anlamını taşır. Hayır, o bir avuç göstericiye karşı polislerin yaptığı şey şiddetin, vahşetin, tedhişin ve hepsinden öte terörün ta kendisidir. Dolayısıyla emir-komuta zinciri içinde devlet adına yapılagelen bu zulmün adını doğru koymamız lazım. Bunu adı, devlet şiddetidir, devlet vahşetidir, devlet eliyle yapılan bir tedhiş ve sindirmedir ve hepsinden önemlisi devlet terörüdür. Bırakın yarım yamalak da olsa bir asırlık demokrasi tecrübesi ve devlet geleneği olan Türkiye Cumhuriyeti devletini bu yapılanları üçüncü dünya ülkeleri içinde bile sayılmayan kabile devletlerinde dahi göremezsiniz. Evet, yapılan Kürtler, Hizmet Hareketi mensupları, Aleviler başta olmak üzere devletin makbul vatandaş statüsü içinde yer almayan muhalif kesimlere yapıldığı türden bir terör faaliyetidir ve bunu yapan devlet de uluslararası hukuki ve siyasi düzlemde olmasa bile kamu vicdanında terörist devlet nitelemesine hak kazanır.
İkincisi: İslamcıların devlete tağut dedikleri dönemlerde dillerinden hiç düşürmedikleri Mehmet Akif’e ait meşhur bir beyit vardır. “Kenar-ı Dicle’de bir kurt kapsa koyunu, gelir de Adl-i İlahi sorar Ömer’den onu.” Akif’in burada kastettiği bir devlet başkanı olarak Hz. Ömer’in halkına karşı adalet, hakkaniyet, nisfet duyguları ile dopdolu olan mesuliyet şuurudur. Nitekim dünün İslamcısı, Milli Görüşçüsü, muhafazakar Müslümanı, 28 Şubatçılarının mağduru ama bugünün hırsızı, yolsuzu, kaçakçısı, rüşvetçisi, zalimi Erdoğan Akif’in bu beytinden ilham alarak şunları söylemiş 20 Mayıs 2014 tarihinde: “Bu ülkenin başbakanı olarak açıkça ifade ediyorum ki, Dicle’nin kenarında kurdun kaptığı bir koyun bile benim mesuliyetim altındadır.”
Bu ülkenin başbakanı olarak açıkça ifade ediyorum ki, Dicle’nin kenarında kurdun kaptığı bir koyun bile benim mesuliyetim altındadır.
— Recep Tayyip Erdoğan (@RTErdogan) May 20, 2014
Böyle mi gerçekten? Bu sorunun cevabını herkes kendisi mukayesede bulunarak verebilir. Bunun için Hz. Ömer konusundaki çalışmaları ile tanınan Mustafa Fayda Hoca’dan birkaç iktibasta bulunarak bu mukayeseyi yapmaya ve cevabınızı temellendirmenize yardımcı olayım:
“Hz. Âişe’nin, ‘Ömer anılınca adalet anılmış olur, adalet anılınca Allah anılmış olur, Allah anılınca da rahmet iner’ dediği nakledilir…
“Halifeliği süresince beytülmâlden ihtiyacı dışında hiçbir şey almamaya dikkat etmiş, sıradan bir Kureyşli gibi yaşamış ve Hz. Ali’nin bu konudaki tavsiyelerine uymuştur…
“Hz. Ömer kul hakkına riayet hususunda çok hassas davranmıştır. Onun bu hassasiyeti kendisinden sonra iş başına gelecek halifeye zimmîlerin hukukuna riayet edilmesi ve onlara verilen taahhütlere uyulmasına dair vasiyetinde görülür….
“Halkın soru sormasına ve haklarını aramasına imkân tanır, kendisinin eleştirilmesini isterdi. Emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münker esasına bağlı kalarak halifelik vazifesini yerine getirmekte çok büyük hassasiyet gösteren Hz. Ömer bütün emir ve yasakları önce kendi şahsında uygular, halka verdiği emirleri aile mensuplarına da söyleyerek bunlara riayet edilmesini isterdi…
“Gündüzleri çarşı pazarda, geceleri de Medine sokaklarında dolaşıp asayişi kontrol eder, ihtiyaç sahiplerini gördüğünde kendisi beytülmâlden yiyecek taşırdı…
“Her cumartesi günü Medine’nin dışında Âliye yöresine gider, güç yetiremeyecekleri işlerde çalıştırılan kölelerin yükünün hafifletilmesini sağlar, hayvanlara fazla yük yükletilmesine müdahale ederdi…”
Hasılı, Hz. Ömer’in en bariz vasıflarından biridir malum ‘furkan’. Hak ile batılın arasını ayırt eden ve her ikisine de hak ettiği yeri veren anlamında bir sıfattır ‘Faruk’. İşte gerçek Faruk’un her birinde hak, adalet, nisfetle dopdolu davranışları ile sahte ve çakma Faruk’ların Furkan’a davranışları arasındaki fark… Kör gözlere mertek olsun!
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***