Rusya, Ukrayna saldırısıyla Batı liderliğindeki “liberal dünya düzenini” yıkma hedefine yönelik ilk büyük hamlesini gerçekleştirmiş oldu. Batı’yı “kağıttan kaplan” olarak gördüğü için, beklemediği sertlikte bir tepkiye karşılaştı, bir anlamda taşa çarptı. Fakat neticede gerçek niyetini ve bunu gerçekleştirmeye yönelik arzusunu ortaya dökerek, Batı’yla bundan sonra eskisi gibi ilişkilerini yürütebilme ihtimalini de ortadan kaldırmış oldu.
Rusya mevcut dünya düzenini Ukrayna’da yıkmayı başarırsa bunun başta Çin olmak üzere Batı karşıtı güçleri cesaretlendirerek harekete geçireceğini, yani Ukrayna’da çıkardığı yangının dünyanın her tarafına yayılacağını umuyor. Öyle olunca Batı bunların tümüyle birden başa çıkamayacak ve Ukrayna’yı kaderine terk ederek Rusya karşısında geri adım atacaktır. Batı ise Ukrayna’nın Rusya tarafından yeniden “sömürgeleştirilmesi”ne müsaade etmesi halinde böyle bir neticeyle karşılaşma ihtimalini yüksek görmektedir. O yüzden Batı tüm güçleriyle seferber olarak Rusya’yı sıcak bir savaşa yol açmadan “ibret-i alem” haline getirmeye kararlı bir tavır sergilemektedir.
Rusya Devlet Başkanı Putin’in Ukrayna’ya saldırısı Çin’i öylesine şaşırttı ki Pekin hala tam olarak nasıl bir tepki geliştirmesi gerektiğini belirleyememiş gözüküyor. Şurası iyice anlaşıldı ki, Ukrayna’ya saldırısı öncesi Kış Olimpiyatları vesilesiyle Pekin’i ziyaret eden Putin, Çin lideri Xi Jinping’e atacağı dramatik adıma ilişkin bilgi vermedi. Öyle olunca Xi Jinping, ABD Başkanı Biden’ın kendisine ilettiği “Rusya’nın Ukrayna’yı işgal edeceğine” dair istihbaratı ciddiye almadı, bunu Batı’nın Çin ile Rusya’nın arasını açma girişimi görerek tepkiler geliştirdi. Bu bize Putin’in Ukrayna işgali öncesi Çin’le ortak bir strateji geliştirerek ittifak kuramadığını gösteriyor.
Dünyada ABD’yle stratejik rekabet halinde olan Çin bu savaşta ne Batı’nın kazanmasını, ne de Rusya’yla sıkı bir ortaklık kurma fırsatını kaçırmak istiyor. Çin ekonomik, ticari, finansal yaptırımlar yoluyla Rusya’ya diz çöktürmeyi başarması halinde bunun Batı’yı kendisiyle kapışmasında cesaretlendireceğini görebiliyor. Bu nedenle Rusya’nın hemen “düşmemesi”, Batı’yı Çin’in karşısına iyice yorulmuş çıkmasını sağlayacak şekilde yıpratmasını çıkarlarına uygun buluyor. Fakat krizin uzaması halinde Batı’nın “ortak bir düşmana” karşı birlikte hareket etme kabiliyetlerini iyice ilerletmesi de söz konusu olabilecek. Asya’da Japonya, Güney Kore ve Avustralya gibi ülkelerin Batı kampıyla kurumsal ilişkileri, iletişim kanalları güçlenecektir. Böyle bir neticenin ortaya çıkmaması için krizin bir an evvel bitmesi Çin’in çıkarınadır. Birbiriyle çelişen bu hesaplamalar Çin’in Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısına yönelik bugünkü ikircikli, kararsız tavırlarını açıklamaktadır.
Öte yandan, Ukrayna’da savaşı oldukça kötü başlatan ve kötü idare eden, uluslararası diplomasi arenasında kendisini iyice yalnızlaştıran ve öyle ya da böyle ağır bir yenilgi alması kaçınılmaz gözüken Putin rejimini tüm dünyanın şahit olacağı bir şekilde desteklemenin Çin bakımından şöyle bir maliyeti olacaktır: Putin yenildiğinde Xi Jinping de yenilmiş sayılacaktır. Ve böyle bir senaryoda, Rusya’yı yere sermiş Batının, bunun getirdiği rüzgardan istifade ederek “intikam almak” için hemen Çin’in üzerine gitmesini de beklemek gerekecektir.
Çin ekonomik büyüklük açısından Batı’yla başabaş bir konuma yükselmiş olsa da, dolar ve euro’nun uluslararası para birimleri olmasının Batı’ya finansal alanda verdiği muazzam güç ve avantaj karşısında “cüce” durumundadır. Geçen yıl dünyada küresel ödemelerin yüzde 76’sı dolar ve euro ile yapılırken, yuan’ın payı yüzde 3’le sınırlı kaldı. Yine 2021’de dünyadaki tüm merkez bankalarında tutulan döviz rezervlerinin yüzde 80’i dolar ve euro cinsinden iken, yuan’ın payı yüzde 3’u bulmadı. Önde gelen Çin bankaları için Batı hakimiyetindeki küresel finans piyasalarından kopmanın maliyeti kaldıramayacakları kadar ağırdır. Bu nedenle şu an Rusya’ya yönelik Batı yaptırımlarını ihlal etmemek için çok dikkatli hareket ettikleri belirtiliyor.
Ekonomisi temelde petrol ve doğal gaz ihracından kazandığı gelire dayanan Rusya’dan farklı olarak, dünyaya mamül ürün ihraç eden önde gelen ülkelerden biri olan Çin’in küresel ekonomiye entegrasyonu Rusya’dan çok daha ileri seviyededir. Çin’in ABD ve Avrupa’yla ticaret hacmi, Rusya’yla kıyaslanmayacak kadar büyüktür. Yani Çin ve Rusya’nın Batı’yı karşılarına alarak birbirlerinin yaralarına merhem olabilme kapasiteleri çok ama çok sınırlıdır. Bu itibarla Çin’in Putin’i rahatlatabilmek için atacağı adımlar, Batı’yla açıktan kapışmasına yol açmayacak şekil ve çerçevede olacaktır. Bunun Putin’i kurtarmaya yeteceği oldukça şüphelidir.
Rusya’ya karşı uygulanan yaptırımlar çerçevesinde, içinde ABD yazılımı veya fikri mülkiyeti içeren herhangi bir mamülü Rusya’ya ihraç etmek yasaklandı. Bu pratikte şu demek, içinde çip bulunan herhangi bir teknolojik ürünü, Rusya’nın herhangi bir ülkeden alabilmesi artık mümkün değil. Çin özellikle yüksek teknoloji ürünlerinin çiplerinin üretiminde hala Batı’nın çok gerisinde. Kritik pek çok makineyi bu nedenle ithal edemeyecek Rus ekonomisine bunun etkisi orta ve uzun vadede ağır olacaktır. Çin’in bu alanlarda Batı’yı tamamıyla ikame edebilme gücü bulunduğunu düşünmek yanlıştır.
Rusya’ya yönelik yaptırımlarında Batılı ülkeler enerji sektörünü dışarıda tuttu. Ama Rus Merkez Bankası tarafından yapılan işlemlere kısıtlamalar getirdi. Genelde basında Rus Merkez Bankası’nın döviz rezervlerinin dondurulduğu şeklinde haberleştirilse de, gerçekte yapılan daha farklıydı. Putin’in kendisine olan güveninin bir nedeni de, Batı’nın yaptırımlarına karşı ona koruma sağlayacak 630 milyar doları bulan döviz rezervleriydi. Bunun dışında Putin, ABD’ye finansal bağımlılığını azaltmak için rezervlerini euro, sterlin, yen, yuan, hatta İsviçre frangı gibi farklı para birimleriyle çeşitlendirmişti.
Fakat Batı (ABD, AB ve G7 ülkeleri) muhtemelen Putin’in hiç beklemediği çeşit bir yaptırımı devreye soktu: Rus Merkez Bankasının döviz rezervlerini dondurmak yerine, onları uluslararası piyasalarda satarak yerine Rus rublesi almasını engelledi. Diğer ekonomik yaptırımlardan farklı olarak bu hamle Rus ekonomisinde hemen “bomba” etkisi yaptı. Ukrayna’daki savaş ve Batı yaptırımları sonrası ruble kaçınılmaz şekilde düşmeye başladığı için normalde Rus Merkez Bankası geniş rezervleri sayesinde hemen döviz piyasasına müdahale ederek bu düşüşü durdurabilirdi. Ama Batı yaptırımları yüzünden bu “silahını” kullanamadığı için mecburen elinde kalan tek aracı devreye soktu, faizleri yüzde 9,5’tan, yüzde 20’ye yükseltti. Faiz oranlarının böyle aniden bu kadar yükselmesinin Rus ekonomisinde kısa dönemde sarsıcı, enflasyonist ve büyümeyi durduran etkilerde bulunması kaçınılmaz… Öte yandan Merkez Bankası döviz rezervlerini kullanamadığı müddetçe ya faiz oranları daha da arttırılacak, ya da rublenin düşüşü devam edecektir. Bunların tümünün Rus ekonomisi üzerinde önümüzdeki yıllarda değil, aylarda yapacağı etki çok yıpratıcı olacaktır.
Mevcut manzara şu şekildedir: Batı kendisine zarar vermemesi, zaten savaş nedeniyle artan enerji fiyatlarının daha da yükselmemesi için Rusya’dan aldığı doğal gaz ve petrol gibi enerji ürünlerini yaptırımlar kapsamı dışında tuttu. Bu Rusya’ya ortalama günde 700 milyon dolar kazandıran ve Putin’in gücünü dayandırdığı bir gelirin akmaya devam ettiği anlamına gelmektedir. Ama Putin bu kaynağı, yaptırımlar yüzünden krize düşen ekonomisini rahatlatmak için kullanamamaktadır.
Eğer enerjiyi bir silah olarak devreye sokmaya karar verip Batı’ya satışlarını durdursa, bu başta benzin olmak üzere enerji giderlerinde yol açacağı artış yüzünden Batılı hükümetleri zor durumda bırakacaktır. Fakat kış bitiyor ve Batılı hükümetlerin sonraki kışa kadar ciddi bir krize düşmeden Rus ambargosunu savuşturabilme gücü bulunduğundan kimsenin şüphesi yok. Putin böyle bir hamlede bulunursa, buradan Batı’nın Rusya’ya enerji alanında bağımlı olmasının bir güvenlik zaafiyeti oluşturduğu kanaati doğacaktır. Bu ise, 4-5 yıl içerisinde Rus ekonomisi can damarı olan bir kaynaktan mahrum kalacak demektir. Putin bunu gayet iyi bildiğinden, bazı haberlere göre Ukrayna’ya saldırı sonrası yaşanan gerilim üzerine Avrupa’ya doğal gaz akışını azaltmış olduğu halde, bunu açıktan bir tehdit olarak kullanmaktan bugüne kadar özenle kaçınmaktadır. Bu nedenle Putin’in bu seçeneği kullanması bir tercihten ziyade, kendisini çaresiz hissettiği için bir zorunluluktan kaynaklanacaktır ki, dediğim gibi bunun Batılı ülkelerde özellikle iç siyasette belki sorunlara yol açacak olmakla birlikte Batı’ya geri adım attırabilmesi pek mümkün gözükmemektedir.
Peki bu noktada Çin devreye girip Rus doğal gazı ve petrolüne talip olmaz mı? Putin’in uzun süreden beri Rus doğal gaz altyapısını hem Avrupa’ya, hem de Çin’e satabilecek şekilde yapılandırmayı hedeflediği bilinmektedir. Böylece pazarlık gücü artacak, Rusya ve Avrupa’nın karşılıklı bağımlılığı tek taraflı hale düşecek, bu ise Rusya’nın Avrupa üzerinde etki etme kapasitesini arttıracaktır. Yani Rusya istediği zaman vanayı Avrupa’ya, istediği zaman Çin’e çevirebilecektir. Bu güçlü bir strateji olmakla birlikte, Putin henüz böyle bir altyapı kuramamıştır. Kış Olimpiyatları vesilesiyle Pekin’i ziyareti sırasında imzalanan anlaşmada da böyle bir boru hattına atıfta bulunulmamıştır.
Unutulmaması gereken bir başka husus ise Putin’in ülkesinin Çin’in yedeğinde bir ülke olarak değil, ABD liderliğindeki tek kutuplu dünya sonrasındaki çok kutuplu düzende başlı başına ayrı bir kutup olarak ortaya çıkmasını hedeflemektedir. Böyle bakıldığında Putin, Çin’le müttefiken Batı’ya karşı savaşmak yerine, ABD-Çin kapışmasından istifadeyle, Çin karşısında Rusya’yı yanına çekmek isteyen Batı’ya özellikle Doğu Avrupa’ya ilişkin taleplerini kabul ettirmeyi istemektedir. Fakat o kapışma daha başlamadan acele bir hamleyle Kırım’ı ilhak ederek Batı’yla arasında çözemediği bir sorun çıkardığı için potansiyel avantajlı konumunu yitirmiştir. Bu kadar agresif davranmasının bir nedeni de bunu kabullenememesidir. Gerçekten de ABD-Çin kapışması, Ukrayna sorununu çıkarmamış olsaydı Rusya’ya Batı’da tüm kapıların açılabileceği, tarihi, stratejik bir konjonktür sunuyordu. Sanırım Putin bu fırsatı böyle beceriksizce kaçırmakla kalmayıp, çok kutuplu döneme geçiş sürecine Rusya’yı ağır yaralı halde soktuğu için Rus milleti tarafından kolay kolay affedilmeyecektir.
Aynı zaviyeden bakıldığında Çin’in de geleneksel olarak Rusya’ya fazla yaslanmayacağı bir dış politikayı önemsediği bilinmektedir. Mao liderliğindeki komünist Çin’in, SSCB’yle yaşadığı sorunlar nedeniyle, “kapitalist” ABD’yle ilişkilerini geliştirmesi hatırdadır. Çin, Rusya’nın muhtemelen piyasadan biraz daha ucuza satmak zorunda kalabileceği petrol ve doğal gazı almaktan memnun olacaktır ama bu alanda Rusya’ya fazlaca bağımlı hale gelmekten de kaçınacaktır.
Rusça’da bir durumun çaresizliğini ifade edebilmek için “Denizaltından nereye gidilir ki?” diye bir söz olduğu belirtiliyor. Xi Jinping sanırım şimdi Putin’e bakarak “O denizaltıyla öyle bir yere park ettin ki, artık ne oradan tek başına çıkabilmen mümkün, ne de benim seni çıkarabilmem” diye hayıflanıyordur.
- Ömer Murat, Dış Politika ve Siyaset Uzmanı, Eski Diplomat
Kaynak: Kronos
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***