Avrupa Birliği (AB) ve Avrupa Konseyi iş birliğiyle yürütülen “AYM’nin Temel Haklar Alanındaki Kararlarının Etkili Şekilde Uygulanmasının Desteklenmesi Projesi” kapsamında, Antep’teki bir otelde “Adli Yargıda Bireysel Başvuru İhlal Kararları ve İhlalin Sonuçlarının Ortadan Kaldırılması Bölge Toplantısı” düzenlendi.
Anayasa Mahkemesi (AYM) Başkanı Zühtü Arslan, açılıştaki konuşmasında, bundan önceki toplantıyı 14 Şubat’ta İstanbul’da yaptıklarını hatırlattı. Arslan, “Bireysel başvuru sayılarını açıklarken derdest başvurunun 66 bin olduğunu söylemiştim. Aradan 1,5 ay bile geçmedi, bugün Anayasa Mahkemesinin önündeki derdest sayı maalesef 90 bine dayanmış durumda. Bu gerçekten çok endişe verici bir rakam. Dünyanın hiçbir yerinde bu kadar çok bireysel başvuruya muhatap olan bizim dışımızda herhangi bir anayasa mahkemesi de yok, insan hakları mahkemesi de yok” diye konuştu.
‘UZUN YARGILAMALARLA İLGİLİ YAPISAL SORUNUMUZ OLDUĞU BELLİ’
Başvurunun azalması için, Anayasa Mahkemesi dışındaki aktörlerin harekete geçmesini gerektiren 3 temel husus olduğuna işaret eden Arslan, şöyle konuştu:
“Birincisi maalesef bireysel başvuru ülkemizde hala bir temyiz yolu olarak algılanıyor. Bunu bize yapılan başvurulardan biliyoruz. Başvuruların yaklaşık yüzde 75’i adil yargılanma hakkına ilişkin başvurular ve bu başvuruların da yaklaşık yüzde 90’ı ya uzun yargılama şikayeti ya da kanun yolu şikayeti dediğimiz konulara ilişkin. Uzun yargılamalarla ilgili yapısal sorunumuz olduğu belli. Bunu çözmek zorundayız. Çok ciddi oranda başvurular uzun yargılama şikayetiyle önümüze geliyor.
‘AYM HAK İHLALLERİNİ İNCELEYEN BİR MAHKEMEDİR’
Diğer taraftan kanun yolu şikayeti dediğimiz başvurular aslında temyiz başvurusu mahiyetindeki başvurular. Hep söylüyoruz, bir kez daha söylemek istiyorum. Anayasa Mahkemesi bireysel başvurudan sonra istinaf kararlarının temyiz edildiği merci haline gelmemiştir. Veya Yargıtay ve Danıştayın kararlarından sonra başvurulacak süper bir temyiz merci de değildir. Bireysel başvuruda Anayasa Mahkemesi sadece süreçte ortaya çıkan hak ihlalleri şikayetlerini inceleyen bir mahkemedir. Tıpkı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yaptığı gibi. Dolayısıyla özellikle avukatların temyiz başvurusu mahiyetindeki başvuruları Anayasa Mahkemesine getirmemesi gerekir. Aksi taktirde bu iş yüküyle mücadele etmemiz mümkün olmayacaktır.”
İkinci hususun ihlallerin kaynağını kurutmak olduğunu aktaran Arslan, şöyle devam etti:
“Anayasa Mahkemesi sıkça vurguluyor, devletin temel hakları korumak bakımından negatif ve pozitif yükümlülükleri var. Negatif yükümlülük, yapmama eksenli yükümlülükler. Devletin yapmaması gereken şeyler vardır. Mesela aşırı güç kullanılır, orantısız güç kullanarak hak ihlaline yol açması gibi. Bunlar devletin negatif yükümlülükleri ihlal edildiği anlamına geliyor. Diğer taraftan pozitif yükümlülükleri var, kamu gücü kullananların. Bu da söz gelimi bir ölüm olayı veya bir yaralanma olayı gerçekleştiğinde çok hızlı etkili bir soruşturma yürütmesi gerekiyor. Yapması gerekeni yapmadığı taktirde de pozitif yükümlülük ihlal ediliyor ve bu bize bir başvuru olarak ve nihayetinde bir ihlal olarak geliyor. Anayasa Mahkemesi bunlarla mücadele etmek zorunda kalıyor. Kısa kamu gücü kullananların negatif ve pozitif yükümlülüklerini yerine getirmeleri başvuru sayısını da, bu sayılar sonucunda ortaya çıkacak ihlal sayısını da ciddi şekilde azaltacaktır.”
‘AYM’NİN İHLAL BULDUĞU KARARLARIN HARFİYEN UYGULANMASI GEREKİR’
Arslan, son olarak bireysel başvurunun objektif etkisinin hayata geçirilmesi gerektiğini belirterek, şunları kaydetti:
“Başka bir ifadeyle Anayasa Mahkemesinin ihlal bulduğu kararların harfiyen uygulanması gerekir. Bununla subjektif etkiyi kastetmiyorum. Subjektif etki bildiğiniz gibi somut, münferit başvuruda, başvurucunun uğradığı zararın karşılanması, giderilmesidir. Bu zaten başvurunun doğal sonucudur, olması gerekendir. Bunu konuşmaya, tartışmaya bile gerek yok. Dünyanın her yerinde mahkemelerin verdiği kararlar bağlayıcıdır ve o somut olayda mutlaka uygulanması gerekir. Fakat asıl konuşmamız gereken mesele bireysel meselenin objektif etkisi. Yani yeni ihlallerin ortaya çıkmasını engelleyecek şekilde Anayasa Mahkemesinin kararlarında vurgulanan belirtilen ilke ve esasların idare makamları tarafından yargı makamları tarafından yasama organı tarafından dikkate alınması ve uygulanması meselesi.
Bunu yaptığımız takdirde bireysel başvurunun objektif etkisini hayata geçirdiğimiz takdirde ben inanıyorum ki Anayasa Mahkemesinin önündeki başvuru sayıları da ciddi şekilde azalacaktır. Eğer ihlal idarenin veya yargının kararından kaynaklanıyorsa idare makamlarının ve yargı organlarının sadece o somut ihlali ortadan kaldırması yetmiyor. Aynı zamanda benzer ihlallerin ortaya çıkmasını engelleyecek şekilde hareket etmesi gerekiyor. Yasama organı da eğer ihlal kanundan kaynaklanıyorsa veya Anayasa Mahkemesinin norm denetiminde kanun hükmünün Anayasa’ya aykırı olduğunu söylüyor ve iptal ediyorsa bir an önce o kanunun ihlal üretmeyecek hale getirilmesi gerekiyor. Bunu yaptığı takdirde yasa organımız o kanundan, kanun hükmünden kaynaklanan ihlaller de ortadan kalkacaktır ve yeni başvurular Anayasa Mahkemesinin önüne gelmeyecektir. Umarım önümüzdeki süreçte bireysel başvurunun objektif etkisi çok daha iyi anlaşılır ve hayata geçirilir.”
‘BİREYSEL BAŞVURU ÇOK BÜYÜK BİR KAZANIM’
2012 yılında hayata geçirilen bireysel başvuru hakkının önemine değinen Arslan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bireysel başvuru Türk hukuk tarihinin en büyük reformlarından biridir. Bunda hiç şüphe yok ve Türk hukuk sistemi bakımından çok büyük bir kazanımdır. Bizim vazifemiz bu kurumu etkili bir şekilde gelecek nesillere taşımaktır. Bu büyük bir sorumluluk, büyük bir görev. Bu görev bir yandan Divan-ı Mezalim ve Divan-ı Hümayun gibi kurumları ihdas eden ve başarılı bir şekilde yüzyıllar boyunca uygulayan ecdadımıza karşı diğer yandan da gelecek nesillere karşı bizim sorumluluğumuzdur. Umarım bu sorumluluğumuzu başarılı bir şekilde yerine getirir ve bireysel başvuruyu gelecek nesillere aktarabiliriz.” (DHA)
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***