Norveç Yazarlar Birliği’nin 2021 İfade Özgürlüğü Ödülü İlhan Sami Çomak ve Ahmet Altan’a verildi. Ödül, Oslo’da 27 Mart’ta düzenlenen törenle açıklandı.
Norveç Yazarlar Birliği’nin 2021 İfade Özgürlüğü Ödülüne layık görülen İlhan Sami Çomak cezaevinde olduğu, Ahmet Altan ise yurt dışı yasağı devam ettiği için ödül törenine katılamadı. Ahmet Altan’ın ödülünü kardeşi Mehmet Altan alırken, törene gönderdiği konuşma metninde Ahmet Altan, “Hapishanelerdeki o masum insanları unutacak mıyız? Onlar yokmuş gibi mi davranacağız?” diye sordu.
28 yıldır cezaevindeki şair İlhan Sami Çomak adına ödülü alan vasisi İpek Özel şunları söyledi: “Bu gece İlhan Sami Çomak’ın kendisinin bu törene katılıp, ödülünü almasını ne kadar isterdim tahmin edemezsiniz. Eğer öyle olabilseydi, siz de onu tanıma, onun o güzel gülüşünü, dünyaya şefkat ve sevgiyle bakan gözlerini görme şansına sahip olurdunuz ve bu ödül için ne kadar mutlu olduğunu da ilk elden hissederdiniz. 28 yıldır bu kadar çetin koşullarda hapis yatan bir insan nasıl oluyor da bu kadar kötülüğe katlanıyor diye soruyorlar zaman zaman bana. İlhan’ı bu kadar uzun süredir yakından tanıyan biri olarak, bunun üzerine inanın ben de çok düşündüm ve sonra keşfettim ki: İlhan, hapishane denen kötülüğün ortasında kendine edebiyat ve şiirden bir koza örerek dayanma gücünü koruyor. Ve hapishanenin ortasında kendisine yarattığı bu şiirden hücre sayesinde hep iyiliğin safında kalmayı başarabiliyor. İşte bu mucizevi ve ilham verici irade gücü şimdi ona bu onurlu ödülü getirdi.
28 yıl hapis yatmış olabilir, onun bedenini hapsetmeyi evet başardılar ama hiçbir şey, hiçbir işkence, hiçbir kötü muamele, şiirleri ve edebiyatıyla dünyaya ilham veren bu ifade gücünü hiçbir şey hapsedemedi. Şimdi ondan kilometrelerce uzakta burada, Oslo’da sizin onu bu ödüle layık görmeniz, aslında, bu anlamda da müthiş bir sihir içeriyor. İlhan ifadesinin gücünü, şiiriyle özgürce bu dünyayı güzelleştirmekten yana kullanmayı seçti. 28 sene sonra bunun ödüllendirilmesi gerçekten büyük bir onurdur; çok teşekkür ederiz.”
İlhan Sami Çomak, bu hafta, Hayattayız Nihayet adlı kitabıyla 15’incisi düzenlenen Metin Altıok Şiir Ödülüne de layık görülmüştü. Ödül jürisinin açıklaması şöyleydi:
“İnsanın ölümcül bir yalnızlık, ‘bir hafıza kaybı’ içinde çürüdüğü; doğanın yıkıcı bir sevgisizlikte can çekiştiği, toplumun, korku ve şiddetten başka bir geleceğinin kalmadığı bir dünyada, 28 yıldır bu dünyanın içinde yaşamadığı halde, olağanüstü bir şiirle, pürüzsüz bir dil ve derinlikle, emekle, aşkla, özgürlük tutkusuyla, barış hayaliyle dünyayı ve insanı yeniden kurduğu için, 15. Metin Altıok Şiir Ödülü, İlhan Sami Çomak’ın Hayattayız Nihayet kitabına oybirliğiyle sunulmuştur. Şairimizi kutluyoruz.”
5 yıla yakın süre cezaevinde kaldıktan sonra geçen yıl tahliye edilen ancak davaları ve yurtdışı çıkış yasağı süren yazar Ahmet Altan’ın ödülü ise kardeşi Mehmet Altan’a verildi.
Ahmet Altan ve İlhan Sami Çomak, K24‘ün tamamını yayımladığı konuşma metninde şunları söyledi:
AHMET ALTAN: “ORMANDA HİÇ SES YOKMUŞ GİBİ YÜRÜYEMEZDİM”
”Benim Norveç’le çok uzun bir maceram var. Bundan yaklaşık otuz yıl önce dünyada hiç kimse kitaplarımı basmazken ve ben çaresizce kitaplarımı basacak birilerini ararken bir gün Norveç’ten bir mektup aldım. Mektup, Gyldendal yayınevinden geliyordu. Bir romanımı basacaklarını söylüyorlardı. Benim yabancı dilde ilk kitabım Norveç’te yayınlandı. Bunu hiçbir zaman unutmadım.
Sadece yabancı dilde bir kitap kazanmadım. Başta, o sıralarda Gyldendal’ın yabancı yayınlar editörü olan Janneken Overland olmak üzere birçok dost edindim. Otuz yıl boyunca Janneken de Norveçli meslektaşlarım da beni hiç yalnız bırakmadılar. Ne zaman başım derde girse onların seslerini duydum.
Norveç’e çok gelip gittim. Çok güzel anılarım oldu. Hele bir tanesini hiç unutmuyorum. Sizin kuzey kasabalarınızdan birindeki o harika yazar toplantılarınızdan birine katılmıştım. Dönüş için çok erken kalkmam gerekiyordu. Sabah beş altı gibi zar zor uyanıp havaalanına gitmek için kapıda bekleyen arabaya bindim. Hava soğuktu. Arabada paltosuna sarılmış çok genç bir kadın vardı. “Kitabınızı çok sevdim” dedi. “Adım, Lynn Ullman.” Sabah şaşkınlığı ile bunun beni ne kadar sevindirdiğini tam anlatamadım. Ama o anın sıcaklığını hâlâ içimde taşırım.
Bugün beni bir ödülle onurlandırıyorsunuz. Büyük acılar çekmiş değerli bir şairle bunu paylaştığım için ayrıca çok mutluyum. Onun bu ödülü benden çok daha fazla hak ettiğini de söylemeliyim.
Buradaki herkes biliyor ki yazarlık, içinden binlerce yazar geçse de hep bakir, sessiz ve vahşi kalan bir ormanda tek başına, kendi yolunu açarak yürümektir. Ben hayatımı edebiyatın saf, vahşi, acılarla ve zevklerle dolu macerasına adamak istedim. Ne yazık ki bu her zaman mümkün olmadı.
”BEN O ÇIĞLIKLARA BİGÂNE KALAMADIM”
Benim sessizce yürüyeceğimi düşündüğüm o ormanda çığlıklar duydum. Ezilen, sömürülen, zulme uğrayan, haksızlıklarla hırpalanan, hapislere atılan, işkencelerle, açlıkla karşılaşan insanların çığlıkları. Elimde, sadece edebiyata armağan edilmesi gereken bir kalem vardı. Ve birçok yazarın karşılaştığı ikilemle karşılaştım. Edebiyatın yolunda yürümek mi yoksa o insanların neler çektiğine bakmak için yolundan sapmak mı… Ben o çığlıklara bigâne kalamadım. Kendi romanlarımı yazmak için harcayacağım çabayı ve zamanı elimden geldiğince o insanların acılarını duyurabilmek için kullandım.
Bu, bir romancı için övünülecek mi yoksa üzünülecek bir iş mi hâlâ bilmiyorum. Ama başka türlüsünü yapamazdım. O çığlıkları duymazdan gelemezdim. Ormanda hiç ses yokmuş gibi yürüyemezdim. Onları duydum. Duyduğunuz zaman o sese doğru elinizde olmadan yürüyorsunuz.
”HAPİSHANELERDEKİ O MASUM İNSANLAR YOKMUŞ GİBİ Mİ DAVRANACAĞIZ?”
Bugün binlerce masum insan var hapishanelerde. Haksızlıklar var. Hukuksuzluklar var. Hapishanelerdeki o masum insanları unutacak mıyız? Onlar yokmuş gibi mi davranacağız? Öyle davranabilenleri ayıplamıyorum, belki de onlar romancılığın gereğini yapıyorlardır. Ama ben öyle yapamıyorum. Ben hapishanedeki masumları unutamıyorum.
”BABAMI NE ZAMAN BIRAKACAKSINIZ? DİYE GARDİYANLARA SORAN KÜÇÜK ÇOCUKLARA RASTLADIM”
Onların annelerini, babalarını, çocuklarını, karılarını, kocalarını gördüm. “Babamı ne zaman bırakacaksınız” diye gardiyanlara soran küçük çocuklara rastladım. Ablası açlık grevinde ölen genç bir kadının yüzündeki kederle karşılaştım. Yoksulluklara, çaresizliklere tanık oldum. Onlar oradalar ve seslerini duyuramıyorlar. Çaresiz insanları saran o sessizlik, emin olun zulmün en korkunç biçimidir. Ben o zulme ortak olamadım.
Bugün Ukrayna’da kanlı bir zorbalığın milyonlarca insana acı çektirdiğini görüyoruz. Aramızda hiç kimse bunu görmezden gelebilir mi? Ortadoğu’da yaşanan benzer acılara gözlerimizi kapatmamız mümkün mü?
Biliyorum zaman geçer, olaylar biter, yaşananlar unutulur, geriye sadece edebiyat kalır. İnsanlığın en kutsal mesleğinin yazarlık, insanlığın yarattığı en büyük değerin edebiyat olduğuna inanıyorum. Keşke bütün vaktimizi edebiyata ayırabilsek.
Ama çığlıklar var ve yazar olmak sağır olmak anlamına gelmiyor.
Acıyı çekenler dünyadan ayrılır ama dünyada kalan acıyı da edebiyat anlatır.
Beni bu ödüle layık gördüğünüz, değerli bir şairle birlikte beni onurlandırdığınız için hepinize çok teşekkür ederim.
İzin verirseniz bu ödülü alırken ülkemin masum mahkumlarıyla Ukrayna’nın kahraman çocuklarının çektiklerini bir kez daha anmak istiyorum. Binlerce yıldır süren zulmün bugünkü kurbanları onlar. Ve yazarlık, insanlık adına insanlara dokunup, onlardan özür dilemeyi de içinde barındırıyor bence.
İLHAN SAMİ ÇOMAK: “ŞİMDİ İÇİMDEKİ ATLAR DAHA GÜÇLÜ VE HIZLI”
”Sevgili Dostlar,
Cezaevinden çıkmam yaklaştıkça, günleri ayları hızlandırıp hep bir sonrakine hep bir sonrakine geçmek istiyorum. Ta ki şimdi tükensin de bir an önce özgürlüğün ve gelecek diye tarif ettiğim hayatın düzlüğüne çıkayım. Oysa hiç öyle olmuyor. Ben de herkes gibi şimdiye mahkumum. Yine de kalıcı istek ve duygularım var. İçimdeki atlar, hayatın düzlüğüne koşmak için durmadan ciğerlerime nefes üflüyor.
Zamanla aram hiç iyi olmadı benim. Zira mekânla yani sarsılmaz duvarlar ve demir kapılarla kalıcı bir işbirliği içinde kıvamlı bir kötülük hali yaratarak beni nefessiz bırakıyor.
Yine de yaşama duyduğum sınırsız tutku ve bağlılıkla şiir yazarken, hayal gücüm, yeteneğim ve çalışma azmim oranında duvarları sarsarak mekânı biraz genişletip az da olsa zamanı esnetme çabasından asla geri durmadım. Ama hayat beklemedi beni, tüm renkleri tüm şenlikli güzelliğiyle alıp geçti. Yirmi sekiz yıldır bu karanlık ve soğuk beton diyarındayım. Huzurunuzda zamandan ve mekândan şikayetçiyim.
Şikayetçi olduğum bir şey daha var: Bizi yönetenler. Dünyadaki bunca sorunun büyüyüp karmaşıklaşmasının sebebi, yönetme iddiasında olanların bu işi başaramamış olmasından ileri geliyor. Demokrasi açığından tutalım savaş ve çatışmalara, gelir dağılımındaki adaletsizlikten bugünü ve geleceğimizi tehdit eden çevre sorunları gibi daimi pek çok konunun çözülmemesi kötü yönetildiğimize işaret ediyor.
Bence yönetme işini sanatçılara bırakmalıyız. Şair, müzisyen, ressam ya da roman yazarlarının yöneteceği bir dünya, daha geniş ve yaşanılası, daha yumuşak ve anlayışlı, önyargılardan uzak ve hayatın vazgeçilmez önemini tartarak idrak ettiğimiz daha güzel bir yer olacaktır. Buna inanalım!
”YAŞAMA SEVİNCİM ŞANSSIZ OLDUĞUM GERÇEĞİNİ UNUTMAMA NEDEN OLDU”
Yıllar boyu şans ile yaşama sevincini hep karıştırdım. Adaletsizliğin çelme takıp yere düşürdüğü yaralı ve şanssız biriydim, ama yaşama duyduğum katıksız özlem ve sevgi, aksi bir değerlendirmede bulunmama ve şanssızlığımı görmememe neden oldu. Bu yüzden olsa gerek, hayal kırıklıklarını ve travmaları sağlam bir bilinçle değil de, yaşama sevincinden gelen saf ve temiz hislerden güç alarak karşılayabildim. Yaşama sevincim, şanssız olduğum gerçeğini unutmama neden oldu. İyi ki böyle olmuş.
”ÖMRÜMDEN ÇALINAN 28 YIL GERİ GELMEYECEK”
Son yıllarda “şanslı biriyim” hissi tekrardan yoklamaya başladı beni. Çünkü hayattan yanayım. Şiirim yavaş yavaş kendini kanıtlıyor ve pek çok ülkeden şairin samimi desteği, şanslı olduğumu hissettiriyor. Mutlu oluyorum. Çünkü şairlerin düşlediği dünyadan yanayım. Gerçeği, doğruyu ve adaleti dert eden düşünce insanlarından, edebiyatçı ve şairlerden gelen dayanışma çabası, bana dünya vatandaşı olduğumu sorumlulukla bildiriyor ve bu onurlu bir ayrıcalıkla onların eşsiz dostluklarına bağlanmamı doğuruyor. Mutlu oluyorum. Çünkü insana temas ede ede büyüyen sevgiden yanayım. Ömrümden çalınan yirmi sekiz yıl geri gelmeyecek, biliyorum ama bu destekle mutlu oluyorum.
Sevgili Dostlar,
Binlerce kilometre uzakta olan Norveç’te sesimin duyulduğunu, bir ömürdür süren imkânsızlıklara rağmen yazarak düşünerek ayakta kalma ve yaşama tutunma çabamın görülüp ödülle takdir edildiğini bilmek, daracık hücreme ışık düşürüyor ve ben buralarda çok az rastlanan bir sebeple mutlu oluyorum. İnsandaki esas yönün sevgi, iyilik, dayanışma ve haksızlığa itiraz olduğunu o soğuk ülkeden, Norveç’ten bana ve dünyaya bir kez daha sıcacık duyurduğunuz için gerçekten mutlu oluyorum.
Layık görüldüğüm bu ödül, yıllardır yılmadan sahip çıktığım değerlerin doğruluğunu da onaylıyor, ama aynı zamanda bu yokluk ülkesini aşarak edebi varlığımı kanıtladığımı nezaketle bildiriyor.
Ödülü, şiirin eşsiz zamanını, şiirin önerdiği güzel hayatları ve şiirin engel tanımadığını kayda geçirmesi bakımından büyük bir onur ve sorumluluk bilinciyle aldığımın bilinmesini istiyorum.
Şimdi içimdeki atlar daha güçlü ve hızlı. Durdurmak öyle zor ki!
Size teşekkür ederim.’’
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***