YORUM | AHMET KURUCAN
3 gün sonra duydum vefat haberini. Duyduğum anda bir anlığına dondum kaldım. “Covid’den mi?” aklıma üşüşen ilk soru oldu. Çünkü hocamın ölümcül bir hastalığı olmadığını biliyordum. Hemen telefona sarıldım. Çok yakın olduğuna inandığım bazı dostlarına sordum, cevaplarını aldım ve başsağlığı dileklerimle telefonu kapattım. Allah gani gani rahmet eylesin. Üzerimde büyük hakkı vardır. Çok şeyler öğrendim kendisinden. İlmi derinliği ve özellikle ele alıp çalışmış olduğu konulardaki yetkinliği tartışılmaz. İslam Ansiklopedisine yazdığı maddeler bile tek başına bu yetkinlik konusunda insana bir fikir verir. Nezaketi, nezaheti, hilmi, vakarı, ciddiyeti ve seviyeli insanî ilişkileri dillere destandır. Bunlara bir de giyim ve kuşamdaki seçiciliğini ilave etmek lazım. Hasılı, nadide bir insandı.
İslam hukuku profesörü Hamza Aktan’tan söz ediyorum. Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı olarak atanacağı ana kadar meslekî hayatını Erzurum İlahiyat’ta geçiren bir ilim adamıydı. Yıllarca İslam Hukuku kürsüsü başkanlığı yapmış. Bir ara Atatürk Üniversitesi rektör yardımcılığı görevinde de bulunmuş. 2000’li yılların başında tanıdım kendisini. İslam hukukunda doktora öğrencisiydim. 4 arkadaşla birlikte bir yıl boyunca odasında fıkıh konuştuk. Sonra tez hocam oldu. Ben ticaret hukukunda çalışmak istiyordum. Hatta kendime göre tez konumu bile belirlemiştim. O sıralar yeni yeni Türkiye ticaret hayatında ismi duyulan faktoring kuruluşlarını çalışacaktım. 3-4 yılımı vereceğim çalışmanın semeresinin halka faydalı olmasını istiyordum. Tezimin kabulü sonrası onu akademik üsluptan biraz arındırarak sadeleştirmelerde bulunur ve insanların pratik hayatında fayda sağlayacak bir eser olarak yayınlarım diye düşünüyordum.
Merhum Hamza Hoca kabul etmedi. “Hayır!” dedi. “Ben senin için başka bir şey düşünüyorum.” “Nedir?” diye sorduğumda “Çok yakın bir gelecekte şimdiye kadar konuşulanın çok daha ötesinde konuşulacak ve ilahiyatçılar olarak bizlerin gündemini çok meşgul edecek bir konu” dedi ve adını koydu: “İslam Hukukunda Düşünce Özgürlüğü ve Sınırı.” Önemli bir konu ama onlarca doktora tezine konu olacak genişlikte. Bunu söyledim hemen. “Alan veya dönem sınırlaması yapacağız tabii ki” dedi. Meğer bana teklif etmeden önce bunu da düşünmüş Hocam. Yoksa anında cevap veremezdi diye düşünüyorum. “Temel İslami değerlerde, Kur’an’da, sünnette ve gelenekte.” dedi. 3-4 yıl sürdü çalışmam. Tez planımın kabulünden sonra yazmaya başladım. Her bir bölüm bittiğinde teslim ediyordum hemen. Beni karşısına alıyor, alabildiğine özgür ve arkadaşâne bir atmosferde çaylar eşliğinde yazdığım bölümü satır satır okuyorduk kendisi ile. Usulü böyle imiş. Sadece benimle değil bütün doktora talebeleri ile böyle yaparmış.
Bir vefa göstergesi olarak kaleme aldığım bu yazıda asıl vurgulamak istediğim husus onun şahsi ve ilmi özellikleri değil. Bunu Hamza Hocamla yıllarca birlikte olmuş mesai arkadaşları yapar. Ben tarihe mutlaka mal olması ve gelecek nesiller tarafından da bilinmesi gereken bir çıkışını hatırlatmak istiyorum bu yazıda. Balık hafızalı bir toplum olduğumuz için o günleri bütün canlılığı ile yaşayan insanların bile unuttuğunu tahmin ettiğim bir çıkış bu.
Tarih 25 Ocak 2014. Diyanet İşleri Başkanlığı “Yüzyılın İslâm Kültür Hizmeti Onur ve Hizmet Ödülleri” diye bir program düzenlemiş. Diyanet Ansiklopedisi madde yazarlarına ödüller verecek. Salon ağırlığı İlahiyat hocaları olmak üzere ağzına kadar dolu. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ödül dağıtımı öncesi bir konuşma yapmaya başlıyor.
Konuşma esnasında söylenen şu cümleler salonda aniden buz gibi bir havanın esmesine neden oluyor. Neden? Çünkü 17-25 Aralık hırsızlık ve yolsuzluk operasyonlarını kendine göre başarı ile savuşturmuş ve onu halka “seçilmiş hükümete darbe” diye satabilmiş bir siyaset cambazı düşman ilan ettiği Fethullah Gülen Hocaefendi’ye isim vermeden ağza alınmayacak sözlerle hakaretler ediyor. İsim zikretmiyor ama adresi şiddeti zuhurundan gizli. Salondaki hocalar ne yapacağını şaşırmış durumda. Konuşma alkışlarla bölünüyor. Ama alkışlar ağırlıklı olarak arka sıralarda yerini almış bindirilmiş kıtalardan geliyor.
Ne diyordu Erdoğan? “Bu medeniyet yalancı peygamberleri, sahte velileri, içi boş âlim müsveddelerini bünyenin virüsü yok ettiği gibi reddetmiş ve tarihin çöplüğüne mahkûm etmiştir.” Devamı var ama ben burada bırakıyorum. Bu cümlelerin sarfedildiği zaman dilimi tam bir dönüm noktası aslında. Büyük bir fırsat herkes için. Salonda bulunan söz gelimi Mehmet Görmez ya da eski Diyanet İşleri Başkanlarından Tayyar Altıkulaç, Süleyman Ateş, Sait Yazıcıoğlu veya kamuoyunun tanıdığı Hayrettin Karaman misali bazı hocalar çıkıp açıktan itiraz edebilir, “Kim olursa olsun bir din adamına böyle hakaret edemezsin” diyebilirlerdi. Eğer bunu yapabilselerdi dinin siyasiler tarafından bu kadar hoyratça suistimal edilmesinin önüne büyük bir set konabilirdi. Haydi o atmosferde bu yapılamadı diyelim, hemen toplantı sonrası ya da ertesi günü kamuoyuna bir deklarasyon yayınlayabilirlerdi. Yapmadılar, yapamadılar ve bana göre köprüden önceki son çıkışı kaçırdılar.
Ama bunu ferdi düzlemde yapan bir elin parmak adedini geçmeyecek sayıda insan oldu. Prof. Dr. Salih Akdemir bunlardan birisiydi. Zaman gazetesi yorum sayfasına çok seviyeli bir makale kaleme aldı. “Kur’an hadimi olmam sıfatıyla yazmakla kendimi mükellef biliyorum” dedi. “Bir kimse birine küfür isnad ederse ve o özellik onda yoksa, küfür isnadı kendine döner” hadisini hatırlattıktan sonra “Milyonların gönlünde taht kurmuş bir zatın karalanmak istenmesi, ülkemizde ve dünyada pek çok mümini üzmüştür” diye yazdı. Bu makalesinin yayınlanmasından kısa bir süre sonra da Salih Hoca tedavi gördüğü kanser hastalığına yenik düşerek ahirete irtihal etti.
Erdoğan’a itiraz edenlerden bir diğeri merhum Hamza Aktan idi. Şunları söyledi Hamza Hoca basına verdiği röportajda. Kelimesi kelimesine aktarıyorum: “Başbakan’ın kimi kastettiği hususunda doğrusu ben de şaşırıp kaldım. Anlaşıldığı gibi anlamaya benim vicdanım müsaade etmiyor. Fethullah Gülen bugüne kadar yaptıklarıyla, icraatlarıyla, taşıdığı vicdanı ve imanı, ihlası ve sadakatiyle kendisini ispat etmiş bir insan. Dolayısıyla onun hakkında böyle ileri geri, onu tezyif ve tahkir edecek ifade yerini bulmaz. O söz ortalıkta dolaşır ama asla gösterilen hedefe gidip yapışmaz. Ama diyebilirim ki, bu manzarayı seyretmek bizim yüreklerimizi kanatıyor, vicdanlarımızı sızlatıyor. Ben inanıyorum ki, milletin büyük bir kısmı da bundan ızdırap duyuyor. Yani bir anlam veremiyorum, doğrusu çok büyük yanlışlıklar yapılıyor.”
Hamza Aktan muktedir, muktedirlerin karşısında yaptığı bu cesur çıkışı ve dik duruşu ile mesleki kimliğinin, kemale ermiş karakterli kişiliğinin ve ilminin izzetini korudu. Ama onu benim nazarımda daha da büyüten bir başka şey daha oldu; o da bu duruşu sergilediği tarihten vefat edeceği güne kadar geçen yaklaşık 8 yıl içinde duruşunu değiştirmedi, sözlerini geriye almadı.
Nur içinde yat Hamza Hocam. Mekânın cennet, makamın âlî, anlaşılması için ömrünü adadığın Kur’an yoldaşın, Peygamber Efendimiz de (sas) ahiret hayatında yoldaşın ve arkadaşın olsun.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***