YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN
CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun daveti üzerine 6 muhalefet partisinin lideri bir çalışma yemeğinde bir araya geliyor. Kılıçdaroğlu’nun katıldığı toplantıya katılan partiler ve genel başkanları şöyle: Meral Akşener (İYİP), Temel Karamollaoğlu (Saadet), Ali Babacan (DEVA), Ahmet Davutoğlu (Gelecek P) ve Gültekin Uysal (DP).
Bu toplantıyı değişik perspektiflerden ele almak mümkün. Öncelikle ana akım yaklaşım, bu organizasyonun Kılıçdaroğlu’nun başarısı olduğu yönünde. Bu yorumun temel dayanak noktası, birbirlerinden farklı partilerin ortak bir muhalefet platformu olarak bir araya gelmiş olması. Diğer konuysa parlamenter sisteme geri dönüş konusunun ön planda olması. Buna CHP’nin son aylarda iyiden iyiye profil kazanmış olması ve bunun diğer muhalefet partileri tarafından da artık belirgin şekilde benimsenmesi geliyor. CHP kendisini Türkiye siyasetinde sol olarak konumlandıran bir parti. Toplantıya katılan tüm diğer partilerse sağ görüşlü partiler. Dolayısıyla sol bir partinin girişimiyle bu toplantının yapılmış olması ve bu toplantıya sağ partilerin katılımı elbette Erdoğan yönetimi için ciddi bir tehdit olarak görülebilir. İyimser yorumların tümünün üzerinde durduğu konular budur.
Ben bu yazıda bu bakışın eleştirisini yaparken, toplantıyı daha başka bir perspektiften yorumlamak istiyorum. Bunlardan biri Türkiye’de sol siyaset merkezli bir okuma ve analiz. İkincisi – ve daha ağırlıklı olanı – ise Kürt siyasetinin dışlanmışlık konumunun rejimin geleceğine yönelik etkisi olacak.
Önce birincisinden başlayalım.
CHP yukarıda da işaret ettiğim gibi kendisini bir sol parti olarak konumlandırıyor. Şimdi bu iddianın geçerliğini bir kenara bırakıp, şunun altını çizelim. CHP dışında kendini solda konumlandıran bir başka parti var Türkiye’de; o da HDP’dir. HDP son yıllarda kendisini Türkiye partisi olarak konumlandırıyor da olsa, bu onun aslında Kürt siyasetini merkezine alan bir Kürt partisi olduğu gerçeğini değiştirmez. HDP’nin tüm geleneği, 1980’lerde politik parti(ler) olarak ortaya çıkan Kürt siyasal hareketine dayanıyor. Yine de HDP ve Kürt siyasi geleneği sol bir harekettir. Türk solundan hayal kırıklığına uğramış ve etnik odaklı politikaya yönelmiş de olsa öyledir.
Bu son nokta çok önemli kanısındayım. Neden bir sol parti etnikleşir ve Kürt milliyetçiliğine yönelir? Bu soru, CHP’nin de Türk milliyetçiliğine yönelmiş bir parti olması nedeniyle, Türkiye siyasetine dair incelemelerde mutlaka üzerinde durulması gereken bir görüngüdür. CHP, 1920’lerin ve 1930’ların Türk-üstünlükçü, homojenleştirici, Orta Asya’cı, Türkiye halkını bit etnisite altında asimile etmeyi şiar edinmiş bir siyasi harekettir. Mustafa Kemal’in temel doktrininde milliyetçilik merkezidir ve bu konu CHP kimliğinde es geçilmeyecek kadar da belirleyici olmuştur. Kürtler bu parti çatısı altında teşekkül eden bir “sol” partiye anlaşılır nedenlerle daima mesafeli oldular. Bu konum, 1980 askeri darbesi ve ara rejiminden sonra iyice belirginleşti. Dahası, Kürtler CHP’de kendilerini konumlamamaya başladıklarından itibaren de milli bir kimlik geliştirdiler. Yani salt demografik bir etnisite olma konumundan çıkarak, ulusal bilince ulaştılar. Bu yeni Kürt kimliği, tümüyle Türk milliyetçiliğine karşı pozisyon almış tepkisel bir milliyetçililiktir. CHP – ve diğer Türk milliyetçisi partilerin – milliyetçiliği, Cumhuriyet’in asimilasyoncu aksiyoner milliyetçiliğiyken, HDP’nin ve Kürt siyasi hareketinin milliyetçiliği bu asimilasyoncu Türk milliyetçiliğine karşı geliştirilen ve Kürt kimliğini korumakta direnen bir tepkisel milliyetçiliktir. Türkiye siyasetinin en iyi anlaşılması gereken kırılması, işte bu fay hattıdır.
İşte CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun HDP’yi toplantıya çağırmaması, bu bakımdan çok önemlidir. O toplantıya katılan tüm partiler, HDP ve Kürt siyasi hareketi perspektifinden bakıldığında “Türk partileri” olarak konumlandırılıyor. CHP de HDP de kendilerini “sol” olarak konumlandırıyor olsa da, toplantı özelinde ideoloji değil, kimlik siyaseti belirgin olmuştur.
Bir diğer nokta da şudur: Her ne kadar CHP ana muhalefet de olsa ve o toplantıya katılan partiler içinde bariz en yüksek oya da sahip görünse, gerçek şudur ki gerek kendi ulusalcı hassasiyeti ve HDP algısı, gerekse de sağ siyasi partilerin beklentileri bakımından HDP’nin toplantıdan dışlanmasına karar vermiştir. Bu ilk olarak CHP’deki Kemalist damarın (ulusalcı ruhun) hala çok etkili olduğunun göstergesidir. İkincisi, bu sağ partilerin başarısıdır. Özellikle de Meral Akşener’in İyi Parti’sinin.
Demek ki hem sol siyaset odaklı bakışta, hem de etnik Kürt siyaseti odaklı bir bakışta ortaya çıkan gerçeklik, Türkiye’de muhalefet seviyesinde de bir etnik bölünmüşlük tablosu net olarak orta yerde duruyor.
Türkiye demografik olgu olması dışında, kimlik siyaseti bakımından da etnik olarak kaba şekilde Türkler (anadili Türkçe olanlar anlamında) ve Kürtler arasında ikiye bölünmüştür. Bu fiili bir politik bölünmedir. Bu bölünme eğer bir sorun olarak tanımlanacaksa ve bölünmeme durumu idealize edilen (amaçlanan) sonuç olacaksa, bu sorunun kaynağı Kürtler değildir. Dediğim gibi, Kürt nasyonalizmi tepkiseldir. Oysa Türk nasyonalizmi aksiyonerdir. Anadolu coğrafyasında Türk etnik devleti inşa edilerek ve etnik politikalar takip edilerek, Kürt reflekssel milliyetçiliği tetiklendi. CHP – geçmişindeki Kemalist mirasına sahip çıktığı için – bu politikanın mimarıdır ve dolayısıyla da bu problemin de nedenidir. Anlaşılan, bu tarihi yanlışı halen bir hata olarak değerlendirmiyor, yanlışta ısrarcı oluyor.
Bu veriler ışığında, CHP bu yazıca sol bir parti olarak nitelenirken, sol sıfatı neden tırnak içine alındı sorusuna gelmeliyiz. Şunu demek istiyorum ki CHP’nin sol bir parti olmadığı gerçeği görmezden gelinmeyecek kadar mühim bir meseledir. Bu aslında tüm Türkiye demokrasi ve hukuk devleti mücadelesinin en zayıf halkasını meydana getiren bir durumdur. Bugün CHP rejimin ikinci en güçlü partisidir ve söylemleriyle de eylemleriyle de, 2002-2011 dönemi AKP’sinin bile çok ama çok gerisindedir. Basit bir stratejik toplantıya HDP’yi davet edemeyecek kadar da değişime ve dönüşüme kapalıdır. Belki Kemal Bey ve ekibi bunu değiştirmek istiyordur, bilemem. Fakat görünen o ki bu değişimi istiyorlarsa bile, bunu sağlayacak cesaretleri veya güçleri yoktur.
Bu rejimin değişmesi için öncelikle elbette Erdoğan ve AKP iktidarının – MHP ve derin devlet desteğiyle beraber topyekûn olarak – gitmesi gerekiyor. Fakat bunun yanı sıra, yerine gelen iktidarın da bu rejimi sonlandırma ve reform iradesine sahip olması lazım. Mesele şu ki, birincisi – yani Erdoğan ve bugünkü iktidarın gidişi – matematiksel olarak olanaklı da görünmeye başlasa, ikincisini – yani demokratikleşme reformlarını – başlatacak ve yürütecek bir siyasi irade henüz ortada yok. Bu CHP bahsettiğim demokratikleştirici dönüşümün mimarı olamaz. CHP dışında toplantıya katılan hiçbir sağ parti de bu rolü oynayamaz. Erdoğan ve avanesi gidebilir belki, ama yerine benzer bir zihniyet geçer, her şey kaldığı yerden devam eder.
Ben siyaset bilimciyim. Görevim gördüklerimi söylemek. Bunu herkesin anlayabileceği şekilde anlatmak! Gerçek şu ki Türkiye’de Kürtleri dışlayarak ülkeyi hukuk devleti haline getirmek olanaklı değil. Önce Erdoğan gitsin, sonrasına bakarız mantığı, bunca sütten ağzı yanmışlıktan sonra bana akıllıca bir taktikmiş gibi gelmiyor. Elbette bu benim ve başka insanlar farklı düşünebilir. Bu yazının da amacı insanların olaylara farklı açılardan yaklaşmalarını sağlamaktır.
Rejimin değişmesi için iki temel olması gereken vardır: 1) Kürt siyasetini kapsayıcı bir muhalefet hareketini meydana getirmek. 2) Rejimin diskurunu reddetmek. Bu konuları yazmaya devam edeceğim.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***