Elektrik faturaları artık espri konusu olmanın ötesine geçti. Ciddi sonuçlar doğurmaya başladı ve ilginçtir, biz bu sırada cemevlerinin “ticarethane” olduğunu da öğrendik. Tabii “böyle bir şey olur mu?” diyeceksiniz her aklı başında insan gibi. Fakat elektrik fiyatlarına yapılan zamdan sonra dikkat çeken faturalar incelendiğinde bazı cemevlerinin ticarethane statüsünde değerlendirildiği anlaşıldı. Peki bu sadece siyasetin, idarenin sorunu mu yoksa sosyolojik bir problemden mi kaynaklanıyor?
HDP İstanbul Milletvekili Ali Kenanoğlu’yla cemevlerine gelen elektrik faturaların, cemevlerinin neden “ibadethane” kabul edilmediğini, çözüm sürecini, Erdoğan’ın “Öcalan-Demirtaş” açıklamalarını konuştuk…
Kimi cemevlerinin ticarethane olarak kabul edilip elektrik faturalarının buna göre düzenlenmesi basit bir yanlışlık mı?
Hayır, yanlışlık değil. Yani bilinçli olarak tercih edilerek yapılmış bir düzenleme. Çünkü cemevleri ibadethane statüsünde kabul edilmiyor anayasal olarak da yasalar ve yönetmelik açısından da bu böyle. Böyle kabul etmedikleri zaman bunu ticarethane kapsamı çerçevesinde faturalandırıyor elektrik idaresi kurulları ya da işte elektrik dağıtım şirketleri. Tabi bu konuyu dava eden, buna karşı çıkan Alevi kurumları, cemevleri var. Bununla ilgili uğraşmayan, hani bunu bir mücadele alanı olarak görmeyip gelen faturaları bugüne kadar ödeyen kurumlar da vardı ama işin seyri değişti. Çünkü ticarethane kapsamındaki faturalar katlamalı, katmerli bir şekilde gelmeye başladı konutlara nazaran, kaldı ki konutlardaki faturalar da katbekat arttı ve insanlar faturalarını ödeyemez pozisyona geldiler ve ticarethaneler onun dört beş katı yükseklikte faturalara maruz kaldılar ve böylelikle bu sorun gün yüzüne çıktı. Bilmeyenler de öğrenmiş oldu. Bilenler ama kabul edenler de artık kabul edilemez bir durum halini aldığını gördüler. Dolayısıyla iş kangren noktasına geldi ve cemevleri “artık biz bu faturaları ödemiyoruz” dediler ve kendi cephelerinden Alevi kurumları, cemevleri bu faturalara tümüyle itiraz edip mahkemeye taşıdılar hem bir taraftan, bir taraftan da kesinlikle ödemeyeceklerini beyan ettiler ve yeni bir sürece girdi bu konu.
Cemevleri bazı yerlerde kültür merkezi statüsünde, yerel yönetimlerin inisiyatifinde. Ticarethane olmasında tamamen bir idari tasarruf mu söz konusu? Çünkü burada siyasi bir tepki de doğacak vatandaştan. Niye böyle tercihte bulunmuş olabilir idare?
Tümüyle idarenin inisiyatifine bırakılmış bir durum söz konusu. Çünkü cemevleri için kabul edilen bir bir tanım, bir tanımlama söz konusu değil. Bazı tapularda, imar planlarında ve belediye kararlarında cemevleri ibadethane olarak kabul ediliyor ama merkezi iktidarın bu konuda bir kararı olmadığı, elektrik piyasası kurulu da merkezi iktidara bağlı olduğu için oradaki dağıtım şirketlerinin inisiyatifleri çerçevesinde bu değerlendirmeler yapılıyor. Esasında baktığınız zaman bu mahkeme kararlarıyla da sabitlenmiş ve cemevlerinin ibadethane olduğu da kabul edilmiş durumda. Elimde bir mahkeme kararı var, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararıdır, bu elektrik mevzuatı çok öncesinden dava edildi ve bu dava 26 Nisan 2016 tarihli Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararıdır. Cem Vakfı öncülüğünde mahkeme edilmiş ve kazanılmış bir dava, 26 Nisan 2016’da sonuçlanmış. Onun öncesinde tartışmalar ve davalar var, Danıştay’da açılmış ve kazanılan davalar var elimde. Şimdi bütünüyle aslında bu yargı tarafından da gerek iç hukukta gerekse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde netleşmiş ve sonuçlanmış bir durum olmasına rağmen, yani cemevleri ibadethane kapsamı statüsünde ele alınması gerekirken mahkeme kararları tanınmıyor, uygulanmıyor.
‘AİHM’İN CEMEVİ KARARI DA UYGULANMIYOR’
Ne iç hukuk ne AİHM, hiçbiri uygulanmıyor ve buradan kaynaklı olarak da tamamen idarenin inisiyatifine terk edilmiş bir durum söz konusu. Bu niye tercih edilmiş? Dağıtım şirketleri ticarethane ve tüccar gibi bakıyorlar her şeye. Zaten Cumhurbaşkanı da, AKP Genel Başkanı da ülkeye şirket gibi bakıyor, kendisi de beyan etmişti “Ben bu ülkeyi şirket gibi yöneteceğim.” diye. O nedenle manevi değermiş, ibadethaneymiş, inançmış, bilmem neymiş, eğer yasalarda ve anayasada yeri yoksa herkes “Buradan nasıl daha fazla para kazanabilirim?” derdinde. O nedenle dağıtım şirketlerinin inisiyatifi doğrultusunda buralara ticarethane statüsünde faturalar gönderiliyor. Emin olmadan söylüyorum, belki de bu faturaları alan arkadaşlar bugüne kadar bunun farkında bile olmamıştır. Niye? Makul düzeyde faturalar geldiği zaman onu statüsüne, değerine, bilmem nesine bakmadan ödüyorlardır belki de. Ancak fatura bu kadar kabarık gelince “Ya bir dakika, ne oluyor? Bu fatura niye bu kadar yüksek geldi?”. Bakıldı ki ticarethane statüsünde, yani oradaki tarife bunun üzerinden yapılıyor ve böylelikle ortaya çıktı. Çünkü diğerleriyle arasında çok büyük farklılıklar yoktu bugüne kadar. Aralık ayında yapılan düzenlemeyle birlikte ve iktidarın 31 Aralık gecesi yaptığı zamlarla birlikte Türkiye’de bütün bu işler acayip başka bir hal aldı. Konutlarda iki kademeliye geçildi. %52, %127 zamlarla karşılaşıldı. Aslında birinci kademede kimse yer almadı, herkes doğrudan ikinci kademeden faturalandırıldı. Çünkü çok düşük bir kilowatt/saat sınırı konuldu. O anlamıyla cemevleri aslında ibadethanedir, hukuken de ibadethanedir. Teolojik olarak zaten tartışmıyoruz, beyana dayalıdır, inançların, kimin nereyi ibadethane gördüğü, bu beyana dayalıdır. Bunu teolojik boyutunu zaten tartışmıyoruz. Hukuken de ibadethane olduğu kesinleşmiştir.
‘SİYASET CEMEVLERİNİN İBADETHANE OLDUĞUNU KABUL ETMİYOR’
Ancak siyaset bunu kabul etmiyor, siyaset bunu onaylamıyor. Mevcut iktidar buna asla yanaşmıyor ve şu anda sıkışmış durumda. Bir tarife değişikliğine gidecekler, ticarethane kapsamından çıkaracaklar, bu anlaşılıyor. Ancak Alevilerin talep ettiği, kazandıkları davalarda olduğu gibi bu ibadethane statüsünde değil, sizin de söylediğiniz gibi ya kültür merkezi ya sosyal tesis vb. kapsamda bir tarifeye tabi tutulacak. Ancak bu saatten sonra Alevi toplumu artık uyandı. Bunu da kabul etmeyecek. Kesinlikle o faturalar ibadethane statüsüne çevrilmediği sürece ödemeyeceklerini de beyan ettiler ve bu konuda yeni bir sürece girilmiş oldu Aleviler açısından.
Siz Alevi kültürünü araştıran, yazan da bir isimsiniz; kitaplarınız var, dolayısıyla sahadaki karşılığını da biliyorsunuz. Acaba yaşadığımız sıkıntı sizin altını çizdiğiniz gibi iktidarın siyasi görüşüyle mi ilgili, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin daha köklü bir tutumu mu ya da bunun sahada sosyolojik bir karşılığı, siyasetin böyle bir alt yapısı var mı?
Vatandaş açısından hiçbir sıkıntı yok. Bugün hangi vatandaşa giderseniz gidin, hangi inanca mensup vatandaşa giderseniz gidin, cemevlerinin birer ibadethane olduğunu, Alevilerin ibadet ettiği bir yer olduğunu kabul ediyorlar, bunda bir sıkıntı yok. Herhangi bir ideolojik kasma içerisinde değilse vatandaş, bu tüm ideolojik Saiklerle meseleye bakmıyor ise, normal vatandaş, normal bir Sünni vatandaş, inançlarına mensup bir vatandaş herkes açısından cemevlerinin bir ibadethane olduğunu, Alevi toplumunun ibadet ettiği bir yer olduğu konusunda bir hemfikirlik söz konusudur. Bu hangi inançtan insan olursa olsun. Dolayısıyla siyasetin bu konudaki argümanları kesinlikle vatandaşın bakış açısı ile ilgili değildir. Cemevlerinin ibadethane statüsüne kabul edilmeyişi meselesi AKP meselesi değildir onu da söyleyeyim. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş kodlarındaki bir meseledir. Bakın elimde bir Bakanlar Kurulu kararı var. Türkiye’de cemevlerinin ibadete tanımı, ibadethane tanımının yapıldığı ve cemevlerinin ibadethane tanımının dışına çıkarıldığı tarih, Bülent Ecevit’in başbakanlığında, Devlet Bahçeli’nin ve Mesut Yılmaz’ın başbakan yardımcısı olduğu dönemde yapıldı. Bakanlar Kurulu kararının tarihini söyleyeyim size. Cumhurbaşkanı da Ahmet Necdet Sezer bu kararı onaylayan. 12 Nisan 2002 tarihli Bakanlar Kurulu kararı. Bundan önce bütün yasalar ve yönetmeliklerde cami diye geçiyordu. 2002 yılında Avrupa Birliği İlerleme Mevzuatı’yla ilgili olarak kanunlarda değişiklikler yaptılar. Camiyi çıkarttılar. Yerine ibadethane koydular ama ibadethane koyarken ibadethanenin tanımını bu Bakanlar Kurulu kararıyla yaptılar. Bu tanımı yapan da Ahmet Necdet Sezer Cumhurbaşkanı, Başbakan Bülent Ecevit, Devlet Bahçeli ve Mesut Yılmaz’dı. Dolayısıyla her şey dönüp dolaşıp AKP’yi yıkma, hani hem meselenin boyutunu anlamamızı eksik bırakır hem de yanlış yaklaşım içerisinde oluruz. Bir de haksızlık etmiş oluruz. AKP, devletin devamlılığı esasında devletin o statükocu ve o yasakçı anlayışını devam ettiren bir yerde duruyor AKP.
‘CEMEVLERİNİN İBADETHANE OLAMAYIŞI VE DEVLETİN ‘GÜVENLİK KONSEPTİ’
Esasında cemevlerinin ibadethane sayılmayışı devletin güvenlik konseptinde ele aldığı bir meseledir. Devlet şöyle düşünüyor, diyor ki; bir yeni bir azınlık dini yaratamayız. İslam’ın bir tane ibadethanesi vardır. O da camidir. Ya Aleviliği İslam’ın dışına çıkartacağız, azınlık dini oluşturacağız, azınlık toplumu oluşturacağız ya da İslam’ı ikiye bölüp dünyanın hiçbir yerinde olmadığı gibi biz bunu kabul edeceğiz ve cemevlerini İslam’ın bir ibadethanesi göreceğiz diye bunu güvenlik konsepti çerçevesinde düşünüyorlar. Dolayısıyla zaten örneğin Avrupa’da, Avrupa ülkeleri demokratik ve laik yapılanma gereğince inançların ve ibadethanelerin beyan esasına göre belirlediği için, cemevleri ibadethanemizdir diyen Alevi toplumunun bu beyanını kabul ettiği için, Avrupa’nın birçok ülkesinde cemevleri ibadethane statüsünde tanımlanıyor. Türkiye Cumhuriyet Devleti buna nasıl yaklaşıyor? AKP iktidarıyla birlikte, o Kemalist yapısı da dahil olmak üzere, tümüyle bu meseleye şöyle yaklaşıyor. Diyor ki; ‘Avrupa Birliği bölücüdür. Bunlar İslam’ı bölüyorlar. Bunlar Türkiye’yi bölme hevesindeler. Dolayısı ile Alevileri kullanıyorlar bunun için ve yeni bir din yaratıyorlar’ diye burayı eleştiriyorlar ama tarihsel ve teolojik ve inançsal bir gerçeklik var. Yani Alevi toplumu, tarihinin kadimden bu tarafa, kendimi bildim bileli bu tarafa ki siz de söylediniz ben saha araştırmaları yapan bir insanım bir taraftan, Aleviler cemevlerinde yani kendi köylerinde o zamanlar büyük kentlerde böyle yapım alanları yok. O zamanlar kentlerde Bektaşi tarikatları var. Onlar meydana gidiyorlar. Köylerde de örneğin cemevlerine, pir evi denir, meydan evi denir, bu isimlerde bir yerler vardı. Buralarda cem yapılır. İsmi meydan evidir, pir evidir, dede evidir. Bu isimlerle değişir. Değişik değişik isimler alır. Ancak işin özü cem yapılan evdir, yerdir orası. Kentlere gelince, cemevleri oluşturuldu bağımsız şekilde Alevi toplumu kentleştikten sonra ve bu isimle varlıklarını sürdürüyorlar. O nedenle bu mesele sadece AKP’nin meselesi değil. AKP’nin sorunu şurada, AKP devletin o güvenlikçi, statükocu yapısını, ulusalcı yapısını aynen koruyor. Muhafaza ediyor ve devam ettiriyor. Böyle bunun üzerine Sünni siyasi yaklaşımı ile ideolojik bakış açısını da ekledi ve katmerli hale getirdi. O nedenle bu işi AKP’nin çözeceği yok, mümkünatı da yok.
Alevi açılımı da denendi ama Kürt açılımı gibi oldu. Yani bir neticeye varmadı. Alevi açılımını denemesi, bir dönem AK Parti’nin statükoyla mücadele etme niyeti olduğunu mu gösterir, yoksa bu seçime dönük basit bir çalışma mıydı?
Ben o Alevi çalıştaylarında, Alevi temsiliyetinde o masada oturanlarından biriydim Alevi toplumu adına. Dolayısıyla o sürecin içerisindeki bir insan olarak söylüyorum. AKP bir bütün olarak bu meseleyi çözüme odaklı bir yaklaşım içerisinde olmadı. Çözümü şöyle düşünüyordu, kendi ideologlarının ya da etrafındaki insanların belirlediği bir Alevi tanımı vardı. Bizim bu tanımı kabul etmemizi istediler. Yani bize onu dayattılar. Örneğin cemevleri konusunda şunu söylediler. Kesinlikle cami gibi bir ibadethane kabul edemeyiz. Bu mümkün değil. Cemevlerini başka bir statüyle alalım yani. Bizi buna ikna etmeye çalışlar. Biz dedik ki biz bunu kabul etmeyiz. Bizim bir tek ibadethanemiz vardır. O da cemevidir. Başka bir ibadethane kabul etmiyoruz biz. Böyle bir süreçte bu yürütüldü. Yani esasında AKP’nin kendisinin kafasında bir formül vardı. Alevilere bir tanımlama formülü vardı. Bir çerçeve çizmişti kendisi. O çalıştayda bizi o çerçeve içine oturtmaya çalıştı. O çalıştaylar zaten onun için başarılı olamadı ve nihai rapor yazıldı, nihai rapora hükümet bile sahip çıkmadı. Biz zaten itiraz ettik. Sadece moderatörün kendi ismiyle yayınlanan nihai rapor haline dönüştü. O öyle kaldı. Her siyasi partide farklı kanatlar var, AKP’de de böyle olduğunu biliyoruz biz. Belki bir kanat hakikaten çözme niyetiyle bu meseleye düşmüş olabilir ama genel yaklaşım ve bize sunulan bu değil. Bize sunulan tümüyle bir çerçeve, bizim o çerçeve içerisine girmemizdi. Biz bunu kabul etmedik.
‘GEÇMİŞİN ERGENEKON YAPISI İLE İTTİFAK İÇİNDE OLAN BİR AKP VAR’
Bütünü oluşturan parçalardan birinin tercihiyse bugün öyle bir niyet seziyor musunuz? Yoksa bugün daha belirgin bir kimlik siyaseti mi güdüyor Adalet ve Kalkınma Partisi?
Bugün de farklı bir yönelim ve yaklaşım içerisinde değil. Bugün daha çok devletin genetik kodlarıyla birlikte hareket eden bir AKP var. Yani geçmişin Ergenekon yapısı, ulusalcı Kemalist yapılarla ittifak içerisinde olan bir AKP var. Aslında devletin o kanadı da Aleviler meselesini çözmek istiyor. Nasıl çözmek istiyor. Diyanet aracılığıyla nasıl Sünniliği kontrol altına aldıysa, devlet Sünniliği diye bir şey oluşturduysa, devletin kontrolünde bir müslümanlık oluşturduysa, bugün aynı şekilde devletin o kanadı da yani Kemalist, ulusalcı, işte statükocu, Ergenekoncu adına her ne diyorsanız, bu kanat da Aleviliğin kontrol altına alınması gereken bir hal aldığını düşünüyor. Bu anlamıyla yapılan açıklamalar ya da çalıştaylar, şunlar bunlar ya da bu amaçla niyet edilen işler bugünlerde bunların hiçbirisi de Alevilerin hakikatini kabul etmek üzerine kurulu değil. Alevilerin kendi hakikatinin kabulü üzerine bir siyaset yürütmüyorlar.
‘SOYLU ‘BİZİ AŞAR’ DİYOR’
Örneğin şu anda Süleyman Soylu’nun danışmanı dolaşıyor. Cumhurbaşkanı bazen açıklamalar yapıyor. Ziyaret ettikleri cemevlerini kurumları biz de ziyaret ediyoruz, görüşüyoruz. Cemevleri ibadethane dediğimi zaman Süleyman Soylu şunu söylüyor, “Bu bizim boyumuzu aşar.” Peki ne olacak? Diyor ki, “Ya işte boya badana eksiğiniz var mı, tuğla çimento eksiğiniz var mı, işte masa sandalye eksiğiniz var mı, paraya pula ihtiyacınız var mı bunları verebiliriz diyor ama bir anayasal güvence, bir statü, bilmem ne biz bunları farklı yapamayız. Bunlar bizi aşar.” Mesele bundan ibaret aslında. Sadece bir seçim arifesinde hem Avrupa’ya hem liberallere, hem genel kamuoyuna hem de Alevilere bir şirin gözükme halinden başka bir şey değil. Kaldı ki aleyhlerinde böyle yaklaşımlar karşılığında AKP’ye oy vereceklerini falan da zannetmiyorum. Bunların da onu düşündüğünü zannetmiyorum ama bir şeyler yapıyorlar. Genel kamuoyuna demokratikleşme, Alevilerin sorunlarını görme, bunlar için bir şeyler yapma, Kürtleri görme, onların için bir şeyler yapma. Yapıyormuş gibi gösterme hali var seçimlere doğru.
‘TÜRKİYE KARANLIK BİR DÖNEMDE GEÇİYOR’
Göz altına alınan bir vatandaş var, ağza alınmayacak ifadelerle Alevi kesime hakaret ettiğini görüyoruz. Bu münferit bir olay diyerek geçmek mi lazım ya da daha şüpheci olup bir derin devlet girişimi olabilir diye mi düşünmek gerek? Çünkü provokasyona çok açık bir alandan söz ediyoruz. O terbiyesiz yaklaşım için ne diyorsunuz?
Birkaç evrede değerlendirilebilir bu, birkaç konu üzerinden. Birincisi, ülkenin bütün karanlık dönemlerinde, bütün karanlık süreçlerinde mutlaka Aleviler üzerine bir provokasyon gerçekleştirilmiştir. 90’lı yıllarda Sivas’ı, öncesinde 70’li yıllarda Maraş’ı, Çorum’u düşünürsek Türkiye’nin kritik aşamalarındaki kritik değişim dönüşüm süreçlerinde, bu tür karanlık evrelerinde Alevilere yönelik bir provokasyon ve katliam zemininin oluşturulduğunu ve gerçekleştirildiğini görürüz. Türkiye de şu an karanlık bir dönemden geçiyor. Bir taraftan mafyaların, çetelerin cirit attığı, bunların siyasette söz sahibi olduğu. Bir taraftan devletin kendisinin yani İçişleri Bakanı nezdinde çetevari uygulamalarla ülkeyi yönettiği, bütün suç şebekeleriyle birlikte fotoğraflar çektirip hukuku yok sayan bir takım uygulamaları savunduğunu gördüğümüz bir iktidarla karşı karşıyayız. Yine Cumhurbaşkanı, AKP genel başkanı açısından düşünürseniz yani işte gösterdiğim mahkeme kararlarını, Osman Kavala kararını düşünün, Selahattin Demirtaş kararını düşünün, AİHM kararlarını, Alevi cemevi AİHM kararlarını, hiçbirini tanımayan ve tanımayacağını söyleyen, hukuka bağlı olmayan, kendi anayasasına, anayasanın verdiği ihlal kararlarını bile uygulamayan bir iktidarla karşı karşıyayız. Yani hukuk ortadan kalkmış, bürokrasi de ortadan kalkmış. Devlet mafyavari bir yöntemle yönetilir hale gelmiş. Bu karanlık dönem. Bu dönemde kimlerin ne yapacağı belli olmaz. Her türlü provokasyonlara açık bir dönemdir. Çünkü hukuk askıya alınmıştır. Bürokratik devlet aklı ortadan kalkmıştır. Bunlar olur. Dolayısıyla tehlike altındaki en önemli gruplardan biri de Alevilerdir. En başında gelen.
Diğer taraftan da şu var; devletin üst kademelerinde Alevilere yaklaşımda olumlu anlamda bir değişiklik olmadığı sürece, yani Kemal Kılıçdaroğlu’na örneğin, Aleviliği üzerinden hakaret edildiği sürece, ‘cibilliyetsiz’ kelimesini Kemal Kılıçdaroğlu’na neden söylüyor? Tümüyle onun Alevi kimliği üzerinden söylüyor. Başka birine söylemiyor, başka bir şahsa söylemiyor. Sadece Kılıçdaroğlu’na ‘cibilliyetsiz’ diyor. Bunu vatandaş görüyor. Alevi toplumu da görüyor. Alevi kimliğinden dolayı meydanlarda yuhalattı Kılıçdaroğlu’nu. Kılıçdaroğlu her ne kadar Alevi kimliğine sahip çıkmasa da biz bunu biliyoruz. Ona nereden saldırıldığını biliyoruz yani. Bir taraftan da şu var; Alevilerle ilgili yapılan her türlü hakaretle saldırı cezasızlıkla ödüllendiriliyor. Bakın Uğur Kurt Okmeydanı Cemevi avlusunda katledildi, onu katleden polise sadece para cezası verildi ve serbest bırakıldı. Görevinin başında, devam ediyor şu an. Bütün bunlar cezasızlık politikaları, din derslerinde Alevi çocuklarına hakaret edilir, hiçbir ceza verilmez o öğretmene. En fazla okulu değiştirilir, çok baskı gelirse o da. Bunun gibi bu cezasızlık politikalarla bu tür insanları cesaretlendiriyor. Ne olacak ki ya diyor ben Alevilere küfür ederim. Onu bir hak olarak görüyor. Küfür edilebilir bir topluluk olarak görüyor. Niye? Çünkü Cumhurbaşkanı öyle diyor. Çünkü Başbakanı böyle konuşuyor. Çünkü bilmem parti başkanı böyle konuşuyor. Yani bu ülkeyi yönetenler bu şekilde konuşursa ya da bunu söyleyenler hiçbir ceza almazsa o da bunu söylemeyi kendinde hak görür. Bu boyutu da var tabii.
‘HDP SEÇMENİ NEREDEN YANA TAVIR KOYARSA ORANIN KAZANDIĞI BİR TABLO VAR’
Sorunun kuruluş kodlarının çok önüne geçmesini, çağdaş demokratik bir anlayışla çözülmesini dileyerek güncel siyasete geçelim. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Selahattin Demirtaş’ı kastederek, “Edirne’deki daha İmralı’dakine hesap verecek.” gibi aslında çok sıkıntılı siyaseten de çok sıkıntılı bir cümle kurdu. HDP de bu ifadenin nasıl bir karşılığı vardı?
Parti olarak şöyle değerlendirdi HDP, içerisindeki Kürt siyasetçiler açısından da ele alırsak o arkadaşların değerlendirmesi, bizim değerlendirmemiz… Topyekûn meseleye şöyle bakıyoruz: Netice itibarıyla HDP şu anda Türkiye’de siyaseten belirleyici noktada. Cumhur İttifakı, Millet İttifakı olarak değerlendirirsek, Cumhurbaşkanlığı seçimleri olarak değerlendirirsek… Parlamento başka bir şey. Bütün bu seçimde HDP seçmeni nereden yana tavrını koyarsa orasının kazandığı bir tabloyla karşı karşıyayız. Belediye seçimlerinde bunu çok net gördük hep birlikte, yaşadık. Buradan kaynaklı olarak HDP dağıtılmadan, HDP seçmenleri ayrıştırılmadan, oraya bir çomak sokulmadan, orası darmadağın edilmeden bu Cumhur İttifakı başarılı olamayacağını düşünüyor. O nedenle HDP’ye kapatma davası, Kobane kumpas davası, diğer taraftan İmralı Edirne hattı diyerek bu alandaki gerilim hatlarını oluşturma girişimleri sürüyor. Biz bunu böyle görüyoruz.
‘EMİNİZ Kİ ÖCALAN’LA, İMRALI ADASI’NDA GÖRÜŞME SÜRÜYOR’
HDP içinden yeni partiler çıkarabilme çabası da söz konusu.
Şüphesiz, HDP’yi dağıttığın zaman yeni partiler oluşturulacaktır. HDP’nin o bütünsel varlığını dağıtması gerekiyor. Bunun için de Öcalan’la Demirtaş üzerinde bir farklılık, ayrıştırma, iki kutuplu bir yapı oluşturmak gibi bir hevesleri var. Şunu çok net biliyoruz yani. Ben 2015’te milletvekili olduğumdan bu tarafa yakinen birlikte çalışıyorum bu arkadaşlarla ve bu partinin içerisindeyim. Şunu çok iyi biliyoruz… Tayyip Erdoğan aslında Öcalan’ın belirleyiciliğinin ve rolünün çok iyi farkında. Dolayısıyla bunun üzerine oynamayı sürdürüyor. Biz eminiz ki Öcalan’la, İmralı Adası’nda görüşme de sürüyor. İstediklerini alamadıkları için bunu kamuoyuna açıklamıyorlar. Öcalan, avukatlarıyla dahi görüşemediği bir tecritle karşı karşıya. Ailesiyle görüşemediği bir yasakla karşı karşıya. Aylardır Öcalan’dan hiçbir haber alınamıyor. Ne durumda, ne yapıyor ne ediyor, sağlığı nedir, hiçbir bilgi yok ama bütün bu süreçlerin bir şeye işaret ettiğinin farkındayız.
Yani önümüzdeki, yaklaşan seçimlere yönelik, orada yoğun bir görüşme trafiği olduğunu düşünüyoruz. Tabii bu görüşme trafiğinde bütünüyle Öcalan’ı ikna etme üzerine kurulu bir şeydir ama biz Öcalan’ı da tanıyoruz. Şuradan tanıyoruz. Birebir tanışmış olmasak bile. Daha önceki çözüm sürecinde yürüttüğü siyasetten biliyoruz. Yani bu seçime yönelik bir tavır ile bir pazarlık içerisinde olmayacağını, bu konuda yani en azından Kürtlerin iradesini şu anda demokratik zeminde HDP’nin temsil ettiğini bildiğiniz, dolayısı ile HDP’nin kararlarına asla müdahale etme niyetini taşımayacağını da biliyoruz. Çünkü Öcalan kendisi şöyle de diyordu çözüm süreci içerisinde. Türkiye’de demokratik siyaset tabanı vardır. Burada HDP vardır. Kürtleri ve Kürtlerin dostlarını HDP temsil etmektedir ama bizim işte kandil kanadı vardır. Avrupa kanadı vardır. Bunlar ayrı bir şeydir. Benim yerim bellidir. Benim bir örgütüm ayrıdır. HDP ayrı bir mekanizmadır. Bütün bunları zaten çözüm süreci içeriden defalarca ifade etmiş birisidir. Her ne kadar bugün HDP üzerinde PKK’nın uzantısı gibi söylemlerle ifade etseler de, bunların kendisi söylemleri bunun üzerine kurulu olsa da, herkes yapıların kendi hiyerarşik yapısının olduğunu, kurumların yapılarının farklılıklarını biliyor. Herkes de biliyor. O anlamıyla ben hani burada bir HDP içerisinde bir kutuplaşma bir kamplaşma, ayrışması yaratmak, burada Demirtaş’ı daha modernist, daha liberal bir yere koyma, hani bazen Demirtaş’a ve bize şöyle eleştiri geliyor. Kimi Kürt kesimlerinden diyeyim daha doğrusu, özellikle KDP tarafından. Bunlar, Kürtleri Türkleştiren, asimile eden kişiler. Bunların görevleri, HDP’nin görevi Kürtleri Türkleştirmek diye eleştiri geliyor. Gariptir oradan da böyle eleştiri geliyor.
‘DEMİRTAŞ AYRI, HDP AYRI GİBİ BİR ALGI OLUŞTURULMAYA ÇALIŞILIYOR’
HDP, 2019 yerel seçimlerinde kesinlikle belirleyici partiydi. Özellikle Öcalan’ın yaklaşımı, o zaman doçent olan Prof. Dr. Ali Kemal Özcan’ın getirdiği mektupta verilen mesaj belliydi. Demirtaş’ın tutumu belliydi. Netice itibariyle sandığa Demirtaş’ın tutumunun yansıdığını gördük. Öcalan’ın belirleyiciliği tartışma konusu mu şu an Kürt siyasetinde?
Hayır öyle değil. Öcalan’ın o mektubunda, inisiyatifi ve iradeyi HDP’ye bırakarak bir öneride bulunmuştur. HDP kendi kurullarında bu öneriyi değerlendirmiştir ve HDP bir karar almıştır. HDP’nin kendi kurullarında almış olduğu kararı HDP eş genel başkanları dile getirmiş, daha sonra da Demirtaş bu konuda çağrıda bulunmuş kendi cephesinden. Bunu şunun için söylüyorum: Demirtaş ayrı HDP ayrı gibi bir algı da oluşturulmaya çalışılıyor. Biz buna da itiraz ediyoruz. Demirtaş, HDP bir bütündür. Farklı bir yerde durmuyor. HDP’nin kurulları vardır. Kararlar kurullarda alınır. Eş başkanlar kamuoyuna duyurur. Ondan sonra milletvekilleri, partililer bunu dillendirirler. Demirtaş açısından da süreç bu şekilde işliyor. Bu kararı Demirtaş almıyor. Bu kararı HDP kurulları alıyor. HDP kurullarından alınan karar, HDP eş başkanları ya da sözcüleri tarafından kamuoyuna açıklanıyor. Açıklanan karar üzerinden Demirtaş tweet atıyor ya da sözlerini söylüyor ama Demirtaş’ın kamuoyundaki etkisinin fazlalığı nedeniyle, sanki Demirtaş karar almış, HDP uygulamış gibi ifade ediliyor. Bu doğru değildir. HDP’nin kurulları vardır. HDP’nin kurullarında alınır karar, uygulanır ve Demirtaş dahil hepimiz dillendiririz. Ve kamuoyuna yayarız.
‘ERDOĞAN, ÖCALAN’IN SÖZCÜLÜĞÜNÜ YAPIYOR ŞU ANDA’
Burada Öcalan bir HDP’ye bir öneride bulunmuştur. Bunu ilk defa yapmıyor Öcalan bakın. Daha önce de örneğin referandum sürecinde de, daha önceki seçimler sürecinde de bunu yapmış hatta Tayyip Erdoğan şu sözü söylemiş. Bu mahkeme tutanaklarına geçtiği için bir dedikodu değil söylüyorum. Öcalan bir mektup gönderiyor yine. Referandum sürecindeki tutum ile ilgili o zaman. HDP oturuyor bir karar alıyor ve Öcalan’ın önerisinin dışında bir karar alıyor ve Erdoğan diyor ki; ‘ya hani bunları Öcalan yönetiyordu, bunlar ne biçim, bunlar niye Öcalan’ın dediğini yapmıyor yani’. Bunu söylüyor yani Erdoğan. Dolayısı ile Öcalan ile HDP meselesinde ya da ilişkisinde ilk defa olan bir şey değil bu. Öcalan kendi önerisini yapar ama HDP bir karar verir. Bu üç defadır da, son üç defadır da, HDP’nin kararı Öcalan’ın önerisinin dışında bir karar çıkmıştır hep yani. Buna Öcalan da saygı duyar. Asla ‘Niye siz böyle bir karar verdiniz?’ falan da demez ya da biz duymadık dediğini eğer dediyse. Kapıları açsınlar. Avukatları gitsin. Biz de dinleyelim. Bir de şu var ilginç olan. Erdoğan, Öcalan’ın sözcülüğünü yapıyor şu anda yani. Hani Öcalan hakikaten, Demirtaş’la ilgili bir eleştiri varsa ki vardı yani bildiğimiz bir şeydi, Öcalan, HDP’yi de eleştirmişti, çözüm sürecindeki kimi eksiklerden kaynaklı olarak. Demirtaş’a yönelik eleştirileri vardı. Bize yönelik eleştirileri vardı. Yani sonuçta o sürecin öneli bir aktörüydü ve müzakerecisiydi. Dolayısı ile eleştirileri vardı. O zaman kamuoyunda da biliniyordu. Söylüyordu yani avukatlar aracılığı ile dile getiriyordu. O zaman avukatları sözcülüğünü yapıyordu Öcalan’ın. Şimdi Erdoğan yapıyor. İlginç bir durum ile karşı karşıyayız yani.
Erken seçim tartışmaları da var ve bu bağlamda üçüncü yol ya da üçüncü ittifak çalışmaları önem kazanıyor. HDP’nin görüşmeleri devam ediyor mu? Bir neticeye varma çabanız var mı?
Evet. Üçüncü yol bizim esasında yeni yaşam belgemiz dediğimiz, yeni yaşam önerimiz dediğimiz topluma bir yeni paradigma, bir yeni devlet modeli, yeni bir demokratik toplum modeli önerimiz, demokratik bir cumhuriyet önerimiz vardı. Buna biz ‘Yeni Yaşam Belgesi’ diyoruz, üçüncü yol diyoruz. Hani bir seçim ittifakı meselesi olarak değil, bize göre siyaset seçimlerden ibaret değil. Seçimler önemlidir ama siyaset bütünüyle seçimlerden ibaret bir şey değildir. Öncelikle fikriyatımızın topluma anlatılması, aktarılması gerekiyor. Bu nedenle de 3.yol ittifakının genişletilmesi lazım. Yani geniş kesimlerin bunu kabullenip kendi tabanlarına aktarabilecek yol ve yöntemlerle ulaşması gerekiyor. O nedenle 3. yol meselesini biz hayati bir mesele olarak görüyoruz. Seçime endeksli bir şey olarak görmüyoruz. Ancak seçimlere de bu 3. yol ittifakını güçlendirerek gitmek istiyoruz. Seçimler sonrasında da seçimlerin sonucu ne olursa olsun, seçimler sonrasında da, bu 3. yol seçeneğini, yeni yaşam seçeneğini, toplumun geniş kesimlerine aktarmak ve bunun duyurusunu ve tanıtımını yaparak bu konudaki politikamızı yürütmek istiyoruz.
‘HDP ZATEN BİR İTTİFAKLAR PARTİSİ’
O nedenle zaten HDP bir taraftan bir ittifaklar partisidir. HDP bileşenlerden oluşuyor. HDP bir şemsiye partisidir. HDP’nin içerisinde Kürt partisi, Demokratik Bölgeler Partisi’dir. Kürt bileşendir bu. Kürt siyasetçi arkadaşlarımız o bileşenden gelirler. Sosyalist bileşenler vardır. ESP, Devrimci Parti, SODAP ve ittifaklarımız vardır. İşte Halk Evleri, Sosyalist Meclisler Federasyonu gibi bunlar da bizim son seçimlerde ittifak ettiğimiz yapılardır. Dolayısı ile HDP zaten bunun haricinde benim gibi Alevi örgütsel yapısından gelen, Alevi kurumlarının temsil edildiği, kadın meclisinden gelen, kadın örgütlerinden gelen, kadın hareketlerinin, feministlerin temsil edildiği, sendikalardan, işçi hareketlerinden gelen arkadaşların temsil edildiği geniş bir yapıdır. Bir bileşkedir HDP. Keza İslami kesimden mücadelelerle gelen, Ömer Faruk Gergerlioğlu gibi arkadaşlarımızın olduğu geniş bir yapıdır. Şimdi biz bu yapıyı daha da genişletmek istiyoruz. Bu yapıyı genişletirken seçimde şöyle sonuç alalım, böyle sonuç alalım üzerine kurulu değil. Tümüyle bu yeni yaşam ve ortak yaşam, birlikte yaşam meselesini daha da genişletmek, daha da sahiplenen kitlelerle buluşturmak ve onun üzerinden bu hedefimizi aktarmak, topluma aktarmak. Derdimiz bunun üzerine kurulu daha çok.
Bahçeli’nin ifadelerinden sonra harekete geçildiğini, siyasi bir altyapısı olduğunu biliyoruz kapatma davasının. Kobane eylemleriyle ilgili süreç, kayyum uygulaması, tutuklu milletvekilleri ve il başkanları… Tüm bunlara rağmen acaba Cumhur İttifakı’nın Kürt siyasetine bir sondaj çalışması var mı? HDP’nin kapısı ne durumda açık mı kapalı mı, aralı mı?
HDP’nin dışında kimi Kürt aktörlerle bu konuyu denediler. Yani bunun çalışmaları yapıldı. Bu yol yöntem denendi. Hatta HDP ve PKK muhatap alınmayarak yeni bir çözüm süreci başlatılabilir mi, işte kanaat önderleri, aşiret reisleri, şunlarla bunlarla diye bunun da sondajını, çalışmalarını yaptılar. Fakat bütün bunlardan sonuç alamayacaklarını gördüler. Artık örgütlü bir toplum var. Neyin ne olduğunu bilen bir toplum var ve şu anda bütün kamuoyu şunu kabul ediyor. Kamuoyu yoklamalarında da var. Kurumuna, partisine en bağlı ve siyasi bilinci en yüksek seçmen HDP seçmeni. Bu bizim söylediğimiz bir şey değil, kamuoyunda konuşulan ve söylenen, araştırma sonuçlarıdır bunlar. Buradan kaynaklı olarak AKP, Cumhur İttifakı HDP’yi kenara koyarak çözüm süreci yapamayacağını biliyor, PKK’yi koyarak… Yani Öcalan’ı devre dışı bırakarak bir çözüm süreci mümkün değil. Biz şunu diyoruz, biz HDP olarak muhatabız. Bu iş mecliste çözülebilir. En nihayetinde silah bırak dediği anda, HDP kime silah bırak diyecek yani. HDP’yi dinler mi elinde silah olan kişiler. Sonuçta onların kendi hiyerarşik bir yapıları ve önderleri var. Onu dinleyecekler.
‘İKTİDARDA KİM VARSA SORUN ONUNLA ÇÖZÜLÜR’
Zaten uzantı suçlamaları da teyit edilmiş olur böyle bir durumda.
Hadi onu da kabul edelim. Bütün suçlamaları kabul edelim. Yeter ki bu iş çözümlensin diye ama bizim dememizle silah bırakacak, bizim dememizle eylem sonlandıracak, bizim dememizle Türkiye dışına çıkacak bir örgütsel yapı mümkün değil yani. Bu bizim yapabileceğimiz, bir şey değil. Onların elinde silah var, kendi örgütsel yapılanmaları var ve kendi önderleri var. Yani kendi liderleri var. Bu başka bir şeydir. Biz Türkiye Cumhuriyeti anayasasına göre kurulmuş demokratik siyasette yer alan bir partiyiz. Bu kadar nettir yani bu. Şimdi buradan kaynaklı olarak bir sonuç alması, AKP’nin bu aktörleri devre dışı bırakarak bir sonuç alması mümkün değildir. HDP konusunda şu çok net, biz Türkiye’nin demokratikleşmesini, demokratik bir cumhuriyette, ortak vatanda birlikte yaşamayı hedefleyen bir partiyiz. Yani Kürtler açısından da böyle, Aleviler açısından da böyle. Diğer toplumsal kesimler açısından da böyle ve HDP bunun mücadelesini veriyor. Şimdi bu çerçevede bu sorun kiminle çözülecek. Bu sorun iktidar ile çözülecek. İktidarda MHP olsa, MHP’yle oturup müzakere edilecek. CHP ise CHP’yle müzakere edilecek. AKP ise AKP’yle müzakere edilecek. Bu anlamda şunu demiyoruz, şunlarla biz hiç konuşmayız. AKP bugün gelsin desin ki çözüm sürecinin Dolmabahçe Mutabakatında kalmıştık. Dolmabahçe Mutabakatından devam edeceğiz. Eyvallah. Amaç Türkiye’nin demokratikleşmesi, hukukun üstün kılınması, yargının bağımsızlaşması, temel hakların kabul edilmesiyse, işte KHK’lilere yönelik zulmün durdurulması, hukukun o konuda da uygulanması gibi meselelerse biz buna niye hayır diyelim ki?! Kendimizi inkar olur bu.
‘AKP İLİKLERİNE KADAR ESKİ DEVLETİN KODLARINA TESLİM OLMUŞ BİR PARTİ’’
İttifak anlamına da gelmiyor.
Hayır. AKP de zaten bu treni kaçırdı. Yani AKP artık böyle buraya dönebilecek bir noktada değil. AKP iliklerine kadar eski devletin kodlarına teslim olmuş bir partidir. Yani Doğu Perinçek’in aktif olduğu bir yerde artık, AKP bu masaya dönebilecek, bu demokratik hakları kabul edebilecek bir noktada değildir. Devlet Bahçeli’nin iki dudağı arasında kararların çıktığı, tehditlerin yapılıp, savrulup ondan sonra gereğinin yerine getirildiği bir iktidar sürecinde bu masaya dönmenin imkanı katiyen yoktur. Çünkü AKP bu treni kaçırmıştır. AKP’nin buraya geri dönme imkanı ihtimali kalmamıştır. O nedenle biz AKP’yle asla konuşmayız demiyoruz ama AKP’nin de bunu konuşabilecek mecali yoktur. Gitmiştir, öyle bir AKP kalmadı. Bunu konuşabilecek bir AKP yok yani. O anlamıyla bu ülkede mutlaka bir iktidar değişikliği olacaktır, olmalıdır ve ondan sonra da mutlaka Kürt sorunu başta olmak üzere Türkiye’nin kanayan bütün yaraları müzakere ve demokratik siyasetle çözülmelidir.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***