Erdal Doğan, Gazetekarınca’daki ‘Utanç ve mahcubiyet!‘ başlıklı yazısında, ülkede yaşanan acı olayları ve ‘incinsen de incitme’ düstüruyla yaşayanların hassasiyetini ele aldı:
Bazen bir iyilik karşısında mahcup olur da utanırsınız ya bazen de bir gönül kırdığınızda. İyiliğe iyilikle karşılık vererek o utancı ve mahcubiyeti gidermek kolay olsa da, bir insanı veya herhangi bir canlıyı kasten olmasa dahi yanlışlıkla üzmüş ve canını acıtmışsanız o utanç ve mahcubiyetten arınmak pek de öyle kolay olmaz.
Bazen binlerce kez özür dahi o mahcubiyet ve utancın omuzlara yüklediği yükü hafifletmeye yetmez. Tabi tüm bu hissetmeler kısasa kısastan kendisine yaşam kılavuzu edinmişlerden değil, “İncinsen de incitme” düsturu ile nefes alıp yaşayanlar için böyledir. İşte onlar için bir kalp istemeden de olsa incitildiğine mahcupluk ve utanç içlerinde alev olur yakar tutuşturur. Ta ki incinen canın onu affetmesine değin. Bu insanları bilerek ve isteyerek kırıp mağdur etmek ise onları sizden derin kopuşlarını doğurur.
Bu hassasiyetle yaşayan eminim ki çokça insan var ülkede ve dünyada. İyi ki varlar. Ve daha çok var olsunlar.
Çünkü bu insanlar yalnızca yakınındakilere hassas davranmazlar. Gitmedikleri, görmedikleri, dokunmadıkları, tanımadıkları tüm canlılara aynı hassasiyetle davranıp özen gösterirler.
Çok zaman da saf ve budala olarak adlandırırlar. Adlandırılmakla yetinilmezler bir noktadan sonra kendi varlıkları için tehlikeli görülüp yok sayılmaya o da yetmezse yok edilmeye çalışırlar. Hem kendileri dışındaki canlıların varlığı için yanıp tutuşan hem de bu özelliklerinden dolayı tehlikeli görülünce canları yanan hep bu insanlar oluyor.
Bir de yer ve ülke Türkiye olunca bu insanların çektiği ıstırabı düşünelim..
Yaşamanın bile tek başına çekilmez kılındığı bu ülkede, güzellikten ve yarından umudunu kesmeyip sürekli yeni bir acı eşiğinden geçip geleceğe tutunmaya çalışmasını da.
Her geçen gün arkada bırakılan zamanda bile insanın gerçekleştirebileceği her türlü kötülükle karşı karışı kalınıp da sonra unutulup gidilenin en iyi örneklerinin verildiği ülkemizde. Abartıyoruz mu? Bir kaç örnek mi istiyorsunuz? Verelim;
Son yıllarda Suriyelilere ve Araplara karşı geliştirilen ve yükseltilen nefret, ırkçılık, linçin sonunda sıralı cinayetlere ve katliamlara dönüşmeye başlamasından verelim mesela. Mesela; geride bıraktığımız yılın son ayında İzmir Güzelbahçe’de; Memun En Nebhan (23), Ahmet El Ali (21), Muhammed El Hüseyin El Abdo El Biş (17) adlı üç Suriyeli gencin bir arada yakılarak katledilmesinden bir ay sonra İstanbul Bayrampaşa’da 8 Suriyeli sığınmacının yaşadığı apartman dairesini basan kişilerin 19 yaşındaki Nail Alnaif’i da uykusunda göğsünden bıçaklayarak öldürmesinden. Bizler utanıyoruz ama ırkçılığı ve katliamı halen teşvik edenler utanmıyorlar! Utanmadıkları gibi organize yapılardan aldıkları cesaretle Arapların yoğun yaşadığı Mersin’de gamalı haçlarla şehri onlara mezar yapacaklarını yazmaya devam ediyorlar.
Ki hatırlatmakta tekrar yarar var. Suriye’de 2011 yılında başlayan savaşta, bugüne kadar 600.000’e yakın sivil katledildi. Altı milyondan fazla Suriyeli ülke içinde yerlerinden edilirken, 5 milyondan fazlası da güvenlik endişesi ile ülke dışına göç̧ etti. Suriye’deki hak ihlalleri ve islenen suçlarla ilgili BM İnsan Hakları Soruşturma Komisyonu (UN Human Rights Council’s Commission of Inguiry) bugüne kadar çok sayıda rapor ve basın açıklaması yayımladı. Aynı zamanda BM Suriye’de halen etkin varlığını sürdüren IŞİD’in Şengal’de Ezidilere yönelik katliamlarını soykırım olarak adlandırmasına rağmen IŞİD halen var ve halen varlığını koruyor. Hem BM tarafından hem bazı yargılamalar sonrası IŞİD tartışmasız biçimde insanlığa karşı suç işleyen bir yapılanma olarak kabul edildi. BM bu yapıyı evrensel insan hakları hukukuna göre bu netlikte tanımlaması sonrası dahi, bu yapının tanımlamasıyla ilgili yorum ve söylemlerdeki siyasetçi, yazar ve gazeteciler için bir nirengi noktası olmasına rağmen halen olmadı ve olamıyor maalesef.
IŞİD/DAİŞ’i bir çete, üyelerini de birer çete üyesi olarak tanımlanmaya devam edildi ve ediliyor. Ayrıca bu vahşet yapılanması ve destekçileri teşhir edilecek yerde onlardan kaçan sığınmacılar hedef yapılıp duruldu! Bu pratiği sürekli Türkiye’de sergileyenler bu durumu normalize etmeye devam ediyorlar. Çünkü ülkenin merkezi idaresinden en küçük mahallesine kadar nefret sarmalını dalga dalga sıcak tutup ve organize destekli katletme dinamiğini sürekli harlamak, fail ve geri planını yargılamayarak, faili bellileri sürekli faili meçhul bırakmak müesses nizamın devamı için hep öncelikli oldu.
Öte yandan mevcut cezaevleri ve içlerine doldurulan siyasi mahpuslar yetmezmiş gibi daha çok yeni cezaevi yapımını ekonomik ve siyasi kalkınmak olarak görmek de “fail meçhul sistemin” olmazsa olmaz dişlisi olarak zorla kabul ettirilmeye devam ettiriliyor. Mahpusların giderek artan insan hakları ihlali yanında Aysel Tuğluk gibi yüzlerce mahpusun ölüme terk edilmeye çalışılması da bu anlayışın sonucu. Ve tüm bunlar cezaevi dışındaki milyonlarca insanın temel yaşam ve barınma ihtiyaçlarına ulaşımının giderek zorlaştığı ve hayatın çekilmez kılındığı zaman diliminde gerçekleşmesi de zamansal bir tesadüfe denk gelmiyor. Aksine zamanın ruhuna uygun. Aynen en son Erzurum’da kuran kurslarında cinsel saldırıya maruz kalan çocukların yaşadıklarının daha önceki vakıf veya dini yurtlardaki çocukların yaşadıklarının akibeti gibi üzeri örtülmeye devam edilmesi gibi… Aynen vicdanı olan insanların utanması, ama utanması gerekenler utanmaması gibi…
Aynen Ankara Barosu yönetiminin işkence mağdurları için düzenlediği işkence raporunu, mağdurların siyasi yönelimleri gereği yayınlanmayacağını duyururken, raporu hazırlayan ya da baronun insan hakları merkezinde görevli avukatların avukatlık yeminine saygısı gereği hukukçuluğundan utanıp istifa ederken yine utanmamanın varlığını bu kez baro yönetiminde görmemiz gibi.
Çokça örnekler arasından bir son örnek de; 19 Aralık 2000 tarihinde “Hayata Dönüş” ismi altında mahpusları bugünün cezaevlerinde ayrı cezaevine yani hücrelere sokan tecrit operasyonunda “Diri diri yakarak” gerçekleştirenlerin halen dokunulmazlıkları sürüp, yargılanmadığı ve hiç bir utanmalarına, mahcubiyetlerine tanık olmazken, yanık bedeniyle 22 yıl hayata ve umuda tutunmaya çalışan Birsen Kars’ın o insanlık trajedisinde geçen gün yaşama gözünü yumması gibi. Mahpuslara yapılan bu insanlık dışı eylemlerden Eyüp Asliye Ceza Mahkemesi’nde başlatılan o yargılamalarda Birsen Karslı ve biz avukatlar utanırken ne bu yargılamayı yapanların ne de bu vahşeti icra edenlerin utanmadığı gibi.. Aynen bugün yaşam için hayatlarını riske atan tabiplerin özlük hakları için çığlığına kulak asmayanlar gibi.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***