Diyarbakır’da 1960’ta İngilizce öğretmenliği yaparken Kürtçe öğrenmeye başladıktan sonra apar topar sınır dışı edilen İrlandalı Alan Ward’ın Oksitanca ve Fransızca yayınladığı şiir kitabı “La Còrda Roja” 55 yıl sonra ‘doğduğu ülkede’ Kürtçe ve Türkçe yayımlandı. 1966’da Bakanlar Kurulu kararıyla Türkiye’ye sokulması yasaklanan Ward’ın kitabı şimdi Kürtçe ve Türkçe “Werîsê Sor / Kızıl Urgan” adıyla Avesta Yayınları tarafından okurlarla buluşturuldu.
Kitabı doğduğu ülkede çift dilli olarak okurlara kazandıran antropolog-tarihçi Adnan Çelik ve çevirmen Ergin Öpengin, birartibir.org Ekspres’e kitabın tarihi yolculuğunu anlattı:
“Alan Ward ismini çoğumuz ilk kez duyduk. Siz onunla nasıl karşılaştınız, La Còrda Roja’dan nasıl haberiniz oldu?
Adnan Çelik: Her şey tesadüflerle gelişti. Doktora sonrası araştırmam kapsamında erken Soğuk Savaş döneminde (1947-1970) Avrupa’daki Kürt ulus-aşırı aktivizmi üzerine arşivleri geziyordum. Bunun için 2019’da Lozan’a da gittim. Lozan Üniversitesi’nde İsmet Şerif Vanlı’nın üniversiteye bağışlanan kişisel arşivi var. Vanlı çok önemli bir kişilik. 1940’ların sonunda Lozan’a okumaya gidiyor ve 2010’lara kadar Avrupa’daki Kürt siyasal aktivizminin önemli isimlerinden biri oluyor. Avrupa’ya vardığından beri ne yapıp etmişse, ne okumuşsa, kendisine ne gönderilmişse toplayıp arşivliyor ve Lozan Üniversitesi’ne bağışlıyor.
Alan Ward
Tarihçi Jordi Tejel bu çok geniş arşivin düzenlemesini yapıyor. O arşivde çalışırken özellikle 1960’lardaki Kürt siyasal aktivizmi üzerine önemli kaynaklara bakma şansım oldu. Biliyorsunuz, 1960’ların başında Güney Kürdistan’da silahlı bir mücadele var. Şoreşa Îlonê, yani Eylül Devrimi olarak bilinen bu mücadeleye destek amacıyla 1960’ların başında Paris’te Kürt Devrimiyle Dayanışma Komitesi adıyla bir destek komitesi oluşturuluyor. Bu komitenin kurucularından biri olan Jean-Pierre Viennot Kürt ulusal mücadelesine ciddi destek veriyor. Ben bu komiteyi inceliyordum. Arşivde bir belge gözüme çarptı, başlığı şöyleydi: Oksitan Dilinde Kürdistan Üzerine Bir Şiir. Broşürü görünce heyecanlandım. Baktım ki, Alan Ward isimli İrlandalı bir genç 1960’ta Diyarbakır’da birkaç ay kalmış, sonra da uzun bir şiir yazmış. Ama ortada ne o şiir var ne de Alan Ward’a dair bir şey. Tek bildiğim şiirin varlığı. İnternette araştırmaya başladığımda “La Còrda Roja” diye bir kitaba rastladım, kitap görünüyordu. Barcelona’daki birçok sahaf üzerinden kitaba ulaşmaya çalıştım, ama mümkün olmadı.
Daha sonra, yine doktora araştırmam için Amsterdam Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsü’ne gittim. Arşivleri kurcalarken Silvio van Rooy isminde Hollandalı bir gazetecinin 1960’ta kurduğu Beynelmilel Kürdistan Cemiyeti (International Society Kurdistan) isimli cemiyetle karşılaştım. Rooy’un arşivinde gördüm ki, 1960’ların sonuna doğru Alan Ward’la mektuplaşmaya başlamışlar. Birçok mektup gitmiş gelmiş. La Còrda Roja’nın içeriğine, yazım hikâyesine dair de bir sürü ayrıntı vardı mektuplarda. Çok heyecanlandım. Ergin (Öpengin) uzun zamandır İngilizce ve Fransızcadan çeviriler yaptığı için “bu çeviriyi yapsa yapsa Ergin yapar” diye düşündüm. Ona durumdan bahsettim.
Ergin Öpengin: 1960’ta Diyarbakır’a gelip çocuklara İngilizce öğretecekken Kürtçe öğrenen bir dil aşığından bahsediyoruz. Özellikle azınlık dillerine ilgisi var. Diyarbakır’dan döndükten sonra Kızıl Urgan’ı yazıyor. Bir de yaptığı Mem û Zin çevirisi var. Aldığı notlardan anlıyoruz ki, Kürtçenin gramerine yönelik çalışmaları da olmuş Alan Ward’ın. Adnan bahsettiğinde ilk defa duymuştum adını. Derwaze adlı bir Kürtçe sosyal bilimler dergimiz var, Adnan bu yayın için Alan Ward’a dair bir yazı kaleme aldı. O yazıyla Alan Ward’ın şiiri hakkında bilgim oldu. Şiiri okuduğumdaysa çok etkilendim. Adnan’ın heyecanına ortak oldum ve çeviriye koyulduk.
Alan Ward kim, nasıl biri?
Adnan Çelik: Alan Ward’ın biyografisini oluşturmak kolay olmadı. Ancak, bu sürecin bir ânında Ward’ın oğluyla karşılaştım. Kitabı ararken Alan Ward Junior diye bir isim gördüm, Oksitanca bazı metinleri vardı. Hatta Güney Kürdistan’daki referandum sürecinde babasının şiir kitabına dair Oksitanca bir köşe yazısı da yazmıştı. Sosyal medya üzerinden ona bir mesaj attım, çok hızlı geri döndü, “Evet, Alan Ward benim babam” dedi. Alan Ward’a dair birçok şeyi ondan öğrendik. Şu anda Andorra’da yaşıyor. Babasının geride bıraktığı kültürel mirası sahiplenerek bir şeyler yapmaya çalışıyor. Şiirin İngilizcesini kişisel çabasıyla Amazon’da yayınlamış. Bu yüzden kendisiyle temas kurduğumuzda çok heyecanlandı.
Velhasıl, oğlundan da edindiğimiz bilgiler ışığında şunları biliyoruz: Alan Ward aslen İrlandalı, ama 1937’de İngiltere’nin güneyinde Worthing şehrinde doğuyor, orada büyüyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan önce Ward’ın annesi Paris’te yirmi yıla yakın çalışıyor. Annesinin önemli bir sosyal çevresi var Fransa’da. Savaş döneminde Fransa’dan kaçan birçok kişi annesinin yaşadığı yere, yani Alan Ward’ın doğup büyüdüğü Worthing’e geliyor ve orada kalıyor. O yüzden Fransızca ve Fransızlarla ilişkisi çocukluğundan beri güçlü. Oxford’da dil bilimi okuyor, Roman dilleri üzerine. Doktora için Dublin’e gidiyor. 1958’de Fransa’da Oksitanların yoğun olarak yaşadığı Nîmes şehrinde, Nîmes Lisesi’nde bir sömestr öğretmenlik yapıyor. O sırada lisenin ünlü hocalarından Robert Lafont’la tanışıyor. Lafont 1945’te Oksitan Araştırmaları Enstitüsü’nün kurucularından. Oksitan ulusal hareketinin bir numarası diyebileceğimiz biri. Alan Ward Lafont’un yanı sıra Toulouse’da Oksitan Araştırmaları Enstitüsü’nün sekreterlerinden Pierre Lagarde’la da tanışıyor. Böylece Oksitan çevresine giriyor. Oksitanca öğrenirken Oksitan mücadelesinin de tanığı oluyor. Bu süreç politikleşmesini etkiliyor. 1960’ta Diyarbakır’a gidiyor, orada bir süre öğretmenlik yapıyor. 1960’ların başında, bir süre de Hong Kong’da yaşıyor. 1964 ya da 65’te Andorra’ya yerleşiyor ve 2014’te vefat edene kadar orada yeminli tercüman olarak çalışıyor.
Alan Ward’ın belki ilk göze çarpan özelliği çok sayıda dil bilmesi. Bir dilbilimci, fakat ezilen ulusların dillerine özel bir ilgisi var. İrlandalı kimliği onu Oksitanlara, Katalanlara, Kürtlere yaklaştırıyor. Bunu oğlu da özellikle vurguladı. “Babam için ulus-devletler içinde devletsiz kalmış, bırakılmış, azınlıklaştırılmış gruplar her zaman çok önemliydi” diyor.
1960’ta Diyarbakır’a gelip çocuklara İngilizce öğretecekken Kürtçe öğrenen bir dil aşığından bahsediyoruz. Diyarbakır’dan döndükten sonra La Còrda Roja’yı yazıyor. Bir de yaptığı Mem û Zin çevirisi var. Aldığı notlardan anlıyoruz ki, Kürtçenin gramerine yönelik çalışmaları da olmuş.
Ward’ın yolu Diyarbakır’a nasıl düşüyor?
Çelik: Niye ve nasıl Diyarbakır’a gittiğine dair bilgimiz yok. Bildiğimiz tek şey 1960’ta, o zaman kurulalı henüz iki yıl olan Diyarbakır Maarif Koleji’nde öğretmenlik yapmaya başladığı. Okulda hem İngilizce hem matematik dersleri veriyor. Aslında sadece dört ay ders verebiliyor. Öğrencilerin çoğunlukla Kürtçe konuşmaları dikkatini çekiyor. Maarif Koleji’ne sadece şehir merkezindeki çocuklar değil, çevre il ve kasabalardan da öğrenciler geliyor. Çocuklardan Kürtçe öğrenmeye başlıyor. Bu okul yönetiminin dikkatini çekiyor. Kısa sürede önce öğretmenlik hakkı elinden alınıyor, sonra sınır dışı ediliyor.
Öpengin: Kitabın önsözünde Alan Ward’ın oğlu “Onu ülke dışına çıkaracakları zaman onu bundan haberdar eden Kürt arkadaşları, Kürt dostlarıydı” diyor. Anlıyoruz ki, apar topar gönderilmiş.
Çelik: Şiirinin de parçası olan, yer yer seslendiği Edip Altınakar ve Necip Başak Diyarbakır’ın eşraf ailelerinden, muhtemelen bürokrasiyle iç içe oldukları için Alan Ward’la ilgili gelişmeleri ona ilettiler. Nihayetinde, 1960 sonlarında Türkiye’den çıkmak zorunda kalıyor Ward. 1964’te şiir kitabı Oksitan Araştırmaları Enstitüsü tarafından Barcelona’da basılıyor.
Öpengin: Oksitanca ve Fransızca, iki dilli basılıyor. Biz Fransızca versiyonu esas aldık ama Oksitancasıyla da karşılaştırdık. Fransızcası da Alan Ward’a ait olduğu için ikisini de şiirin aslı gibi görebiliriz.
Siz de Kürtçe ve Türkçe olmak üzere iki dilli hazırladınız kitabı. Neden?
Çelik: Bu tıpkı Oksitanca-Fransızca çevirideki gibi egemenlik ilişkisini açık eden bir şey. Nitekim, kitabın orijinali de Fransa’da Oksitanca ve Fransızca çıktı. Alan Ward’ın şiiri baştan aşağı bir diyalog, bir tartışma aslında. Bu diyaloğun bir tarafı Türkler. Eminim, Alan Ward yaşıyor olsaydı, o da kitabın iki dilli çevrilmesini isterdi. Çünkü konuştuğu, seslendiği özne Türk. Düşündük ki, madem Ward Türklere seslenmiş, biz de Ward’ın sesini onlara ulaştıralım, bakalım ne düşünecekler bu seslenişe dair.
Kızıl Urgan Türkiye’de yasaklanıyor. O süreç nasıl gelişiyor?
Çelik: İki ihtimal var bence ve ikisi de önemli. 1960’larda Türkiye’nin Avrupa ya da dünyanın herhangi bir yerindeki konsoloslukları muazzam istihbarat tekniğine sahip. En ufak bir kıpırdanmayı, Türkiye “aleyhine” herhangi bir durumu ânında rapor ediyorlar. Mesela, 1968 yılına ait “çok gizli” ibareli bir rapor bulmuştum, “Kürtçülük Hareketleri” diye. Gün gün, saat saat kim ne yapmış yazıyordu. Alan Ward’ın kitabı da konsoloslukların istihbarat bilgileri üzerinden radara girmiş ve yasaklanmış olabilir. Bir diğer ihtimal de Ward’ın kitabı Diyarbakır’daki dostlarına ulaştırmak istemesi ve gümrüğe takılması. Çünkü gümrüklerde çok sıkı kontroller oluyordu. Kesin olan şu ki, 27 Ağustos 1966 tarihli bir Bakanlar Kurulu kararnamesiyle kitabın ülkeye girişi ve dağıtımı yasaklanıyor.
Kızıl Urgan” kitabına getirilen yasak kararı, 1966
Yazının tamamını okumak için tıklayınız…
Akıyordu Dicle (*)
Beni astığın gün, Türk kardeşim, / Beni astığın gün, ey Türkmen / Kızıl olsun urganım / Nehir rengi gibi kızıl / Yağmur mevsiminde Dicle gibi kızıl
Var olmayışın suları aktığında Ararat’tan / Nuh’un gemisi dolanıyorken o yükseklerde / Akıyordu Dicle / Akıyordu Fırat
Kral Tabarnas hükmederken şehre / Büyük Hatusil yönetirken Hatuşaş’ı / Akıyordu Dicle
Beni astığın gün, kardeşim / Kızıl olsun urganım / (…) / Hayaletler dans ediyor Kara Köprü’nün üstünde, Kürt kardeşim / Dans ediyorlar Kara Köprü’nün üstündeki sinekler gibi, ey Kürt dostum / Kavaklar yolunda / Asur Tepesi denen yamaçta / Ki bir Hatti şehri / Titreşiyor Kara Nehir üzerinde / Titreşiyor binlerce yıllık / İnsanlık
Neredesin şimdi Artatama? / Peki sen Hatusil, nereye gittin sen? / Hatti’nin yüce kralı / Şehre hükmeden / Ramses’le anlaşmalar imzalayan / Görüyor musun bugün olanları / Düne benziyor mu hiç?
Dicle boyunca bahçeler / Ve bir merkep döndürmekte değirmeni / Umutsuzluk sokağında
Dicle boyunca bahçeler / Ölülerden tepeler / Ve tozu kana buluyor işgalcinin eli / (…) Sen ne diyorsun Necip? / Ölen bebeğe dair, ey dost, var mı bir diyeceğin? / Sen ki toprak sahibi, sen ki şair / Sen ki Kürt Bana bir daha söylemelisin / Gülmek için sadece, ırgatların şarkısını / Ya da söyle bana istersen / Nereye gitti Ermeniler?
Peki sen ne diyorsun Edip? / Hain ölüme dair, ey dost, var mı bir diyeceğin? / Zira iyi tanırsın sen onu / Babana yoldaş olmuştu / O gün, kale meydanında / Rüzgârda asılı, sallanınca / Mutlak bir özgürlükle
Ne diyorsun, ey Kürt mirzadesi / Sen avukatsın, kanun adamı / İlahi adalete dair nedir fikrin? / Peki ya Ermeniler, Edib Beg…
Onlar nereye gittiler? (…)
Dicle boyunca bahçeler ve yokluğun berraklığı / Dicle boyunca bahçeler ve dolanan yaratık / Dicle boyunca bahçeler ve günahın berraklığı / Toros karı üzerinde çekilen ufkun mavisi
Sinekler gibi raks eden bin hayalet / Orada Kara Köprü üzerinde / Orada Nehrin üzerinde / Orada çok uzaklarda / Yüreğimin derininde çok uzakta orada
Büyük unutuşa vardığımızda / Kızıl olacak, urgan / Kandan…
(*) “Kızıl Urgan” kitabından kısaltılmış bir bölüm
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***