Aile ve çevrenin etkisiyle şekillenen kişiliğimiz, içine doğduğumuz coğrafyanın ve kültürün negatif etkisinden de payını alır. Doğru kabul edip sorgulamadığımız önyargılarımızın faili de bu etkenlerdir. Yunancada “kanaat” anlamına gelen doxa esasen yanlış kanaat anlamında kullanılır. 6 Numaralı Kompartıman için, doxa anlamında “önyargı kırıcı” bir film diyebiliriz.
Finlandiya, Rusya, Almanya ve Estonya ortak yapımı 6 Numaralı Kompartıman, Rosa Liksom’un romanından senaryolaştırılıp Juho Kuosmanen tarafından yönetilmiş.
Moskova’ya dil öğrenmek için gelen Finlandiyalı Laura (Seidi Haarla), edebiyat profesörü Irina (Dinara Drukarova) ile sevgilidir. Ve Irina ile Murmansk’taki binlerce yıllık petrogliflere (resimli kayalara) ortak bir heyecan duyarak, onları yerinde görmek için Murmansk seyahati plânlamışlardır. Irina, “işi çıktığı” için Laura’yı seyahatte yalnız bırakır. Film, 1990’ların sonunda, Moskova entelektüellerinin Irina’nın evindeki partisiyle açılır. Ertesi gün Laura, istemeyerek de olsa tek başına trene biner ve yolculuk başlar.
Stereotip sorunsalı
Kompartıman komşusu sarışın genç adam, Ljoha (Yuriy Borisov) “tipik bir Rus”tur. Votka içip çiğ sucuk yerken Laura ile ilk konuşmalarında hiç de sempatik ve nazik değildir. İkisi de normal şartlar altında gitmeyecekleri Murmansk yolcusudur. Laura, taşkın Ljoha ile aynı kompartımanda seyahati sürdürmek istemese de buna mecbur kalır. Çünkü hem başka kompartımanlarda yer yoktur hem de trenin mola verdiği bir durakta Moskova’ya dönüşünü haber vermek için Irina’yı aradığında, Irina’nın tek birlikteliğinin kendisiyle olmadığını anladığı için yola devam etmek zorundadır.
Ljoha, Murmansk’a maden ocağında çalışmak için giden bir işçidir. Laura’nın petroglifleri görmek için dünyanın bir ucundaki Murmansk’a gitmek istemesini bir türlü anlayamaz. Ona erkek arkadaşının olup olmadığını sorar, Ljoha’yı seyirci olarak ilk gördüğümüz sahnedeki “sert, kaba, ayyaş, serseri” hâli, Laura onunla iletişime geçtikçe değişir. Bizim ona bakışımız da…
“Tipik bir Rus”un duygularını belli edişini sahiplenir, bir insanın stereotipe hapsedilmesinin aslında sadece bakan kişinin zihnindeki bir tutuculuk sonucu olduğunu algılarız. John Berger’ın romanı G.’de (Çev: Tomris Uyar İletişim, 1984) belirttiği, “Neysem o’yum ben, senin gözünde neysem o” cümlesi, tam da bu tutuculuğa ve tutucu önyargıya karşı savunmasız varlığa işaret etmektedir.
Laura, Ljoha’ya Irina’yı anlattığında, geçmişini ya da ait olduğu sınıfı bilmesek de Irina gibi bohem-burjuva bir aidiyetinin olmadığını anlarız. “Onun hayatında bir yerimin olmasını istedim” diye anlatır Irina’ya olan aşkını. Laura’nın bu anlamda, maddi imkânları kendi çalışmasına bağlı olan, kültürel olarak kendini geliştiren, sezgileri güçlü, alt-orta sınıfa mensup olduğunu söyleyebiliriz.
Ljoha ise, Rusya’nın rejimi sosyalizm de olsa federasyon da olsa, daima çalışmak zorunda olan işçi sınıfına mensuptur. İşçidir, işçi kalacaktır. Bu yüzden Laura’ya olan hisleriyle gel-git içindedir. Tren Murmansk’a yaklaştığındaki tutumu, Laura ile yakınlaştığı sahne, imkânsız bir aşkın dokunaklı hüznünü yaşatıyor izleyene.
Laura, filmin başında, tren restoranındaki başka bir yolcunun Ljoha için “arkadaşınız olduğunu bilmiyordum” demesine, “arkadaşım değil, aynı kompartımandayız sadece” cevabını verirken, trenin bir günlük molasında Ljoha’nın ısrarlarıyla “anneden bile daha iyi” dediği yaşlı bir kadının evine konuk olur, kaçak votka içip eğlenirler. Sabah, trene gitmek için Ljoha’nın çalıntı arabasıyla hareket ederler. Onları uğurlayan ev sahibesi, “çok iyi bir adam bulmuşsun” der, Laura’ya ve o da buna bu sefer itiraz etmez.
Aynı ev sahibesi, akşamki sohbetlerinde Laura’ya, “her kadının içinde bir hayvanı vardır” bilge sözünü söyler ve ekler: “Benim şansım, hayvanımın olduğunu erkenden fark etmem ve on beş yaşımdan beri onunla yaşamam. Onun her istediğini yerine getiririm. Sen de içindeki hayvanının sesini dinle.”
Bu cümleler, filmin bir nevi önermesi gibi geldi bana. Tahakküm ilişkilerinden uzaklaşıldıkça toplumsal kodların üzerimizdeki baskılarından da sıyrılabiliriz. Ve orada, o sıfır noktasında herkes eşit ve neşeli birer varlık olarak kendini gerçekleştirebilir.
Geçen gün, yaya geçidinde durup aracın geçmesini bekleyen Suriyeli bir kâğıt toplayıcısı delikanlıya, sürücü arkadaşım yol verdi. Delikanlının esmer yüzündeki kocaman gülümseyiş, son zamanlarda rastladığım en içten şeydi. El sallayıp teşekkür eden delikanlıya, o duymasa da arkadaşım, “ben bir şey yapmadım ki, yaya geçidi burası, geçeceksin, senin hakkın” derken değişik duygularla kalakaldım.
Ceaser Pavese, Yaşama Uğraşı’nda dememiş miydi: “Bir şey, tek bir şey tüm yıkıma rağmen ayakta durur: İnsanın insanla karşılaşması… Gün oldu, bir yabancının bize bakışıyla, bize göz kırpmasıyla uçurumun kıyısından döndük…” (Çev: Cevat Çapan, Can, 2005).
Yönetmen, seyirciyi, sadece Ljoha hakkında yanıltmakla kalmaz. Yarı yolda trene binen ve kondüktör kadın tarafından horlanan Finli bir genci kompartımana davet eden Laura’nın bu iyiliği, gitar da çalan “ince ruhlu” gencin giderken Laura için hayati değerde olan kamerasını da çalıp götürmesiyle seyirciyi ters yönden bir kere daha yanıltmış olur.
6 Numaralı Kompartıman, “bir yabancının” bir diğer yabancı ile karşılaşmasının enfes bir hikâyesi. Paslı, suyu akmayan tuvaletleriyle pis bir demir yığını olan tren, geçmişten geleceğe ilerlerken, pasaklı bir hâlde bile taze, ferah duyguların filizlenebileceği ihtimalini gösteriyor. Elbette yerleşmiş toplumsal kanılardan sıyrılmayı başarabilenler için.
Tren, Rusya’nın uçsuz bucaksız tundrasında ilerledikçe hikâye de önyargılardan, yerleşik tüm kalıplardan, doxadan uzaklaşır ve ikisi de kendi yollarında giderler. Geçen yıl Cannes’da Farhadi’nin filmi Kahraman’la birlikte Büyük Ödül’ü kazanan bu dokunaklı film bendeki tüm ödülleri aldı çoktan.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***