Türkiye’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın tartışılmasına ‘nokta koyduğunu’ söylediği olası bir erken seçim, muhalefetin gündeminden düşmüş değil.
Millet İttifakı bileşenleri Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ile İyİ Parti, kimi zaman ayrı kimi zaman ortak açıklamalarla iktidarı erken seçime davet ediyor. Bu çağrıya diğer muhalefet partileri Halkların Demokrasi Partisi (HDP), DEVA, Gelecek Partisi ve Saadet Partisi de destek veriyor.
Seçimin erken ya da vaktinde mi olacağı sorusuyla birlikte sandıktan çıkabilecek farklı sonuçların Türkiye siyasetini nasıl şekillendirebileceği de merak konusu.
Peki, varsa hala bir erken seçim ihtimali hangi koşullarda mümkün? Seçimde cumhurbaşkanlığı makamı ve Meclis çoğunluğu farklı ittifak blokları arasında paylaşılır ise ne olur?
Gelecek Partisi İnsan Hakları Başkanı ve Anayasa Hukuku Profesörü Dr. Serap Yazıcı ve Kamuoyu Araştırmacısı/Siyasal İletişim Uzmanı Dr. İbrahim Uslu konuyla ilgili euronews’in sorularını yanıtladı.
Gelecek Partisi İnsan Hakları Başkanı ve Anayasa Hukuku Profesörü Dr. Serap Yazıcı, olası bir seçimde cumhurbaşkanlığı makamı ve Meclis çoğunluğunun farklı ittifaklarda olmasının bir yönetim krizi yaratmayacağı görüşünde. Olası bir erken seçimin hangi koşullarda gerçekleşebileceğinin ayrıntılarını şöyle aktarıyor:
Erken seçim hangi şekilde gerçekleşebilir?
”Anayasamızın 2017’de değişen 116. maddesi ilk üç fıkrasında şu hükme yer vermektedir: “Türkiye Büyük Millet Meclisi, üye tamsayısının beşte üç çoğunluğuyla seçimlerin yenilenmesine karar verebilir. Bu halde Türkiye Büyük Millet Meclisi genel seçimi ile Cumhurbaşkanlığı seçimi birlikte yapılır. Cumhurbaşkanının seçimlerin yenilenmesine karar vermesi halinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi genel seçimi ile Cumhurbaşkanlığı seçimi birlikte yapılır. Cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde, Cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir. Görüldüğü gibi bu hüküm, erken seçim kararını verme yetkisini TBMM’ye ve Cumhurbaşkanına tanımıştır. Anayasa koyucu, erken seçim yerine seçimlerin yenilenmesi kavramını tercih etmiştir. Yukarıda aktardığımız hükümden de anlaşılacağı gibi TBMM Cumhurbaşkanının, Cumhurbaşkanı ise TBMM’nin seçimlerinin yenilenmesine karar verebilecektir. Ancak bu kararı hangi aktör verirse versin, kendi seçimlerinin yenilenmesine de katlanacaktır.”
‘En can alıcı nokta, maddenin 3. fıkrasında yer almaktadır. Bu fıkra gereğince TBMM, Cumhurbaşkanının seçimlerinin yenilenmesine, onun ikinci döneminde karar verirse görevdeki Cumhurbaşkanı, bir kez daha aday olma şansını kazanacaktır. Oysa Cumhurbaşkanı, Meclis seçimlerinin yenilenmesine karar verdiğinde kendisi için üçüncü kez aday olma şansı doğmayacaktır. Çünkü Anayasa 101. maddesinin 2. fıkrasında şüpheye yer bırakmayan bir hükme yer vermiştir. Bu hükme göre, Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir. Bütün bu açıklamalar, seçimlerin yenilenmesine hangi organın karar verdiğinin önemini göstermektedir. Eğer Sayın Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan, Haziran 2023’ten önce TBMM seçimlerinin yenilenmesine karar verirse kendisi için üçüncü kez aday olma şansı doğmayacaktır. Ancak eğer TBMM, üye tam sayısının beşte üçüyle Haziran 2023’ten önce Cumhurbaşkanının seçimlerinin yenilenmesine karar verirse R. T. Erdoğan, bir kez daha aday olabilecektir.”
Olası bir erken seçimde Cumhurbaşkanı Erdoğan seçimi kazanır, Cumhur İttifakı Meclis’te çoğunluğu kaybederse yönetim krizi çıkar mı?
”Sorunuzdaki olasılığın gerçekleşmesi halinde Cumhurbaşkanlığı makamında üçüncü döneminde olan R. T. Erdoğan, kendisine muhalif bir Meclis çoğunluğu ile karşı karşıya kalırsa çok kötümser bir sonucun doğmayabileceğini düşünüyorum. Çünkü böyle bir durumda Cumhurbaşkanı, ülkeyi 104. maddenin 17. fıkrasının kendisine tanıdığı Cumhurbaşkanlığı kararnameleri yoluyla dilediği gibi yönetemeyecektir. Bunun nedeni, 104. maddenin 17. fıkrasının kanunlara, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin üzerinde bir statü tanımış olmasıdır. Bu nedenle Cumhurbaşkanlığı kararnameleri, Anayasaya aykırı keyfî düzenlemeler içerdiğinde Meclis’te beliren muhalif çoğunluk, kabul edeceği kanunlarla Cumhurbaşkanlığı kararnamelerini manipüle edebilecektir. Ancak burada önemli bir ayrıntıya dikkat çekmek isterim. Anayasanın 2017’de değişen 89. maddesi, Meclisin kabul ettiği kanunlar üzerinde Cumhurbaşkanına güçleştirici bir veto yetkisi tanımıştır. Bu yetki neticesinde Cumhurbaşkanı, kendisine sunulan bir kanunu gerekçeleriyle birlikte tekrar görüşülmek üzere Meclise iade ettiğinde Meclis, ancak üye tamsayısının salt çoğunluğu ile bu veto yetkisini aşabilecektir. Bu ise 301 sandalyeye tekabül etmektedir. ”
”Sözün kısası, eğer Cumhur Bloku Meclisteki çoğunluğunu kaybederse bundan çıkan sonuç, Meclis sandalyelerinin çoğunluğunun demokratik muhalefete ait olacağı yönündedir. Bu ise demokratik muhalefetin en az 301 sandalyesinin olacağı anlamına gelmektedir. Böylece demokratik muhalefet, Cumhurbaşkanının veto yetkisini kolayca aşabilecek; Cumhurbaşkanlığı kararnamelerini etkisiz kılacak kanunları çıkarabilecektir. Elbette Cumhurbaşkanıyla yasama organı arasında sürekli bir çatışma hali ortaya çıkarsa bu çatışmada son sözü söyleyecek makam, Anayasa Mahkemesi olacaktır. Çünkü Anayasamız, 150. maddesinde kanunlar ve Cumhurbaşkanlığı kararnameleri aleyhine Anayasa Mahkemesi’nde dava açma yetkisini “Cumhurbaşkanına, Türkiye Büyük Millet Meclisinde en fazla üyeye sahip iki siyasi parti grubuna ve üye tamsayısının en az beşte biri tutarındaki üyelere” tanımıştır.”
Peki Cumhurbaşkanıyla ona muhalif Meclis çoğunluğu arasında sürekli bir çatışma halinin ortaya çıktığını düşünürsek?
”Bu çatışma sürecinde her iki organ da son adım olarak seçimlerin yenilenmesi kararını verebilecektir. Yukarıda değindiğim 116. maddenin ilk fıkrası gereğince Meclisteki demokratik muhalefet, üye tamsayısının beşte üçüne sahip olduğu takdirde Cumhurbaşkanının seçimlerinin yenilenmesine karar verebilir. Bu karar sonucunda üçüncü ve son döneminde olan Sayın R. T. Erdoğan’ın bir kez daha aday olma şansı olmayacaktır. Bu olasılık karşısında fevkalade pragmatik düşünen Sayın Erdoğan’ın kendisine muhalif bir Meclis çoğunluğuyla çatışma içine girmeyeceğini tahmin ediyorum. Ancak bir kez daha altını çizeyim. Bu tahminimin gerçekleşmesi için demokratik muhalefetin Mecliste en az 360 sandalyesinin olması gerekir.”
”Aynı muhakeme tarzını sürdürecek olursak üçüncü ve son döneminde olan R. T. Erdoğan’ın demokratik muhalefetin çoğunluk oluşturduğu TBMM seçimlerini yenileme kararını vermesi de teorik olarak mümkündür. Ne var ki R. T. Erdoğan, bu yetkiyi kullandığı ve TBMM seçimlerini yenilediği takdirde Cumhurbaşkanlığı seçimleri de yenilenecektir. Üçüncü dönemindeki Cumhurbaşkanının bu makam için bir kez daha yarışma imkânı mevcut değildir. Böylece seçimleri yenileme kararını veren R. T. Erdoğan, kendi siyasi kariyerini de sona erdirmiş olacaktır. _Nihayet şu anda nispeten zayıf görünen bir olasılığı da vurgulamak gerekir. Üçüncü ve son döneminde olan Sayın R. T. Erdoğan’la demokratik muhalefetin çoğunluk oluşturduğu TBMM, pek çoğumuzu şaşırtacak biçimde müzakere, diyalog ve uzlaşma kapılarını zorlayarak Türkiye’yi mümkün olduğu ölçüde problemsiz bir biçimde yönetmeyi tercih edebilir. Yani bu iki organ, Fransız kamu hukukunda gördüğümüz şekilde birbirlerinin varlıklarına boyun eğerek bir cohabitation (birlikte yaşam) dönemi yaşayabilir. Bu deyim birlikte yaşama anlamına gelmektedir.”
Ya da tam tersi Cumhurbaşkanlığı Millet ittifakından, Cumhur İttifakı da Meclis’te çoğunluk olursa ne gibi yönetim sorunları yaşanır?
”Bu olasılığın gerçekleşmesi halinde karşımıza çıkabilecek en iyimser ihtimal, birlikte yaşama, birbirinin varlığına katlanma seçeneği olacaktır. Yani, Millet İttifakı’nın desteğiyle seçilen bir Cumhurbaşkanıyla Cumhur Blokunun çoğunluk oluşturduğu bir TBMM, birbirine meydan okumadan diyalog ve uzlaşma yolunu tercih edebilecektir. İçinde bulunduğumuz şartlarda bu tablonun gerçekleşmesine ihtimal vermeyebiliriz. Ancak şunu unutmamak gerekir: Yeni bir seçim sürecine girmek, her iki organ açısından da tercih edecekleri bir seçenek olmayabilir. Bu senaryoda gerçekleşecek ikinci ihtimal, Cumhurbaşkanı ve TBMM çoğunluğunun çatışma içine girmesidir. Bu çatışmada Cumhurbaşkanı, 104. maddenin ve Anayasanın diğer maddelerinin kendisine tanıdığı yetkileri kullanarak TBMM çoğunluğuna meydan okuyabilir. Ancak TBMM’nin elinde, yukarıda değindiğim gibi, kabul edeceği kanunlar yoluyla Cumhurbaşkanlığı kararnamelerini etkisiz kılma silahı olacaktır.
Her iki organ arasındaki çatışmanın süreklilik göstermesi halinde,
a. Millet İttifakı’nın desteğiyle seçilen Cumhurbaşkanı, seçmen kitlesinin yüzde elliden fazlasının kendisine verdiği destekten kazandığı güçle Cumhur Blokunu halka şikâyet edebilir. Bu şikâyetlerin halk nezdinde etkili olduğundan emin hissettiği bir anda TBMM seçimlerini yenileyebilir. Bu yenileme kararı, kendi makamının seçimlerini de kapsayacaktır. Ancak ilk kez bu makama seçilen bir Cumhurbaşkanı, ikinci bir kez daha aday olabileceğinden bu kararı duraksamadan verebilecektir. Tabii bu noktada bir ayrıntıyı mutlaka hatırda tutmak gerekir: Cumhurbaşkanı bu makama Millet İttifakı’nın bileşenlerinin desteğiyle seçilmiştir. Bu yüzden TBMM seçimlerinin yenilenmesi kararını bu bileşenlerle uzlaşmak suretiyle vermesi gerekecektir. Çünkü kendi seçimleri yenilendiğinde tekrar aynı ittifakın desteğine ihtiyaç duyacaktır. İttifak bileşenleri bunu uygun görmediklerinde veya Cumhurbaşkanının kendisi TBMM seçimlerinin yenilenmesi kararını akılcı bulmadığında beş yıl boyunca bu çatışma devam edecektir.
b. Sorunuzun akla getirdiği diğer olasılık, TBMM’de Cumhur Blokunun sandalye sayısının ne olduğuna bağlıdır. Cumhur Bloku, üye tamsayısının beşte üçüne, yani 360 sandalyeye sahipse Millet İttifakı’nın desteğiyle seçilen Cumhurbaşkanının seçimlerini yenileme kararı verebilir. Ancak burada da hatırlanması gereken bir ayrıntı mevcuttur: Bu karar, TBMM seçimlerinin yenilenmesini de zorunlu kılacaktır. Dolayısıyla Cumhur Blokunda yer alan milletvekilleri, tekrar aday olma ve seçilme riskini göze almayabilirler. Bu yüzden bu milletvekilleri seçimlerin yenilenmesi kararına sıcak bakmayabilirler. Bu durumda her iki organ, ya bıkmadan ve usanmadan anayasal yetkilerini birbirlerine meydan okuyacak şekilde kullanarak sürekli bir çatışma halini seçeceklerdir ya da yukarıda değindiğim gibi birlikte yaşamayı tercih edeceklerdir. Akılcı bir bakış açısı, birlikte yaşama seçeneğinin hâkim olacağını göstermektedir.”
”Erken seçin ihtimali azalıyor, göstergelere baktığımızda iktidar açısından uygun bir zaman yok”
Kamuoyu Araştırmacısı/Siyasal İletişim Uzmanı Dr. İbrahim Uslu’ya göre ise erken seçim ihtimali günbegün azalıyor. Eylül ya da ekim ayında yapılacak olan bir seçim ise artık erken seçim olamaz.
Türkiye’de mevcut durumda bir yönetim krizi olduğunu düşünüyor musunuz?
”Hayır. Devlet krizi ya da siyasi krizi dediğiniz şey devlet organlarının birbiriyle çatışması ve artık birlikte çalışamaması demek. Türkiye’de öyle bir şey yaşanmıyor. Yürütme diğer iki erki de kontrol ettiği için tek erkmiş gibi çalışıyor. Sorun aslında bu. Bu da güçler ayrılığı ile çözülür. Ama Türkiye’de mevcut sisteme baktığınızda bunun Anayasal zemini olmadığını görüyorsunuz. Esas sorun da buradan kaynaklanıyor. Bu son Anayasa değişikliğinde Cumhurbaşkanının yasama üzerindeki yetkisi çok güçlendirildi. Zaten eskiden beri Türkiye’de HSK üzerinde yürütmenin etkisi yüksekti. Bir de parlamentodaki çoğunluk üzerinden yasama ve yürütmenin iç içe geçmesi sorunu var. Siyasi partiler kanunu da bu sistemi besliyor. Tüm milletvekilleri parti genel başkanları tarafından belirlendiği için Cumhurbaşkanın Meclis grupları üzerindeki yetkisi yüksek. Cumhurbaşkanının fiili Meclis Grup Başkanı olması ve her hafta Meclis grup toplantılarında konuşuyor olması yasama ve yürütmenin iç içe geçmişliğinin bir başka göstergesi. Çok anormal bir durum. O nedenle güçler ayrılığı konusunda yapısal sorunları var Türkiye’nin. Anayasa’da ciddi revizyonlar şart.”
Bir erken seçim öngörüyor musunuz?
”Olasılık git gide azalıyor. Erken seçim tezini savunanlar bunun bir siyasal pragmatizm neticesinde olacağını düşünüyor. Ama ben buna katılmıyorum. Önümüzdeki süreçte göstergelere baktığımızda iktidar açısından uygun bir zaman yok. Öyle olunca da erken seçim için tek gerekçe mecburiyet. Bunun da iki sebebi olur, birincisi iktidar yönetemeyeceğini anlar ve güven oyu tazelemek isteyebilir ikincisi de ortaklar arasında bir anlaşmazlığın çıkması yani ortaklardan birinin erken seçime kanaat getirmesi. Bu iki senaryo dışında erken seçim olasılığı yok. _Bir tarihten sonra seçim kararı alsa bile seçime erken demek bile mümkün değil. Seçimin altı ay öne alınması artık çok önemli olmayacaktır. O nedenle erken seçim olasılığı bitti diyebilirim.”
Olası bir erken seçimde Cumhurbaşkanı Erdoğan seçimi kazanır, Cumhur İttifakı Meclis’te çoğunluğu kaybederse yönetim krizi çıkar mı? Ya da tam tersi bir durumda bir tıkanma yaşanır mı?
”Türkiye’de böyle bir deneyim yok ama dünyada örnekleri var. Amerika ve Fransa’da biliyoruz. Bu iki ülkenin deneyimlerine bakacak olursak parlamentoda bir uzlaşı çıkıyor ve devlet krizine dönüşmüyor. Çünkü her iki tarafın da sürecin yürümesinden yana faydaları var.
Ama Türkiye’ye bakacak olursak bu konuda çok deneyimsiz ve Amerika ile Fransa’dan daha fazla bir siyasi gerginlik var. O nedenle sonuçlarını tahmin etmek zor. Fakat bu tür dönemlerde dünyada belki hızlı ilerlemeler kaydedilemedi ama bir devlet krizi de çıkmadı, ülkeler de batmadı. Türkiye’de deneyimsizlik, çok sert muhalefet iktidar ilişkisinin olması gibi dezavantajlarımız var. Bu işlerin yoldan çıkmasına neden olabilir mi? Teorik olarak mümkün. Tam tersi bir durum için de benzer bir durum söz konusu. Burada esas olan faktör yürütmenin bir partide yasamanın bir partide olması durumunda ne olacağı… Belediyelerde bizde bunun örnekleri var. Ve belediyelerin işleri durmuyor. Bir şekilde uzlaşma sağlanıyor. Eğer ‘takoz’ gibi davranırlarsa kendileri açısından da bir siyasal maaliyet üreteceğini bilirler. O yüzden belli seviyelerde uzlaşma sağlanıyor. Sorunlar çıkabilir ama devlet krizine dönüşmez.”
”Herkes açısından meşru gerekçeler doğacak ve seçmen bu durumdan mutlu olmaz”
Çıkacak tabloda yönetim krizi yaşanırsa halktaki karşılığı ne olur?
”Seçmen bu durumdan mutlu olmaz. Seçmenin bu dönemden mutsuzluk duyacağı aşikar. Herkes açısından meşru gerekçeler olacak. Mesela Başkan diyecek ki ben ne yapayım Meclis ihtiyacımı karşılamıyor. Meclis biz ne yapalım Başkan bizi çalıştırmıyor diyecek. Hatta Fransa bunu öngördüğü için Başkanlık ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri arasındaki süreyi kısalttı. Biz de aynı anda oluyor zaten. Ama bu bir sorun. Hiç kimse de kendi siyasi kariyerini biterecek adımı da atmak istemez. O nedenle birlikte yaşamanın yolunu bulmak zorundalar.”
KAYNAK: EURONEWS TÜRKÇE – DİLEK GÜL
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***