Çarşamba günü CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun benzer hukuksuzluklara uğrayan kişilerle yaptığı basın toplantısına kadar Twitter’da “#mülakatahayır” isyanı çoktan başlamıştı bile…
Kılıçdaroğlu, “Onlara özür borcumuz var… Bu çocukların hakkını çalmak kimin hakkıdır? Babaların annelerin çocuklarını nasıl yetiştirdiklerini hepimiz biliriz. Anne babaların haklarını çalmak kimin hakkıdır?” diye sordu.
KPSS’de çok başarılı oldukları halde mülâkatta elenen öğretmen adaylarına bir destek de kendileri de yıllar önce sınavda çok yüksek puanlar almalarına rağmen mülâkatlarda elenen iki KHK’lıdan geldi: Eski devlet planlama uzmanı Muzaffer Açıkgöz ve eski diplomat Hüseyin Konuş.
Mülâkat sisteminin eskiden beri adam kayırmacılık anlamına geldiğini vurgulayan Muzaffer Açıkgöz (44), “Bu iktidar kendi tabanına mülâkatlar vasıtasıyla sadece müfettişlik, hakimlik, uzmanlık gibi alanları değil, diğer memurlukları da ganimet gibi dağıtmaya başladı,” diyor ve “Mülâkatla alınan kadrolar parayla satılmaya başlandı, yolsuzluğun bu türüne her devirde rastlamak mümkün olsa da hiçbir zaman bu kadar yaygın olmamıştır.” ifadelerini kullanıyor.
ESKİ KPSS ŞAMPİYONLARI ŞİMDİ SÜRGÜNDE
Açıkgöz’ün mülâkat skandalları ile anlattıkları bugüne ışık tutacak nitelikte. KPSS sınavında Türkiye 1’incisi olmasına rağmen iki yıla yakın girdiği her mülakatta elenmiş.
2003 yılındaki KPSS’de Türkiye ikincisi olan Hüseyin Konuş’un durumu da farklı değil. Merkez Bankası sınavında 10 bin kişi arasından üçüncü olmuş ama mülâkat sonrası elenmiş.
Açıkgöz ve Konuş, yıllar önce yaşadıkları mülâkat engelini Kronos’a anlattı. İkisinin de hikâyesi çok güncel. İktidarlar ve elenenler değişmiş sadece, uygulama ise aynı.
Muzaffer Açıkgöz 1992’de İstanbul Fen Lisesi’ni kazandığında babasının memuriyeti nedeniyle Konya’da ikâmet ediyordu. İstanbul ailesinin gözüne ‘çok uzak’ görününce ilk 100’e girmenin getirdiği avantajla Ankara Samanyolu Fen Lisesi’nin burs teklifini kabul etti. Aynı başarıyı üniversiteye giriş sınavlarında ilk 500 kişi arasına girerek burada da gösterdi. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye Bölümü’nü bölüm ikincisi olarak kazandı. Okul bitince de A Grubu Kadrolar olarak bilinen müfettişlik ve uzmanlık sınavlarına hazırlandı. 2001 yılında A grubu kadro sınavları ilk defa merkezi olarak Kurumlar İçin Merkezi Eleme Sınavı (KMS) adı altında yapılmaya başlanmıştı. Bilindiği gibi 2002 yılında bu sınav, Devlet Memurluğu Sınavı ile birleştirilerek KPSS olarak değiştirildi.
GİRDİĞİ HER SINAVDA DERECE YAPTI, EVİNDEKİ MÜLÂKATTA ELENDİ
Girdiği bu sınavda da maliye ve istatistik ağırlıklı puanlamada Türkiye birincisi, iktisat ağırlıklı puan türünde ise Türkiye üçüncüsü oldu. Daha sonra çok sayıda kurumun sınavına başvuran Açıkgöz, yazılı aşamaları geçse de bütün mülakatlarda elendi. “İlk elendiğim sınav Merkez Bankası memurluğu idi, idealim Merkez Bankası’nda araştırmacı adı verilen iktisatçılardan olmaktı” diyen Açıkgöz, mülâkat öncesi karşılaştığı ‘sürpriz’i ve sonrasındaki gelişmeleri ise şöyle anlatıyor:
“Mülakatta para ve maliye politikası (kur, para arzı, enflasyon, faiz oranları, bütçe açıkları, kamu borç stoğu ile ilgiliydi genelde) ile ilgili bütün soruları doğru cevaplamıştım. Ama en kritik soruyu Genel Müdür sordu: ‘Niye bu okula, neden gittin bu okula bakalım?’”
Mülakata aynı liseden iki arkadaşı daha girmişti. O arkadaşına da, “Bir daha hayata gelsen yine bu okula gider miydin” diye sormuşlar. Açıkgöz, “Çok az sayıda kişinin girebildiği bir mülakatta sadece altı kişi elenmişti ve üçümüz de bu sayıya dahildik” sözleri her şeyi anlatıyor.
HÜSEYİN KONUŞ: HARVARD’DA MASTER YAPTI, MÜLÂKATTA ELENDİ
KHK’lı diplomat Hüseyin Konuş okulunda Anadolu Lisesi’ni kazanan tek öğrenci olarak öne çıkmış. 1994 yılında Fen lisesi sınavında 64. olmuş ve tercihini tam burs teklifi eden Yamanlar Fen Lisesi’nden yana yapmış. 1997’de ÖYS’de Türkiye 7.’si olma başarısını gösteren Konuş, Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünü de bitirip 2010-2012 yılları arasında Harvard Üniversitesi’nde master yapmış.
10 BİN KİŞİ İÇİNDEN 3. OLDU
Eğitim hayatında ilk girdiği Anadolu Lisesi sınavından son girdiği ALES sınavına kadar tüm sınavlarda Türkiye derecesi yaptığını kaydeden Hüseyin Konuş, girdiği mülâkatlarda elenmiş. Şöyle diyor:
“2003 yılında KPSS’de Türkiye 2.’si oldum. Merkez Bankası sınavına girdim 2004’ün ilk aylarıydı. 10 bin kişi içinden 3. oldum. Ailemi ve evimizi görmek için mülakat öncesinde Merkez Bankasının iki çalışanı evimize geldi. Üstelik başvurduğum pozisyon, uzman kadrosu değil memur kadrosuydu. Ona rağmen ev ziyaretleri yapılıyordu. Okuduğum liseyi söyleyince ortam buz kesti. Mülâkat beklediğim gibi kısa sürdü ve tabi ki elendim.”
ECEVİT DÖNEMİNDE ÇÖZÜM GETİRİLMEYE ÇALIŞILDI
Bugün kamuda liyakatsizlik ve torpilin had safhada yaşandığını ve her şeyin göze sokularak yapıldığını belirten Konuş, ” Şimdiki düzeyde ve alenilikte olmasa da devlette her dönem torpil yoğun şekilde oldu. Ecevit döneminde devlet kurumlarına alımda ilk aşama olarak merkezi sınav getirildi. 1999 yılında DMS adıyla başlayan bu sınav 2002’de KPSS adını aldı. Kurumlar alımlarında yine torpile devam ettiler ama en azından ilk aşama olarak merkezi bir sınavın yapılması bunu bir nebze zorlaştırmıştı.” diyor.
DÜNDEN BUGÜNE DEĞİŞEN NE?
Kurumların KPSS sonrası kendi yaptıkları sınavda ve özellikle mülakatlarda yine torpile devam ettiklerini söyleyen Konuş, “Örneğin kaymakamlık sınavında “referans” bulmak sınavın neredeyse resmi bir aşamasıydı. Bazı kurumlar torpille almak istedikleri kişiler yeterli KPSS puanını alamayınca, KPSS taban puanını o kişilere yetecek kadar aşağıya çekiyordu.” ifadelerini kullanıyor.
BÜTÜN SINAVLARI KAZANDI, BÜTÜN MÜLÂKATLARDA ELENDİ
Hazine Müsteşarlığı, Başbakanlık, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, İçişleri Bakanlıklarının müfettişlik ve uzmanlık sınavlarının mülakatlarında elenen Açıkgöz, “Hazine Kontrolörlüğü mülakatı öncesinde daha önce Merkez Bankası’nda olduğu gibi evlerimize kadar gelip inceleme yapmışlardı. Kültür Bakanlığı’nın müfettişlik sınavı başvuru formunda üniversite hayatı boyunca ikamet ettiğimiz adresin her yıl için tek tek yazılması istenmişti.” diyor.
Şansını en son akademisyenlikte denemek isteyen Muzaffer Açıkgöz, “Nevşehir’de yeni iktisadi ve idari bilimler fakültesi yeni açılmıştı ve araştırma görevlisi arıyorlardı. Burası küçük yer taşra sayılır belki lise mevzusu gündeme gelmez diye de düşünüyordum. Orada da Dekan Bey’in yaptığı gayri resmi mülâkata takılmıştım. Meğer yeni açılan fakültelerin dekanları YÖK tarafından özenle seçilip gönderiliyormuş.” diyerek bunalmış ve umudunu yitirmiş bir genç olarak köyüne gidip dinlenmeye karar vermiş.
ELENMEMEK İÇİN MHP’Lİ VEKİLİN ADI YETTİ
Açıkgöz, mülâkat elemelerindeki siyasi boyuta vurgu yapıyor:
“2002 yılı Eylül ayında, MHP’de hatırı sayılı bir milletvekili sayesinde ilk defa bir mülâkatta eleyemediler ve DHMİ Genel Müdürlüğünde müfettiş yardımcısı olarak işe başladım. Bu torpil olarak görünebilir ama yıllardır yapılan haksızlığın tekrar yapılmasını engellemiştik o kadar. 2009- 2011 yılları arasında dünyanın ilk on üniversitesi arasında gösterilen Cornell Üniversitesi’nde Uluslararası Kalkınma odaklı Kamu Yönetimi masterı yaptım. Not ortalamam yüzlük sisteme çevrildiğinde 90’ın üzerindeydi.”
MÜLÂKATI AŞTI, KHK İLE TANIŞTI
2016 yılı Eylül ayında ise 672 sayılı KHK ile ihraç edilen Muzaffer Açıkgöz, bu süreci de şöyle aktarıyor: “2017 yılı Mayıs ayında tutuklandım ve 6 ay hapis yattım, yüzde yüz engelli ve sürekli olarak ev tipi solunum cihazına bağlı kızımızın durumunu dikkate alarak 6 yıl 3 ay ceza ile hükmen tahliye edildim.
ENGELLİ KIZI 5 YAŞINDA VEFAT EDİNCE YURT DIŞINA ÇIKTI
2018 yılında kızımız beş yaşındayken vefat etti. Artık bizi ülkeye bağlayan bir şey kalmamıştı. Kızımızın sağlık durumu nedeniyle bu süreçte hem ben hem eşim çok farklı sıkıntılar, zorluklar da yaşadık. Hasta bir çocuğu şantaj olarak değerlendirmeye yeltenen hakimlerin olduğu rezil bir yerde daha fazla durmak istemedim, suçsuz yere yıllarca hapis yatmak da. Şimdi Almanya’dayız ve ailece bambaşka, yepyeni bir hayatın peşinde çabalıyoruz. Tek dileğimiz kızımızın mezarına bir gün tekrar gidebilmek.”
AKADEMİYE YÖNELDİ
Öte yandan akademik dünyaya adım atmak isteyen KHK’lı diplomat Hüseyin Konuş ise 2006 yılında Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde yüksek lisansa başvurduğunu belirtiyor. “Eğitim hayatım kabul almam için çok iyi bir referanstı. Ayrıca, o sırada Dışişleri Bakanlığında çalışıyordum.” diyen Konuş, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünün internet sayfasında, bölümün en önemli hedeflerinden birinin mezunlarının Dışişleri’ne girmesi olduğu yazıyordu. Dolayısıyla diplomat olmamın da şansımı arttıracağını düşünüyordum. En önemlisi de, ALES Sınavı (puanım 97’ydi sanırım) ve not ortalaması baz alınarak belirlenen puan listesinde 60 kişi içinde ikinciydim. Birinci de Bilkent’ten tanıdığım biriydi. Ama işlerin farklı yürüdüğünü mülakata girer girmez anladım. Heyet bana bakmıyordu bile. Sordukları sorulardan niyetlerini anladım. Mülakat çok kısa sürdü. Mülakatta verdikleri puanlarla sınav sonuç listesinde, ilk listede 1. olan kişiyi sonuncu yani 60., 2. olan beni de sondan 2. yani 59. sıraya koymuşlardı. Tam ibretlikti. Galiba bizim puanlarımız çok yüksek olduğu için elenmemizi garantilemek amacıyla mülakatta aşırı düşük puan vermişler ama bunu yaparken de iyi hesaplamayıp kantarın topuzunu fazla kaçırmışlar ve böyle trajikomik bir durum ortaya çıkmıştı. O başvurudan birkaç yıl önce Bilkent ve ODTÜ’den yüksek lisans kabulü alan ve birkaç yıl sonra da Harvard’dan iki bölümden birden ve Ivy League’deki diğer üniversitelerden yüksek lisans kabulü alacak olan biri olarak beni elemişti Gazi Üniversitesi. Her aklıma geldiğinde çok gülüyorum bu ironiye.”
KPSS SINAVLARINDAN KİM RAHATSIZ?
Birçok kurumun, torpili tamamen engelleyemese de zorlaştıran KPSS’den rahatsız olduğunu dile getiren Konuş, “Nitekim bazı kurumlar son yıllarda KPSS’yi kaldırdı. Örneğin, Dışişleri Bakanlığı Mayıs 2016’da KPSS şartını kaldırdı. Bu tarihten sonra Dışişleri’ne yapılan alımlarda KPSS öncesi dönemde olduğu gibi büyükelçi çocuklarının yeniden yoğunluk kazanması, KPSS’nin kaldırılma gerekçesini net bir şekilde ortaya koyuyor. Hatta 2017 yılında, personelden sorumlu müsteşar yardımcısının kızı bakanlığa 1. olarak alındı.” bilgisini veriyor.
Kendi durumuna ilişkin ise, “2016 yılında Dışişleri Bakanlığı’nda Daire Başkanı iken, ülkenin doğuştan torpilli olmayıp, dişiyle tırnağıyla ve zekasıyla kazıyarak bir yerlere gelen birçok insanının başına geldiği gibi ben de KHK ile ihraç oldum. En önemli zenginliği insan kaynağı olan Türkiye bir kalemde birkaç yüz bin yetişmiş insanını tasfiye etmiş oldu.” diyor.
‘VİCDANIMIN RAHAT OLMASINI MADDİ İMKÂNLARIN HİÇBİRİNE DEĞİŞMEM’
Şu anda Brüksel merkezli Diplomasi ve Ekonomi Enstitüsü‘nün direktörlüğünü yürüten KHK’lı diplomat Hüseyin Konuş, üst düzey önemli görevlerin ardından bir mülteci olarak başka bir ülkede ayakta kalma çabası ile ilgili ise şunları söylüyor:
“Çok zorlu bir dönem geçirdik; hala da birçok zorlukla boğuşuyoruz ama bu süreçte ümidimi hiç kaybetmedim. Mülteci olmayı olumsuz bir şey olarak görmedim hiçbir zaman ve niye çıkıp geldim buralara demedim hiç. İçim çok rahat, çünkü yanlış bir şey yapmadığımı biliyorum. Vicdanımın rahat olmasını maddi imkanların hiçbirine değişmem.”
’28 ŞUBAT BİN YIL SÜRECEK DEMİŞLERDİ’
Eşi ve 16 ile 11 yaşlarındaki iki oğluyla uzaktan Türkiye’deki gelişmeleri ve tartışmaları izleyen KHK’lı Muzaffer Açıkgöz’ün değerlendirmeleri ise şöyle:
“28 Şubat bin yıl sürecek” dediler. Güya karşı oldukları İslamcılara alan açtılar. 28 Şubat faşizminin zulmünden daha tehlikeli olan da bu karşı besleme sürecidir bana göre. Bu hususlar şimdiki yönetim için de aynıyla geçerlidir. 15 Temmuzla birlikte aynı 28 Şubat mantığına benzer şekilde kendi çıkarlarına engel gördükleri bütün kesimleri sakıncalı ilan ederek bertaraf ettiler, tüm topluma da bu sopayı gösterip hizaya getirmeye çalıştılar.”
ARADA NE FARK VAR?
Ve şöyle devam ediyor: “İktidar kendi tabanına mülakatlar vasıtasıyla sadece müfettişlik, hakimlik, uzmanlık gibi alanları değil, diğer memurlukları da ganimet gibi dağıtmaya başladı. Bir diğer husus da iktidarın devleti tamamen ele geçirme arzusu ile ilgi. Yapılan yanlışlara ses çıkarmayacak, ihale usulsüzlüklerini, rüşvet ve hırsızlık çarklarını görmezden gelecek, kurdukları düzeni adeta ‘bin yıl’ daha devam ettirecek bir yapı için gerekli insan kaynağı ancak mülakat sisteminin genişletilmesiyle mümkün olabilirdi. Olayın bir başka boyutu da ayrı bir vahamet taşıyor. Hesap verme, şeffaflık, hukukilik gibi idari ilkelerin geçerli olmadığı bir ortamda, yerli ve milli fırsatçılara da gün doğmuş oldu doğal olarak. Mülakatla alınan kadrolar parayla satılmaya başlandı, yolsuzluğun bu türüne her devirde rastlamak mümkün olsa da hiç bir zaman bu kadar yaygın olmamıştır.”
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***