Küçük bir çocukta elinden alınan oyuncağı geri almak için oyuncağı arkadaşının elinden çekmesi şeklinde gördüğümüz, bunda başarılı olamazsa da arkadaşını itmesiyle sonuçlanan “agresyon” yani saldırganlık insanın hayatı boyunca şekillendirme çabası içinde olması gereken güçlü bir içgüdü. Kaynağı ise “amigdala” denilen dürtüsel, içgüdüsel beynimizdir.
Eğitimle ve büyüdükçe beynimizin korteksi dediğimiz bilinçli davranışlarımızdan sorumlu olan kısmı “amigdala”nın kontrolünü ele alıyor. Böylece dürtüsel saldırgan davranışlar kontrol edilebilir hale geliyor. Yani insan büyüdükçe akıllanır, olgunlaşır ve kendini kontrol etmeyi öğrenir.
İNSAN NEDEN SALDIRGAN OLUR?
Peki insan neden saldırgan (agresif) olur? Saldırganlık kendimizi korumak için kullanmamız gereken bir içgüdüyü başkalarına zarar vermek için kullanmaya başlamamızdan ibarettir. Ana işlevi bir hayvandan kurtulmak ya da eve giren hırsıza karşı korunmak olan bu duygunun yönü çocuğumuza, eşimize yahut arkadaşımıza öfkelenme, bağırma ile değiştirilir. Aslında olması gereken “agresyon”un iyi kullanılması ve yönetilmesidir. Çünkü hiçbir duygu insanda anlamsız ya da işlevsiz değildir.
Peki insan “agresyon”unu neden yönetemez? Neden olur olmaz bir yerde hiç alakalı olmayan insanlara yönlendirebilir?
İnsanlar öfkenin, kinin kelimelerle, mimiklerle ve hareketlerle salınmasını öncelikle evlerinde görürler. Daha çok bağıran ya da tehdit eden ebeveynin haklı olarak algılanmasını normal parametreler dahilinde kabul ederler. Sonra televizyon ekranlarından görürler “delikanlılığın kitabını yazmayı”, ‘ya benimsin ya toprağın’ naralarını ve yakın sosyal çevrelerinde bunların olumlu karşılanmasını, hatta ödüllendirilmesini… Birey orta yolu görmedikçe, aslında göremedikçe, içinde bulunduğu durumu olması gereken olarak görür. Futbol takımı tutar gibi mutlaka ak ya da kara olması gerekir algısı, bu kişinin aradaki grileri görmesine engel olur. Dolayısıyla en basit dürtüler yönetilemez hale gelir.
AGRESİF KİŞİLERDE BENLİK SAYGISI DÜŞÜK
Kişi ev ve işin ötesinde sosyal medya başta olmak üzere sosyal ilişkinin mümkün olduğu her mecrada boşaltır öfkesini, saldırabildiği her alana saldırır. “Nasıl tesiri olur?”, “Karşıdaki insan bunu nasıl karşılar?”, “Onun yakınları ne der?”, diye düşünmeden kendi yıkıcı fikirlerini boşaltma özgürlüğü olduğuna inanarak yazar, yıkar.
Agresif (saldırgan) kişilikteki insanların, benlik saygısının düşük, engellenmeye tahammülü olmayan, narsistik özellikleri fazla ve evde şiddete maruz kalmış oldukları görülür. Onlar için agresyon iletişim şeklidir. Evde baba bağırır dediğini yaptırır. Bilgisayar oyunlarında herkes ölür ama tekrar hiçbir şey olmamış gibi dirilir, dolayısıyla yaptığının sorumluluğunu alması gerekmez. O kendini ne kadar yıkıcı olursa olsun bir şekilde ifade edebilme yolunu artık bulmuştur.
“Niye bağırıyorsun?”, dendiğinde, “Hayır, aslında ben değil, sen bağırıyorsun. Sen şöyle yapmasan ben böyle yapmazdım.” der ve yansıtır, rahatlar. Saldırganlığın birincil kaynaklarından birisi televizyon ve diğer kitle iletişim araçlarında sunulan şiddet içerikli haber programları, magazin programları, filmlerdir. Bunlar zamanla tepkiselliğin azalmasına neden olur.
KADEMELİ DUYARSIZLAŞTIRMA
Nasıl olur bu? Görülen ve duyulan şeyler, toplumsal değerlere uymadığında ilk karşılaşmada ciddi tepkiler verilir. Fakat tekrarlayan karşılaşmalarda aynı tesir oluşmaz hale gelir. Her seferinde verilen tepki giderek azalır. Ve zamanla toplumda ciddi değişiklikler oluşur. Kademeli duyarsızlaştırma denilebilir buna. Dolayısı ile insanlar, giderek artan şiddet olaylarını ve sosyal medyadaki linç olaylarını normal ve olması gereken durumlar gibi algılamaya başlar.
Hatta bankaya para yatırmak, milli eğitime bağlı özel okulda çocuk okutmak gibi vatandaşlık haklarının bile suç ve şiddet kaynağı olabileceğini düşünecek hale gelebilir toplum. Yapılan çalışmalar insanların saldırgan davranışlarda bulundukça saldırgan davranma olasılıklarının arttığını gösteriyor. Saldırgan davranmak tekrar aynı şekilde davranmayı kolaylaştırıyor.
Ayrıca değişen sosyal koşullar da saldırganlığa yol açabilir. Mesela, görevini yapan memurların işlerinden alınması, yerlerine vasıfsız taraftar insanların konulması ve hukuk kurallarının uygulanmasındaki keyfilik insanları yaptıklarının cezasını görmeme ihtimali ile rahat davranmaya, ve davranılan şekli de normal algılamaya iter. Otokontrollü davranmak için de hiçbir geçerli sebep kalmaz.
Yani kişinin toplum tarafından onaylanmayan davranışlardan uzak durmasına da gerek yoktur. Bugün yapılır, yarın konuşulur, öbür gün de unutulur nasılsa.
SALDIRGANLIK YIKICIDIR
Şunun ayırdına varmak gerekir; insan duygu ve düşüncelerine engel olamaz. Onlar gelir ve giderler. Bu kabul edilir bir olgu olmakla birlikte davranışlarının sorumluluğunu yüklenmek zorunda olduğu da ayrı bir gerçekliktir. Bunun kabulü çözümün başladığı yerdir. Akla ilk geleni söylemek yerine, bir süre zihinde dinlendirmek, söylenilenin nereye gidip neleri tetikleyeceğine dair öngörü oluşturmak çok kıymetli davranış parametreleridir. Bu olgun insanın özellikleri içinde sayılabilir. Elimizdeki taşı atmayı planlarken, o taşın geriye atılarak bize ve sevdiklerimize büyük yaralar açabileceği öngörüsünü de zihinsel işlemlerimizin arasına koymak gerekir. Öfke, nefret ne kadar yakıcı duygularsa onların dışarıya yansıyan şekli agresyon (saldırganlık) da o kadar yıkıcı bir davranış şeklidir.
Oysa toplumsal olarak sosyal iyilik haline çok ihtiyacımız var. Bunun için de dili bıçak gibi kullanıp parçalamak ve bölmek yerine, iki taşın arasına konulan harç gibi birleştirici ve sarıp sarmalayıcı, aidiyet duygusunu geliştirici olarak kullanabiliriz.
*Psikiyatrist Dr. Işılay Yatkın anksiyete bozuklukları, depresyon, ergenlik problemleri, kişilik bozuklukları ve travma alanlarında çalışıyor ve bütüncül yaklaşımlı terapi ve bilişsel davranışçı terapi uygulamaları yapıyor.
Daha Fazla Göster:
akıl sağlığıpsikolojisaldırganlıksosyal medya
IŞILAY YATKIN
Kaynak: Kronos
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***