Ünlü sanatçı Zülfü Livaneli söyleşimizde, Türkiye’de cezasızlığın iyice bir sistem halini aldığını, 2022’in oldukça kritik bir yıl olduğunu ve Türkiye’de “ortak tehdide” karşı birleşmek ve birlikte mücadele etmenin önemini vurgularken, “Kürt Sorunu’na dair” dair düşüncelerini de paylaştı. “HDP, 6 milyon oy almış yasal bir parti iken onu eşittir PKK yaptılar!” diyen Livaneli, ülkede gelişmiş demokratik kurumlar olmadığı için denetlenemez bir yapıya dönüştüğünün de altını çizdi.
Son günlerindeyiz 2021’in, 2022’ye giriyoruz. Ümitlerimiz, hayallerimiz var birçoğumuzun ama belki de öncelikle 2021’i özetlememiz gerekiyor. Size göre nasıl bir yıldı 2021? Siyaset anlamında, hukuk anlamında, ekonomi anlamında, sanat anlamında. Türkiye’de neler oldu, Türkiye nereye gitti bu yıl?
Zülfü Livaneli: 2021 iyi bir yıl değildi, hepimiz biliyoruz. Dünya’da iyi bir yıl değildi,Türkiye’de ise hiç değildi. Dünyada bu otokrat, otoriter yönetimler, diktatörlükler aldı başını gitti. Demokratik değerler, insan hakları yani bizi biz yapan değerler ayaklar altına alındı. Türkiye’de tamamen pervasızca ayaklar altına alındı. Hapishanede arkadaşlarımız çıkacaklarını umutla bekledik. Çıkmadılar. Daha da çok tutuklamalar oldu. Cinayetler oldu.
Hepimizin yürekleriniz burkan korkunç cinayetler oldu. Deniz Poyraz öldürüldü. Yani korkunç şeyler yapıldı. Kemal Korkut olayı… Cezasızlık iyice bir sistem halini aldı Türkiye’de. En son Garibe Gezer katledildi. Bunlar bizi derinden yaraladı elbette ve Türkiye’nin demokratik bir cumhuriyet olması konusundaki umutlarımız biraz ertelendi. Bu yıl için ertelendi. 2022’ye kaldı. 2022’de de olmazsa 2023’e kalacak. O da olmazsa tekrar, yani biz vazgeçmeyeceğiz. Benim hayatım sona erebilir ama Türkiye’de bazı insanlar, hiç sayıca az olmayan insanlar vazgeçmeyecekler; daha demokratik daha mutlu daha çağdaş bir ülke yaratabilmek için. Bu yüzden de her zaman söylediğim gibi birleşmek gerekiyor. Ortak tehdide karşı birleşmek ve birlikte mücadele etmek gerekiyor. 2022 çok kritik bir yıl. Bu kritik yılda güçleri bölmeyelim. Çünkü bütün bunlar başımıza güçler bölündü diye geldi.
Zülfü bey, bu yıl yaşanan kötü olayları dile getirdiniz, cinayetleri. Bazılarını dile getirdiniz tabii, saymaya zamanımız yetmez. Nasıl bir ortamda olduğumuzu hepimiz biliyoruz ama özellikle son günlerde bazı ünlü kişiler, sanatçılar demek belki çok doğru değil, Türkiye’nin içinde bulunduğu durum ile ilgili tespitlerde bulunuyorlar. Özellikle ekonomik durum ile ilgili ve halka öğütler veriyorlar. “Gerekirse” diyorlar “Simit yiyeceksiniz, yarım ekmek yiyeceksiniz, çeyrek ekmek yiyeceksiniz.” “Yiyeceksiniz” diyorlar, “birlikte yiyeceğiz” de demiyorlar…
SANATÇI ve ‘EĞLENDİRİCİYİ’ AYIRMAK LAZIM
Nedense Türkiye’de uzun geçmişten beri ünlülerin böyle bir duruşu var; hükümetler üzeri bir devletçilik var. Her zaman yönetenden yana olma tutumu var. Öyle bir ön koşul var sanki Türkiye’de. Sanat ile uğraşan, toplumun değişimine gelişimine katkıda bulunan insanlar muhalif olmaz mı? Onların muhalif duruşu doğal değil midir? Sanatın doğasında muhaliflik yok mudur?
Zülfü Livaneli: Sanat elbette muhaliftir. Dünyanın her yerinde muhaliftir sanat çünkü sanatçı, sezgileriyle, görüşleriyle toplumun ilerisinde olan ve toplumu sarsmak uyarmak isteyen insanlardır. Sadece iktidarı değil, toplumu da ön yargılarını yıkmaya çalışan insanlar onlar; çoğu da bu yüzden yalnızlığa uğrar, toplum bile onları dışlar. Tarih bunun örnekleriyle dolu. Bizdeki sanatçı tanımı üzerinde bir kere durmamız lazım. Sanatçı diye toptan bir şey koydular. İşte sanatçı eğlendirici, reklamcı, o çevrelerde gezen, o barlara giden… sanatçı oldu. Oysa dünyanın her yerinde entertainer (eğlendirici) ayrı bir şeydir. İnsanları eğlendirerek para kazananlar ayrıdır, sanat yapanlar ayrı. Biz herkesi bir çuvala koyduk, bunu ayırmamız lazım.
Birinci kategoriye girenlerin zaten hiçbir zaman politika ile ilgili bir kaygısı yok; onların fazla bir bilinci de yok. Okumuyorlar da. Zaten istedikleri şey işte böyle sahneden kendilerini başka bir dünyadan geliyormuş gibi göstermek; tüyler, payetler, makyajlar, yaldızlar, pullar arasında. İnsanları eğlendirmek ve parasını almak. Onun için de her gelen iktidara; asker olsun sivil olsun, yakın görünmek, gidip onlara mikrofon uzatarak şarkılar söylemek, onları övmek, zaten hayatları böyle geçmiştir bunların ve böyle de geçecektir. Başka da bir şey beklemeye gerek yok. Ama toplumla ilgiliyim diyen, şarkılar besteleyen, kitaplar yazan, tiyatro yapan insanların bunu yapmaya tabii hakkı yok. Öbürlerinin hakkı var anlamında söylemiyorum da onların zaten bilinçleri yok. Ama bu kesimden çok dönen oldu. Onlar canımızı daha çok yaktı. Bizim el verdiğimiz destek olduğumuz genç arkadaşlardan, artık arkadaş bile demiyorum, dönenler oldu. Ama iyi tarafı şu ki bizim gerçekten sanatkar olarak bildiğimiz, hakikaten sanat insanı olarak bildiğimiz insanlar, hemen bir çırpıda sayabileceğim ilk aklıma gelenler; Genco Erkal sapa sağlam durdu. Suavi duruyor, Edip duruyor. Birçok insan da dimdik duruyor. Unuttuklarım diğer arkadaşlar kusura bakmasın, Levent Üzümcü duruyor, Nevil Özgentürk duruyor. Bu da çok önemli bir şey. Bunlar zaten gerçekten sanat adamları ve gerçekten Türkiye ile ilgili kaygıları var. Kaygı duymayanlar küpünü doldurmaya çalışanlar bizi ilgilendirmemeli. Onlar zaten başka bir kesimin insanları başından beri. Yarın iktidar değişsin aynı yalakalığı yeni iktidara da yapacaklar ve hepimizden de önce.
MELİKE DEMİRAĞ, CEM KARACA HEPİMİZİ HAİN İLAN ETTİLER
Eski yıllarla kıyasladığınız zaman bu bahsettiğiniz insanlar arasında bir fark görüyor musunuz? Hükümet ile iyi ilişkiler kurma konusunda bir doz bozukluğu, bir dejenerasyon da görüyor musunuz?
Zülfü Livaneli: Dejenerasyon her konuda var tabii ama eskiden de böyleydi. Hükümete yardım etmeye çalışan, askeri dönemlerde bizleri hain ilan eden… Mesela beni hain ilan eden, lanetli ilan eden çok müzisyen olmuştu bizim o dönemlerimizde. Demin unuttum mesela Selda. Selda’yı da hain ettiler. Melike Demirağ, Cem Karaca bizim arkadaşlarımız hepimiz böyle lanetli insanlar olarak ilan edildik ve o dönemde. Köşe yazarları yazıyorlardı, adımıza yurda dön çağrıları, plak yasaklamalar… TRT zaten yasak. Hayat zaten böyle geçti. Başka bir şey de beklemedik yani. Böyle bir iktidardan herkes çok daha fazla zulüm görüyor. Biz de kendi alanımızda zulüm gördük.
VATAN HAİNLİĞİ HİÇ BİTMEZ TÜRKİYE’DE
Hain damgasından bahsettiniz. Siz de düşünceleriniz, duruşunuz, muhalif tavrınız nedeniyle cezaevinde kaldınız, belirli bir süre yurtdışında yaşadınız, bahsettiğiniz bazı isimler de aynı şekilde… Ne yazık ki bu bir sır değil, o damgalanmanın ne demek olduğunu siz de tattınız. Ülkede modası geçmeyen bir hainlik var biliyorsunuz, hem de farklı kesimlere; sağından soluna herkese bu yafta yapıştırılıyor bugün. Geçmişin “hainleri” ile bugünün “hainleri” arasında, nasıl bir fark görüyorsunuz? Eskiden daha mı azdılar? Şimdi herkes mi “hain”?
Zülfü Livaneli: Valla vatan hainliği hiç bitmez Türkiye’de. Katliamın, öldürmenin, sürgüne göndermenin, hapsetmenin baş lafıdır bu. Şimdi biraz şaşırtıcı bir şey söyleyeceğim. Mesela şimdi Abdülhamit tahttan düşürüldü değil mi? Tahttan düşürülmek fetvası var Şeyh’i İslam’ın yazdığı. Orada ne diyor; ‘Kur’an’a zarar verdiği için, dini İslam’a zarar verdiği için vatan hainidir’ diye devirdiler. Onun için bile şimdi diyorlar ki Peygamber seviyesine koyuyorlar ama Abdülhamit’i bile böyle vatan haini diye İslam’a Kur’an’a zarar veriyor diye indirdiler. Daha sonra Talat, Cemal, Enver Paşalar, onlar vatan haini diyen, önce iktidar çok ellerinde tutuyorlardı. Sonra vatan haini olarak tescillendiler. Onlar hak ettiler.
ARTIK VATAN HAİNLİĞİ KİTLESELLEŞTİRİLDİ
Yargılandılar gıyabında.
Zülfü Livaneli: Yargılandılar. Şimdi ondan sonra Vahdettin vatan haini. Ama o sırada, o düşmeden önce Mustafa Kemal vatan haini. Bütün o kadrolar Ali Fuat’lar falan hepsi, Kazım Karabekir hepsi vatan haini. Ondan sonra geliyoruz Nazım Hikmet vatan haini. Sonra bizim kuşaklara Yaşar Kemal vatan haini. Bizim kuşaklara geldi vatan haini. Devam ediyor şimdi yeni kuşaklarda da vatan haini. Yani Türkiye’de bitmez…
O kadar kolay söylenen bir şey ki bu vatan haini. Ama şimdi kitleselleştirdiler. Bir fark oldu. Karşılarında HDP’ye oy verenler vatan haini. Demokratlar, insan haklarını savunanlar, bu konuda tweet atanlar vatan haini. Yani şu anda milyonlarca vatan haini var. Ben de geçenlerde bir tweet attım. Dedim ki; ‘Bu kadar vatan haini, kendi anasının babasının toprağına düşman, milyonlarca insan, halkın yarısı nasıl vatan haini oldu ya ? Sulara bir şey mi karıştırdılar acaba? Hangi ülkede yani halkın yarısı suçlanır vatan haini diye’. Ama tabii hiçbir ciddiyeti yok bu işin. Hiçbir ciddiyeti yok. Osman Kavala vatan haini. Selahattin Demirtaş vatan haini. Yani Nazım Hikmet’in şiiri var ya; ‘Yazın koskoca puntolarla, Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala’ diye.
SELAHATTİN DEMİRTAŞ’IN ÖNEMİNİN FARKINDALAR
Siz sosyal medyayı oldukça iyi kullanan bir sanatçısınız. Yanlış hatırlamıyorsam Sayın Demirtaş’ın size gönderdiği son kitabını paylaşmıştınız; yine “vatan haini “oldunuz o paylaşım yüzünden.
Zülfü Livaneli: Ben tabii ki öyle, şimdi bakın. Selahattin Demirtaş benim çok sevdiğim saydığım bir dostum. İlk kitabına da Seher’e benim bir yazı yazmamı istemişti. Kitabın arka kapağı için yazı yazmıştım. O zaman o kadar büyük tepki olmamıştı. Şimdi bana kitap göndermek nezaketinde bulunmuş. Bende o nezakete kitabın ithaf sayfasıyla teşekkür ettim. Şimdi bu daha da masum bir şey. Orada da siyasiden çok yazar olarak, yazar kimliğini öne çıkartmak istedim. Demirtaş elbette edebiyatımızın usta isimlerinden. Şimdi buna çok büyük tepki gösterdiler. Demek ki Selahattin Demirtaş’ın öneminin farkındalar. Yani şu anda Selahattin Demirtaş’ı, Ekrem İmamoğlu’nu çeşitli isimleri hedeflerine koymuşlar. Bunları yok etmek istiyorlar.
Bu son olanlarda da biliyorsunuz Ekrem İmamoğlu için soruşturma açıldı. Efendim alıyormuş işte PKK’lıları. Şimdi sonuçta çok büyük bir tepki geldi ama ben her zaman bu tepkiyi aldım. Mesela 1996’dan beri UNESCO iyi niyet elçisiyim. Paris’e tayin etmişti beni. Paris’e çok da büyük aktivitelerimiz oldu. Sonra Sur yıkılırken, bombalanırken, İstanbul’da İnsanlık Zirvesi’ni topladılar. Mani olmaya çalıştım UNESCO’ya, olamadım. Onun üzerine dünya basınına bir mektup göndererek , bunu kınayarak istifa ettim. O zaman da çok “vatan haini” oldum tabii.
Daha önce Yaşar Kemal ile çeşitli arkadaşlarla basın toplantıları, barış bildirileri yapardık. Bazı tutuklular için devreye girerdik. O zaman da vatan haini olduk. Ölüm oruçlarında da vatan haini olduk. Zaten bütün askeri dönemlerde vatan hainiydik. Albümlerimiz falan yasaklıydı Nazım dediğimiz için. Ben başka bir dönem görmedim ki zaten hayatımda. Meşhur birisi olamadım ben. 76 yaşındayım hala muhalif ve alternatif, hala alternatif, ana akım değil. Ama ben bundan gurur duyuyorum. Yaşar Kemal derdi ki birisi bir şey dediği zaman; “Yahu bir gayrı meşruluğumuz var. Onu da elimizden alma Allah aşkına” derdi.
Peki Zülfü Bey, sanatçılar, yazarlar, gazeteciler hep bu hain olma riskini taşıyarak mı üretmek zorunda? Bu bir bedel mi? Bunu göze alarak mı düşüncelerimizin arkasından gideceğiz? Ve bu pahalı bir bedel değil mi insan ömrü için? Bakın sizin yıllarca memleketinden ayrı yaşamak zorunda kaldınız, ceza evleri.. yani siyasi duruş ve adanmışlığın yanında insan hayatı da kıymetli bir şey , senelerimiz de kıymetli. Bunu göze almak zorunda mıyız? Genç nesle nasıl bir öğüt veriyorsunuz?
Zülfü Livaneli: Özellikle bizim kuşak farklıydı tabii. Bizim kuşakta ideolojik tutum öndeydi. Kendi hayatında da tutarlı namuslu yaşamak, yaşamıyla da bunu göstermek önemliydi. O yüzden de bizim bütün o kuşak, – 68 kuşağı dendi sonradan-, tabii biz kendimize öyle demiyorduk ama Deniz Gezmiş arkadaşlarımız, Sinan Cemgil arkadaşlarımız, Mahir Çayan arkadaşımız, şimdi bunlar zaten katledildi. Biz siyasetin içinden geliyoruz. Yani böyle müzik ile salt müzik ile uğraşan, profesyonel müzik yapan insanlar değiliz. Ben zaten müziği de ilk albümüm 12 Mart’taki kurbanlar ile ilgili ağıtlardır.
Ben müzisyenlik için değil, bir albüm çıkaracağım, bunları söyleyeceğim diye başladım bu işe. Cuntaya karşı direniş sesi olacak ama başka da bir şey yapmayacağım, yazılarıma devam edeceğim diye düşünüyordum. Ama sonra o albüm büyük kitlelere yayıldı. Yayılmış. Ben İsveç’teyim, takip edemiyorum o zaman. Kuyunun dibinde kalmış taş gibi irtibat yok tabii. Bir gün kardeşim geldi Orta Doğu’da okuyan Ferhat. “Ağabey” dedi, “Senin şarkıların ile yürüyor gençler 10 bin kişi, 20 bin kişi” falan. İnanamadım. Hayatımın en büyük sürprizi. Daha sonra yeni şarkılar yapa yapa devam etti ancak şimdi romanlarımı yazmaya ancak fırsat bulabildim. Ama dediğim gibi biz zaten angaje sanatçıyız. Yani tabii sanatta bir kaliteye ulaşmaya çalıştık müziğimizde ve edebiyatımızda. Bir mesaj sanatçısı değiliz sadece ama bizim hayatımız, benim ailemin de hayatı, eşimin, kızımın böyle. Yaşar Kemal, Ahmet Arif ile … Yılmaz Güney ile onun film müziklerini yaptım; Sürü, Yol, Ahmet Kaya ile… Çevremiz ve hayatımız bu idi. Bizim görevimiz farklıydı.
ALEVİ SAZINI BİR DEDEDEN ÖĞRENDİM
Sizin için birincil önem teşkil eden edebiyat mıydı?
Zülfü Livaneli: Öyleydi. Bakın müziği ben Ankara’da ilkokulda maarif kolejine verilmiştim – O zaman “ecnebi” deniliyordu, “Bunlar ecnebi öğrenecekler gavur olacaklar” falan – bana saz hediye ettiler hani Anadolu ile ilgin kopmasın, bunları da öğren diye. Ben ondan sonra orada Alevi sazını öğrendim babamın teftişinde bir dededen. Sonra benim bütün hayatım o oldu.
İlk çalanlardan biriyim ve ilk albüm yapanlardan biriyim o tarz bir saz ile, bir dede vesilesi ile başladı her şey.. Ve dediğim gibi edebiyattı benim işim. Sonra içine çekti beni müzik. 400 şarkı, 50 film müziği. Daha sonra rahatça artık kitaplarımı yazayım dedim ama benim 1978’de ilk hikaye kitabım çıkmıştı. Arafat’ta Bir Çocuk. Daha sonra romanlarım. O zaman yazdığım roman Bir Kedi Bir Adam Bir Ölüm, Stockholm’deyken yazmıştım. Yani bir yandan paralel devam etti edebiyat ama müzik o kadar büyük kitlelere yayıldı ki! Öbürünü biraz gölgede bıraktı, şimdi genç kuşak için kitaplarım daha öne çıktı.
REJİM İLE BÜTÜNLEŞENDEN SANATÇI OLMAZ
Yiğidim Aslanım, Ey Özgürlük, Bu Benimki Sevda Değil, Eğil Salkım Söğüt Eğil, Karlı Kayın Ormanı, Sevdalı Başım, Güneş Topla, Leylim Ley, Belalım.. Şimdi bu şarkıları sadece sizi anlayan, ideolojik olarak sizinle benzer yerlerde duran insanlar değil, karşı cephedeki insanlar da söyledi yıllarca. Ahmet Kaya’nın da şarkıları da öyledir mesela. Biliyorsunuz sağcılar, MHP’liler de Ahmet Kaya dinlerler. Yani artık gizli gizli mi dinlerler, utanarak mı dinlerler bilmiyorum… Bunu neye bağlıyorsunuz. Yani neyin gücü bu? Duygunun gücü mü? Yoksa insanlar ideolojik olarak ayrışsalar da bir yerde kabullenmek istemesek de önemli bir ortaklığı da mı paylaşıyor?
Zülfü Livaneli: Dediğiniz çok doğru. Bizim müziğimizde bir kere Anadolu kökü var. Bir kere insanlar temel sesi hisseder. Anlamasa da hisseder. Mesele biz onu biliriz. Şey deriz ona muhayyer kürdi dediğimiz bir makam vardır. Bunun da eskisi Frigya’dır; Frigya gamını almış muhayyer kürdi yapmışlar bizim dönemimizde, Osmanlı döneminde. Kürdidir. Biz o Kürdi makamını almışız şarkılar yapmışız. Onno Tunç ile de konuşurduk. Eğer belli bir ritim, muhayyer kürdi makamında beste yaparsan mutlaka bu tutar. Halkımız çok sever. Benim Leylim Ley, Güneç Topla Benim İçin, çok şarkım bu şeydedir, muhayyer kürdi makamındadır. Şimdi oralardan geldiği zaman halk diyor ki bu benden işte, bu benim diyor, hissediyor. Şimdi o ideolojik bariyerleri de aşıyorsun.
Bazen itiraflar okuyorum ya biz Leylim Ley çıktığı zaman ülkücü kamplarda falan dinliyorduk Leylim Ley diyor bayılıyorduk diyor. Sonra dedik ya bunun sözü Sabahattin Ali, solcu. Müziği de Zülfü Livaneli. Vay be nasıl. Şimdi bakın sanat, geçenlerde de söyledim de kızdılar. Sanat aslında dünyada solun işidir. Hadi daha genişleteyim. Muhalefetin işidir. Rejim ile bütünleşenden sanatçı olmaz. Sovyetler Birliği’nde de olmazdı. Hiçbir yerde olmaz. Rejimin propagandisti olursun sen muhalifsen. Halkla berabersen, halkın köklerinden geliyorsan, şiirin Ahmet Arif gibi halk volkanından fışkırıyorsa, müziğin oradan fışkırıyorsa, ah bu benim diye barına basıyor insanlar onu. Onun için sanat muhaliftir. Çünkü vicdan işidir. Siz onu hissetmediğiniz zaman nasıl yazacaksınız. Yani Cemile’nin öldürülüşü, onu hissetmedin. Nasıl? Mesela Uğur Kaymaz’a ben şarkı yaptım. Onu hissetmezsen, içinde duymazsan nasıl olacak. Ama sadece bunlara değil. İnsan ve sanatçı olarak mesela o Eren, çocuk, Aybüke öğretmen, canım yandı. Onlara da böyle ağıtlar yakıyorum. Bu zannediyorlar ki o çocuklar ölürse iyi o çocuklar ölürse hayır. Sanatçı öyle düşünebilir mi?
Yarın: İktidarı değiştirmemiz lazım; Cumhurbaşkanının elindeki yetki padişahlarda yoktu
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***