YORUM | M. NEDİM HAZAR
İklim ve mevsimlerin devr-i daimi insanlığı şeklen hazırlıklara yönlendirir. Sonbaharın, kışın, ilkbahar ve yazın hazırlıkları ayrı ayrıdır. Baharın müjdecisi havalar ayrı bir neşe ve heyecan taşır serin rüzgârlarında. Bu maddî ve rasyonel değişimler bireysel ve sosyolojik olarak bünyeleri etkilerken, işin içine bir de manevî iklim değişimleri girerse, olay çok farklı boyut ve buudlara dönüşüyor.
İçinde bulunduğumuz günler şu açıdan önemli: Yeryüzü tüm karamsarlık ve kasvetli genel tablosuna rağmen ruhlara inşirah verebilecek bir bahara doğru hızla ilerliyor. Buna paralel olarak manevî açıdan son derece mühim bir turnikeye giriyoruz: Üç ayların yamacına yanaştık bile.
Kutlu Doğum haftasıyla başlayacak bu manevî koşunun heyecanı tüm inananları sararken, insanlığın inanca olan ihtiyacını gören gözler bir kez daha derinden hissediyor.
İlerledikçe boğulan, yaşlandıkça nefes almakta zorlanan bir insanlık tablosuyla karşı karşıyayız. Sıkıntılar, sorunlar, aşılmaz gibi görünen müşküller üzerimize saf saf geliyor. Dünya, yaşlı bir hasta gibi titriyor ve terliyor. Bir müsekkin, ruhunu sakinleştirecek bir dokunuşa ihtiyaç olduğu an tam da zamanında imdada yetişiyor bu günler. Ve elbette meselenin künhüne varanlar için geçerli bir katman açılıyor zamanda ve mekânda.
İşin ehlinin ifadesiyle; bu dönemlerde gönül dünyalarına yönelen insanlar, iman ve izanlarından fışkıran ışıklarla eşyanın perde arkasını süze süze, duygularıyla, içinde ebedî bir ömür sürecekleri firdevslere uyanmış ve ulaşmış gibi oluyorlar. Onlar için bu aylardaki günler, geceler, hatta saatler ve dakikalar âdeta bir başka büyüyle gelir-geçer; gelip geçerken de derecesine göre herkese mutlaka bir şeyler fısıldıyor.
Herkes kendi iç derinliklerinden olduğu gibi, varlığın sînesinden de ukbâ buudlu bir şiiri dinliyor ve yığın yığın hülya ve hatıraların, beklenti ve rüyaların gurup ve tulû’larında dolaşıyor. Yer yer hüzünlü, zaman zaman da neşeli tedâileriyle üç aylar, bize hem yitirilmiş bir cennetin hasretini hatırlatıyor, hem de buğu buğu onu yeniden bulabileceğimiz ümidiyle bütün benliğimizi sarıyor…
Aslında muazzam bir etkileşim ile oluşan metafor bu. Mevsimin ve iklimin ruhaniyet ve rüçhaniyetiyle insanın olması gerektiği mevzide kenetlenip idrak merdivenlerini tırmanması. Söz yine sahibinin: Biraz da kutlu süreçlerin nurların gönüllere sinmesiyle sokaklardaki ışıklar, minarelerdeki mahyalar, her taraftaki rûhânî canlılık ve mabetlere koşan insanların simalarındaki letâfetle dünyadakinden daha çok cennetteki zamanları hatırlatan bu nûrefşan zaman dilimi, kadrini, kıymetini bilenlere ayrı ayrı lezzetler ve zevk-i rûhânîler sunar. Evet o, imanı, İslâm’ı, mabedi ve ibadeti duyup anlayanları; marifet, muhabbet ve ledünnî hazlara açık olanları, değişik dalga boyundaki ışıklarının renkleri, latîf latîf esen havasının incelikleri, uğradığı herkesi büyüleyip geçen zamanın seslerinden toplanmış ve ruhları sarıp okşayan o sonsuz zevk meltemleriyle kucaklar hepimizi.
Her mevsimin bir rengi olduğu gibi imanın o meltem esen vadisindeki iklimin de bir rengi oluyor şüphesiz. Bir tür vuslat meydana geliyor tam da bu zamanda; yaratılan tüm benliği ile gerçek sahibini idrak ediyor ve haz ve neş’enin verdiği mahcubiyet ile kulluk limanına daha da yanaşıyor ya da şöyle bir şey; hemen her sene zamanın bu altın dilimini idrak edince, âdeta, ötelerin ayn-ı hayat olan o sevimli, neşeli mavimtırak günlerine bir kere daha kavuşur gibi oluruz. Evet, bir kere daha gönül gözlerimizde her yan baharla tüllenir…
Dedim ya, şartlar çok iç açıcı değil ama mevsim O’nun mevsimi… Ne mutlu mevsimi ve sahibini idrak edip, bu kutsal turnikeden o bilinçle geçenlere…
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***