YORUM | AHMET KURUCAN
“İslam dünyasının bugün en büyük problemlerinden biri fetvadır.” Bu cümlenin taşımış olduğu anlam çerçevesi içine giren tespitler öteden bu yana çokları tarafından yapılmış ve farklı kelimelerin bir araya getirilmesinden oluşan cümlelerle ifade edilmiştir. Okuduğunuz ifade şekli ise benim yakın dostlarımdan biri olan Enes Ergene’ye aittir.
İslam hukukunu daha doğru bir isimlendirme ile Müslümanların bir zamanlar uygulayagelmiş olduğu ve ibadetler hariç genel manada hukuk tarihinin konusu olan İslam’ın fıkhını mesleki düzlemde ilgi alanı olarak seçmiş bir kişi olarak ben de bu kanaate sonuna kadar katılıyorum. Bugün yeryüzünde yaşayan 2 milyara yakın Müslüman nüfusunun evet iman problemi vardır, ahlak problemi zirvelerdedir, Batı’lıların “fixed mindset” dedikleri donmuş bir zihniyet problemi had safhadadır ve tabii ki kurucu metinlere yaklaşım keyfiyeti açısından bilgi üretme ve düşünce sistematiğini oluşturan metodoloji problemi inkar edilemez bir gerçeklik olarak ortada durmaktadır. Bütün bunların üzerine koyabileceğiniz adeta yemeğe ekilen tuz biber misali bir fetva problemimiz de vardır.
Makalenin son cümlesini şimdiden söyleyeyim: İman, ahlak, zihniyet ve metodoloji problemleri büyük ölçüde çözülmediği müddetçe fetva problemi de çözülmeyecektir. Zira bunlar birbirlerine ince sicimlerle kopmaz bir şekilde bağlı konulardır. Büyük ölçüde dedim çünkü bunların tamamen çözülmesi eşyanın tabiatına, insanın fıtratına aykırıdır. Dolayısıyla mümkün ama zor, hayır öyle değil, mümkün değildir. Bu noktada ideal ile realiteyi birbirine karıştırmamalı derim. Benim mümkün değil demem de bu nedenle şuurluca yapılmış rasyonel bir çıkarımdır. Müslümanların 14 asırlık tarihi de bunun şahididir.
Konunun izahına geçmeden önce okuyucunun zihninde sorduğu muhtemel “Neden bu konu ve neden şimdi?” sorularına kısaca cevap vereyim. İki sebep var. Birincisi, Türkiye’nin iflah olmaz ve olması da yakın bir gelecekte mümkün görünmeyen siyasi hayatta yalancının yamacısı, hırsızın yandaşcısı durumunda diyebileceğim devlet şeyhülislamlarının, parti müftülerinin her türlü yanlışı din ile meşrulaştırmak için verdikleri fetvalar. Belki şöyle demek daha doğru, yapılan yanlışlıklara dini kılıf bulup meşrulaştırma değil aksine dinin bir emri gibi sunma. Müstakil bir yazı ister bu son cümlem ama ben devam edeyim.
İsim vermeye gerek yok sanıyorum. Alimlerin sultanı olma yerine sultanların alimi olmayı bile isteye tercih etmiş öyle insanlar türedi ki insan “Nereden çıktı bunlar Allah aşkına?” demekten kendini alamıyor. Eskiden ruhu kara, vicdanı kara, muhakemesi kara ve belki cüzdanı kara birkaç insan örnek olarak gösterilirken şimdilerde bunlara adı sanı sözünü ettiğim fetvalarla duyulan birçok insan eklendi maalesef. Eskiden “Hırsızlık yolsuzluk değildir, devletin âli menfaatleri için şahsın, grubun hukuku feda edilebilir, iktidara zarar verecekse doğruları söylemek caiz değildir, dövize endeksli faiz mevduatları faiz değil hibedir,” gibi ne dinin ne usul ve füruu, ne fıkhın kaide ve hükümleri ne İlahi iradenin maksadı ne de insanların maslahatları ile örtüşen fetvalar akla gelirken şimdilerde bunlara da evet deyip nice ilavelerde bulunan bir çok yeni isimler katıldı. İsterseniz, “Ziraat Bakası Kur Korumalı TL Katılma Hesabı İcazet Belgesi” diye piyasaya sunulan ve içeriği itibariyle modern fetva şekli denilen evrakın altındaki imzalara bakın, ne demek istediğimi daha net anlayacaksınız.
“Sadece Türkiye mi?” diye aklınıza bir soru gelebilir burada. Elbette sadece Türkiye değil, İslam dünyasının her yeri için geçerli bu dediklerim. Ele alınan meseleler farklı olabilir ama değişmeyen gerçek dinin ruhu, insanların maslahatı ile örtüşmeyen fetva gerçeğidir. Hatta bunlar arasında öyleleri vardır ki bütün Müslümanlara dünyayı dar edecek boyutlara ulaşmıştır. Ayetullah Humeyni’nin Selman Rüşdi’nin katli, Yusuf Karadavi’nin intihar bombacılarına verdiği fetvaları hatırlayın. Taliban’ın yıktığı Buda heykelleri, 11 Eylül Amerika, 7 Temmuz Londra, 11 Mart Madrid saldırıları, IŞİD’in masum sivil insanları boğazlayarak öldürmesi ve alt alta sıralayabileceğimiz onlarca-yüzlerce vakıanın altında hep bu tür fetvalar vardır.
İkinci neden bana ulaşan ve cevap verme mevzuunda kayıtsız kalamadığım bir mesele. Yaşanan aile parçalanma sayısı ile mukayese edilecek olduğunda sayıları az dahi olsa toplumsal hayatta karşılığı olan bir durum bu. Ama benim bu meseleye bakış açım sayısal düzlemde değil. Çünkü son tahlilde söz konusu olan kadınıyla erkeğiyle ve çocuklarıyla insan hayatı. İnsan hayatının devrede olduğu meselelere sayısal gözlükle bakılmaz. Gerçi bir kişi öldüğünde insan ama binlerce insan olduğunda istatistiki rakamlar konuşur. Hatta bu düşünce Stalin’e ait bir söz olarak aktarılır malum. Şöyle der Stalin: “Bir insanın ölümü trajiktir, on insanın ölümü dramatiktir, bir milyon insanın ölümü ise sadece bir istatistiktir.”
Evet savaşlar başta olmak üzere trafik kazaları, iş kazaları, intiharlar vb. hadiselerin sebebiyet vermiş olduğu ölüm hadiselerine bu gözle bakılır. İstatistiki bağlamda ölen insanlar sadece bir rakamdır ama doğru mudur bu yaklaşım Allah aşkına? O rakamları oluşturanların her biri insan değil mi? Neyse sözü daha fazla uzatmadan konuyu söyleyeyim: Parçalanmış ailelerde kocanın ilk eşinden habersiz olarak imam nikahı ile yapmış olduğu ikinci evlilik. Gerekçe en genel manada insan fıtratı. Cinsellik başta olmak üzere hayatın tabii seyri içinde yalnızlığın dayanılmaz oluşu. Hayatın tüm zorluk ve kolaylığını birlikte götüreceğiniz bir eş zarureti.
3 veya 4 yazı olarak planladığım bu seride meseleyi önce fetva ve onun fonksiyonları istikametinde genel olarak değerlendirecek ardından da spesifik olarak ikinci hususa cevap olabilecek düşüncelerimi aktaracağım.
Fetva, hayatta karşılaştığımız herhangi bir problemin dini değerlere, ilkelere, kurallara uygun bir şekilde müftüler tarafından getirilmiş çözüm şekline denir.
Kaldığım yerden devam edeceğim inşallah.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***