Dış İlişkiler Konseyi Başkanı Richard Haass, TÜSİAD Küresel Siyaset Forumu tarafından düzenlenen “Dünya, ABD ve Türkiye” Webinarında Prof. Dr. Evren Balta ve Akademik Danışma Kurulu Üyesi Soli Özel’in sorularını yanıtladı.
Son dönemde Türkiye ve ABD arasında yaşanan gerilimlerin kalıcı ve arzu edilen bir konu olmadığını ifade eden Haass, sorunun çözümünün Ankara’ya bağlı olduğunu ifade ederek ” Mesele şu acaba bu mevcut Türk hükümetiyle değişebilir mi? Bu Türk Hükümeti’nin vereceği bir karar. Sonuçta Türk hükümeti bunu yapmaya istekli mi? Aslında, dürüst olarak, yüzlerce, binlerce bireyden bahsetmiyoruz. Tek bir kişiden bahsediyoruz. Siyasi meshebinize göre tek bir kişi üzerinde çok üst seviyede takdir hakkını kullanması söz konusu. Türkiye’de tek bir kişide çok fazla otorite var” şeklinde konuştu.
Türkiye ve ABD’nin bölgesel ilişkilerini de ele alan Haass, ABD’nin bir Kürt devletini desteklemediğinin altını çizerek ” ABD-Türkiye’nin bir sürü başka konuları da var. Bu ilişkilerin toplamı değil, umuyorum başka şeyler de buluruz” diye konuştu. Haass ayrıca Türkiye ve ABD ilişkileri arasındaki esas zorluğa ilişkin olarak ise “Her zaman anlaşmazlık olur, Kıbrıs konusunda, Kürt konusunda başka meselelerde. Bazen anlaşmazlığa düşeceğiz ancak bu zaten müttefikliği, müttefiklik yapan şey. Yani her şeye rağmen anlaşmazlık alanlarının, işbirliğini önlememesi, ortak çıkarları bozmaması. Sanıyorum Türkiye ve ABD’nin asıl zorluğu burada” ifadelerini kullandı.
Haass, ABD’nin son 10-20 yılda askeri anlamda gücünü kullanmada eskisi kadar istekli olmadığını ifade ederek, ABD dış politikasında askeri mevcudiyetle var olma konusunda isteksiz olduğunu belirtti. Rusya’nın ise bu konuda daha istekli olduğuna dikkat çeken Haass “Sadece kapasiteyle ilgili değil bu, biraz da iradeyle ilgili ve Sayın Putin’inde irade gösterdiğini görüyoruz” dedi.
Richard Haass’ın konuşmasında öne çıkanlar şöyle:
“Kutuplaşma, ABD’de hiç bu kadar ön plana çıkmamıştı”
Amerikan gücünden bahsediyorsunuz, ABD’nin gücünden. Son 10-20 yıldır. Güç dediğimiz zaman hem relatif açıdan hem mutlak açıdan bakmamız gerekiyor aslında. Mutlak açıdan baktığımız zaman ABD ekonomisi büyüdü. İnovasyon gerçekten çok etkileyici bir şekilde gelişiyor. Askeri açısından çok daha güç kazandığını söyleyebiliriz. Geçmişe kıyasla. Burada Amerika gücüyle ilgili sadece kapasite değildir mesele. Bir yandan da kullanma iradesi ve istekliliği. ABD kendi gücünü hayata geçirmek istiyor mu? Burada kocaman bir soru işareti var. İki sebepten dolayı hepimizin de fark ettiği ve bildiği gibi aslında farklı bölünmeler söz konusu. Geçen yıl 6 Ocak’ta da bu çok ciddi bir manifestasyonla ortaya çıktı. Tabii ki siyasetin her alanında ve her ülkenin siyasetinde böyle bölünmeler olabilir. Türkiye’de de ABD’de de kutuplaşmalar olabilir. Ama kutuplaşma ABD’de hiç bu kadar ön planda olmamıştı, karakteristlik özelliklerinde bu yoktur aslında.
“ABD, askeri mevcudiyet anlamında artık daha isteksiz”
George W. Bush’tan beri ABD’nin gücünü kullanma konusunda hafif bir düşüş olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle Irak sonrasında ve Afganistan’daki gelişmeler sonrasında. Tarihçiler bunu yazacaklardır; bir açılım politikası söz konusuydu. Özellikle bu iki ülkede çok fazla şey yapmaya çalıştık farklı açılardan. Aynı zamanda Libya’da Obama döneminde de yaşananları gördük ve baktığımız zamanda özellikle Orta Doğu’nun genelinde tepki olduğunu görüyoruz açılımla ilgili olarak. Belki yeterince açılım yapılamadı ya da kısıtlamalar oldu denilebilir ama genel anlamda daha az bir isteklilik söz konusu ABD’nin yoğun bir şekilde sahada askeri olarak mevcudiyetini ortaya koymasında. ABD dış politikasının o evresi kapandı. Artık daha az isteklilik söz konusu.
“Çok daha becerikli, daha kapasiteli bir Çin görüyoruz”
Görece gücüne baktığımızda ise bu daha komplike son 10-20 yılda aslında burada Çin’in gelişimi ve büyümesi devam etti. Çin’in kapasitesi ekonomik olarak artık daha fazla. Bu ekonomik dönüşümü aslında daha diplomatik aktiviteyle birleştiriyor ve askeri gücünü artırarak ortaya koyuyor. Tek yol tek kuşak projesiyle ve Güney Çin Denizi’ndeki faaliyetlerini artırmasıyla, Tayvan’da yaşanan gelişmeler var bir kaç gün önce Çin menşeili uçakların getirdiği gelişmeler var. Bir de çok daha baskılayıcı oldu hem siyasetçiler tarafından hem de ekonomi açısından, yani ekonomideki devletin mevcudiyeti ve gücü arttı. Ve baktığımızda çok daha becerikli, daha kapasiteli bir Çin görüyoruz. İnsanların umut ettiği aksine. Aslında Çin 20 yıl önce Dünya Ticaret Örgütü’ne katılır, daha açık daha liberal bir Çin olur diye bekliyordu ama tam tersi oldu.
“Rusya gücünü kullanma konusunda daha istekli”
Bu açıdan ABD’nin görece gücüne bakıldığında hesap daha komplike hale geldi. Neden? Çünkü Çin farklı bir yönde ve herkesin beklentisi dışında farklı bir yönde gelişti. Daha güçlü olmasa da Rusya var ancak Rusya’ya bakıldığında, gücünü çok daha kullanmaya istekli olduğunu görüyoruz. Bunu Gürcistan’da, Ukrayna’da Kırım’da gördük. Sadece kapasiteyle ilgili değil bu, biraz da iradeyle ilgili ve Sayın Putin’inde irade gösterdiğini görüyoruz.
ABD öyle bir dünya hareket alanına sahip ki, çok ciddi büyük güçlerin rekabeti söz konusu. Bu çok aşina olunan bir şey ve komplikasyonları getiriyor beraberinde ABD için. Ve Türkiye orta düzey güç seviyesinde tanımlandırılabilir. Özellikle Ortadoğu’da İran ve Türkiye ortaya çıkıyor. ABD’nin sadece Çin ve Rusya gibi büyük güçlerle değil, Türkiye ve İran gibi orta düzey güçlerle de ilişkilerini düzenlemesi gerekiyor.
“ABD, Ukrayna’ya Rus işgalini durduramaz ama bedelini azaltabilir”
Biden hükümet iyi yaptı. Çok eleştirdim Afganistan’ı. Kalmalıydık, kalabilirdik de. Yararıyla ölçerseniz bunun bedeli de o kadar büyük olmazdı. Bence hata yaptık. Şubat 2021’de anlaşma yaptı Taliban’la bence tabii bu yanlıştı. Çok dağınık bıraktık maalesef Afganistan’ı. Ama bence Ukrayna iyi gidiyor. Hükümet 4 şey yaptı. Bir tanesi, askeri desteğini ve diğer desteklerini artırdı Ukrayna’da ama doğrudan ABD askeri müdahalesinde bulunmadı. Tabii ki Rus askeri işgalini durduramaz ama bedelini azaltabilir işgalin. İkincisi NATO’yu güçlendireceğiz dedik. Ve ‘sayın Putin Ukrayna’yı işgal ederseniz, ödeyeceğiniz bedellerinden biri sınırınıza daha yakın daha çok NATO birlikleri olacak dedik’ üçüncüsü ekonomik yaptırımlar olacak Rusya’ya karşı. Dördüncüsü şimdi Avrupa’nın Rusya’ya olan enerji bağımlılığını azaltmanın yollarını arıyoruz. Bu da iyi bir şey. Ama bunların hepsi aynı zamanda diplomatik bir opsiyon da içeriyor aynı zamanda Sayın Putin’e. Yani bu önceden kapatılmış, bitirilmiş bir diplomatik aranjman değil. Sayın Putin’in askeri müdahalesinin veya siber müdahalesinin maliyeti. Ayrıca isterse çıkması içinde bir yol gösteriyoruz. Putin bu krizi kendisi üretti. Kimsenin Ukrayna’yı NATO’ya alacak değildi. Bunu hiçbir zaman gündemde görmüyorum zaten yakın bir tarihte. Gündemde olmalı mıydı Bükreş’in kararı 2008’de mesela buna katılmıyorum bence bu yola girmekle hata yapıldı.
“Almanya’nın davranışı hayal kırıklığı”
Sayın Putin bir kaç ay önce uyanıp ‘bunu halledeyim hadi’ dedi. Pek objektif değildi ama heralde bir fırsat gördü bunu yapmak için. Ama bence fırsatı yanlış değerlendirdi. Ülkemizin içindeki bölünmeyi gördü, Afganistan’ı gördü. Belki olmayan bir fırsat var sandı. Belki de yanlış okudu ABD’yi diyebiliriz.
Almanya’nın davranışı biraz hayal kırıklığı. Çok değişik bir görüşü var Rusya konusunda bir çok sebepten ötürü. Kısmen enerji bağımlılığı, kısmen de tarihsel açıdan. Daha önceki Almanya Başbakanı’nın ve hükümetin nükleer gücü kaldırma kararı yanlıştı bence. iklim konusunda Rusya konusunda iyi bir karar değildi, tersine çevireceği de yok ama şunu hatırlatıyor bize aynı sayfada değiliz. Askeri gücün kullanımı konusunda Rusya’yla ilişkiler konusunda. Almanya müttefik evet ama daha öncede hep barışcıl bir politika isterdi Rusya konusunda. Bence Sayın Putin’de Almanya’nın ABD’yle tamamen aynı sayfada olmadığının o da farkında. Belki bu şekilde kendine bir avantaj bulmaya çalışabilir Almanya ve diğer komşularıyla.
“Avrupa 200 milyar dolar savunmaya harcayabilir ama sonuç 200 milyar dolarlık savunma yetkinliği olmuyor”
Ben stratejik özerkliğe çok inanmam Avrupa için. Belki çok popüler bir kelime ama ciddi biçimde olduğunu düşünmüyorum. İlk olarak Avrupa’yı tek bir kolektif jeopolitik varlık olarak göremeyiz dış ilişkiler söz konusu olduğunda. Değişik görüşler var ama Avrupa savunmasına bakın. Bütün savunma harcamasına bakarsanız inanılmaz bir rakam. Sorun şu her ülkenin kendi ulusal savunma bütçesi var. Ve inanılmaz örtüşme alanları var, uzmanlaşma eksik. Yani Avrupa 200 milyar dolar savunmaya harcayabilir ama sonuç 200 milyar dolarlık savunma yetkinliği olmuyor. Paranın büyük kısmı ulusal olarak harcanıyor, stratejik olarak Avrupa diye harcanmıyor. Keşke daha fazla Avrupa yaklaşımı olsaydı dış politika savunmasına, maalesef yok, olacağını da sanmıyorum. Bir de Avrupa çok büyük ve çeşitli değil. Avrupa’da Rusya’ya yakın olanlarla, uzak olanların görüşleri farklı. Ayrıca inanılmaz politik bir aralık da söz konusu mesela Macaristan’ın liberal olup olmaması konusunda ya da Türkiye ve başka ülkeler konusunda. Yani Avrupa politik olarak çok farklı, stratejik görünümler olarak, işbirlikleri açısından, savunmaya para harcama arzusu farklı. Kolektif bir savunma çabası yok üzgünüm.
Türkiye bir aracı olamaz. Bunu majör bir hata olarak görüyorum. Ne zaman bir müttefik aracılık yapmaya çalışsa başka bir büyük güçle ABD arasında bu gün ışığına çıktığında tamamen bir gerilime sürtüşmeye sebep oluyor. Ya Türkiye ya da başka biri görüşleri varsa paylaşabilirler ama ben kesinlikle emin değilim. Bay Macron ya da diğerlerinin gidip de Alman hükümetiyle oturup da Ruslarla yapılacak görüşmeleri planlamaları potansiyel olarak tehlike içermekte. Çünkü Rusya tek tek bizi alır, belli ülkelere belli şeyler yapar ve bir anlamda Batı’da ittifak ya da birlik kalmaz o yüzden yardımcı olacağını düşünmüyorum.
“Türkiye’de tek bir kişide çok fazla otorite var”
‘Türkiye bir müttefik olabilir ama partner olamaz’ demiştim. Evet partnerlik kalitatif bir ölçüye sahiptir. Bunu da kabul etmek gerekiyor. Bu ilişki evet hukuki bir boyutta olabilir ama içerik olarak bakmak gerekiyor. Bizim çok fazla ve birlikte yaptığımız bir şey yok. Bu üst düzey bir kesişme örtüşme ya da güven söz konusu değil. Kalıcı mı bu? Değil. Kesinlikle kalıcı olması gerekmiyor. Mesele şu acaba bu mevcut Türk hükümetiyle değişebilir mi? Bu Türk hükümetinin vereceği bir karar. Sonuçta Türk hükümeti bunu yapmaya istekli mi? Aslında, dürüst olarak, yüzlerce, binlerce bireyden bahsetmiyoruz. Tek bir kişiden bahsediyoruz. Siyasi meshebinize göre tek bir kişi üzerinde çok üst seviyede takdir hakkını kullanması söz konusu. Türkiye’nin çıkarları ve bunu nasıl koruyacağıyla ilgili hamleler söz konusu olduğunda. Türkiye’nin orta doğudaki politikasında, mültecilerle ilgili duruşu, Hamas’la olan ilişkisi yani elindeki kozları böyle kullandı. Başka şekilde kullanabilir miydi? Olabilirdi tabii ki. Son 24 saatte bakıldığında yine değişiklikler olduğunu görüyoruz. Tek bir kişide çok fazla otorite var. Ben şuna inanıyorum sonuçta ABD-Türkiye ilişkilerinin bu şekilde gelişmesi aslında, ABD dış politikasındaki değişimlerden ziyade, Türkiye’nin son onlarca yıldaki dış politikadaki değişikliğinden kaynaklanıyor. Yani tartışılabilir tabii ama daha ziyade reaktif bir mod söz konusu. Türkiye de stratejik duruşunu yeniden tanımlamış durumda. O yüzden bu noktadayız.
“Son 10 yıldır ABD-Türkiye arası mesafe arttı, bu arzu edilen bir şey değil”
Hem mevcut liderlik de değişir mi yoksa beklemek mi gerekiyor. Belki Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan sonra onu takip edecek olan yöneticilerle farklı bir dış politika istikameti takip edilebilir ve belli alanlara yaklaşılabilir ve ABD’ye daha yakın olunabilir. Tabii ki bu da memnuniyetle yaklaşılır. Şunu söylemek istiyorum; sabah herhangi biri kalkıp da ABD açısından mevcut ilişkiler ideal seviyede diyecek birisi yok bence. Bunu kutlayan bundan dolayı mutlu olan kimsenin olduğunu sanmıyorum ama sonuçta hayatın bir cilvesi, gerçeği diye bakıyorlar buna. Son 10 yıldır ABD-Türkiye arası mesafe arttı. Bu arzu edilen ve kalıcı bir şey değil ama değişim Ankara’dan gelmeli diye düşünüyorum. Evet bazı boyutlarda kendimizi buna uyarladık ama bu kalıcı olacak diye bir şey yok. Türkiye açısından da bunun ideal olmadığının Türkler tarafından da anlaşıldığını görmeyi dört gözle bekliyorum.
“ABD, bir Kürt devletine destek vermiyor”
ABD ve Türkiye yıllarca Kürt meselesi üzerinden farklılıklarını iyi yönettiler. ABD, bir Kürt devletine destek vermiyor. orta doğuda olan bitenle ilişkimize bakarsak zaten ABD-Türkiye’nin bir sürü başka konuları da var. Bu ilişkilerin toplamı değil, umuyorum başka şeyler de buluruz. Anlaşabileceğimiz başka şeyler var. Yakın bir ilişkinin parçası, müttefiklik, ortaklık adına ne derseniz deyin. Anlaşacak alanlar bulursunuz ve anlaşmazlıklarınızı yönetmeyi öğrenirsiniz. ABD-Türk ilişkilerinin amacı gerçekçi bir şekilde anlaşmazlıkları eliminize edemez. Her zaman anlaşmazlık olur, Kıbrıs konusunda, Kürt konusunda başka meselelerde. Bazen anlaşmazlığa düşeceğiz ancak bu zaten müttefikliği, müttefiklik yapan şey. Yani her şeye rağmen anlaşmazlık alanlarının, işbirliğini önlememesi, ortak çıkarları bozmaması. Sanıyorum Türkiye ve ABD’nin asıl zorluğu burada.”
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***