İktidar esas gücünü muhaliflerinin kendilerine dair meşruiyet duygusunu parçalamakla, tek tek avlamakla elde etti. Bunca troll ordusu, bunca yandaş medya, bunca algı yaratma araçları iktidara muhalefet edenlerin kendilerini gayrimeşru görüp mukabelede bulunma iradesinden yoksun kalması için oluşturuldu. Kimsenin kimseye sahip çıkamadığı bir ortam yaratıldıktan sonra iktidar için her yol dikensiz.
İktidarın bu silahına karşı en büyük kalkan, tüm baskılara rağmen kendi haklılığından ve meşruiyetinden şüphe duymamak. Dikkat edin, iktidarın hapse bile atsa baş edemedikleri sadece meşruiyet duygusunu teslim etmeyenler.
Yıllar önce yazdığı bir şiir bahane edilerek yeni bir av olarak seçilen Sezen Aksu, iktidar tehdidine verdiği yanıtla meşruiyetinden şüphe duymadığını gösterdiği anda iktidarın saldırı gücünü kırdı. Hem de tek başına ve sadece sözle! Böylece kendisini sahiplenmekten korkanlara muhalefetin vermesi beklenen cesareti yine kendisi, zeki bir “avcılık” dersiyle verdi.
İktidar cenahının Sezen Aksu’dan beklediği tek şey, küçük bile olsa “yanlış anlaşıldım” ifadesiydi. Sezen Aksu bunu yapsa, pekâlâ iktidarın “şefkatiyle” karşılaşacağını öngörecek kadar güç ilişkileri stratejisi bilgisine sahip bir kadın. Ama teslim olma karşısında verilecek şefkat, şiddetin etkisini derinleştirir, kurtuluşu, özgürlüğü imkânsızlaştırır.
Nitekim Eva Lundgren “Şiddetin Normalleştirilme Süreci” kitabında diyor ki, “Şefkat gösterme acı verme ile beraber kullanıldığında işkencenin etkisi artar. Acı ortadan kalktığında kurbanda kendini adama duygusu yaratır ve işkenceci, kurbanın direnme, rahatlama, anlayış, yiyecek ve içecek gibi ihtiyaçlarını karşılar… Şiddetin etkisi, şiddet, yakınlık ve şefkat dönüşümlü olarak kullanıldığında çoğalır.”
Ayrıca Sezen Aksu’nun kendi kelamının arkasında durmaması, iktidara bir kez daha meşruiyetin hudutlarını belirleme kudreti tanıyacaktı ki, Aksu’nun av seçilmesinin temel nedenlerinden birinin de bu olduğu görülüyor.
Fakat “teslim bayrağı” çekmesi için en üst düzeyde tehdit edilen Sezen Aksu bunu yapmayarak iktidarın kendisine yönelttiği namluyu eğmek için ürkek muhalefetin, sindirilmiş kitlelerin desteğinin de şart olmadığını, tek başına bir bireyin bile meşruiyetinden şüphe duymamasının devasa bir güç olduğunu hatırlattı.
Zaten Sezen Aksu’yu cesur kılan şey arkasında milyonların olduğuna dair yanılsama değil, tek başına da olsa meşruiyet duygusunun ona ziyadesiyle güç verdiğini bilmesi. İnsanı güçlünün karşısında ayakta tutan en büyük güç meşruiyet duygusudur.
Bu açıdan belki muhalefetin de Sezen Aksu’dan alacağı dersler var.
Çünkü iktidarın meşruiyet duygu ve bilgisini elinden aldığı kitlelerde bu duyguyu tekrar ortaya çıkaracak ve onların meşruiyet duygusunu sahiplenecek olan muhalefet ürkek bir temkinle meseleleri geçiştirmeye odaklanıyor. Bu “temkini” muhafazakâr oyları kaybetmeme kaygısı olarak yorumlayanlar var ama mesele o kadar da masum görünmüyor.
Muhalefetteki temkinin arkasında sözümona bir tedbir (“iktidarın provokasyonlarına gelmeme”) tedbirin arkasında ise temrin, yani iktidar tarafından sürekli tekrarlanarak ezberletilmiş bir alışkanlık yatıyor.
İktidar sadece destekçilerini değil, yaptığı baskıları, haksızlıkları, zulmü görmezden gelenleri de “dövmeyerek” ödüllendiriyor ve bunun üzerinden bir görmezden gelme alışkanlığı yaratıyor. Fakat bu alışkanlığı kırması beklenen muhalefet de baskıları, tehditleri görmezden gelme, geçiştirme eğiliminde. Hareketsiz kalan avın avlanmayacağına dair inanç insanı, siyaseti Stockholm Sendromu’na götürür.
“Nefret söylemi gücünü söyleyenden çok destekleyenlerden alır” diyen AKP Sözcüsü Ömer Çelik’in tespiti tam da muhalefetin yapması gereken tespit. Çünkü bu tespit sadece nefret söylemi için değil, gücü elinde bulunduranların her türden gözdağı ve tehditlerinin etkisi açısından da geçerli. İktidar başından beri farkında olduğu bu bilgiyle kendisine muhalif kesimleri bölüp yalnızlaştırarak, başkasına sahip çıkanı ezip çıkmayana şefkat göstererek sindirme yoluna gitti.
AKP şimdiye kadar esas gücünü kendisinden değil, destekçilerinden, ama bir o kadar da yaptıklarına seyirci kalanlardan alıyordu. Başkasına yapılana seyirci kalan muhalefet de buna dâhil. Hem de hâlâ!
Ama şartlar değişiyor.
Dışarıdan gelen parayla yaratılan borca dayalı zenginlik üzerinden palazlanan orta sınıflar, hatta sadakaya razı edilmiş alt sınıflar şimdiye kadar iktidarın hak, hukuk, adalet karşıtı tüm uygulamalarını ya açıktan destekleyerek veya bunlara en ufak bir itiraz sesi yükseltmeyerek sürdürülebilir kıldı. Ama bu kesimler da artık kuru ekmeğe muhtaç hale getirildiği için şartlar değişti.
Ekonomik krizin orta sınıfı alt sınıfa, alt sınıfları da uçuruma doğru iteklediği şartlarda iktidarın şimdiye kadar “gücünü destekleyenden alan” hamlelerinin kaynağı da, “dini” veya “milli” hassasiyetler adı altında yürüttüğü operasyonların zemini de tükeniyor. Buna mukabil muhalefetin önemli bir kısmı hâlâ iktidarın bu zaafının ya idrakine varmadı veya bunu politik hamlelere tahvil etme alışkanlığına sahip değil.
O yüzden belki de muhalefetin iktidarın gazabına uğrayan sanatçılara, gazetecilere, yazarlara, muhaliflere ciddiyetle sahip çıkmasını beklemek için hâlâ erken. Çünkü başta CHP olmak üzere merkez muhalefetin stratejisi, iktidar ne yaparsa yapsın “oyuna gelmemek” için ya sessiz kalmak veya baskıyı zaman zaman ti’ye alarak geçiştirmek. Oysa oyunun kendisi, muhalefetin “oyuna gelmemesi” üzerine kurulu.
Erdoğan’ın Sezen Aksu’ya yönelik hedef gösterici açıklamasına Kılıçdaroğlu’nun yanıtını, benzer olaylar karşısında gösterdiği tepkinin özeti olarak koyalım: “Onbinlerce trolüne her türlü küfrü ettirir, sonra deyim paylaştı diye gazeteciye gece yarısı baskını yaptırır. Camide sanatçının dilini kopartacağını söyler. Kendisi uzun zamandır yok hükmünde olduğu için, gündem yaratma peşinde. Buralara kadar düştü zavallı.”
Her kararı kanun hükmünde olan Erdoğan mı yok hükmünde? Muktediri yok sayayım derken her türlü uygulamasını sıradanlaştırmak mı muhalefet?
Aslında muhalefet iktidarın baskı ve yıldırma politikalarını “gündem yaratma çabası” olarak gördükçe, ezilenlerin, hedef gösterilenlerin kendi limanına yanaşmasını da öteliyor.
Başta CHP olmak üzere muhalefet, iktidar nazarında gayrimeşru görünen ama tıpkı Sezen Aksu gibi meşru ve bunu gösterebildikleri anda iktidarın hareket kabiliyetini ortadan kaldırabilecek olan ezilenlerin kendi limanına yanaşmasının, aleyhte bir meşruiyet sorunu yaratmasından korkuyorsa, büyük bir yanılgı içindedir.
“Temkin siyasetiyle”, “umursamazlık” taktiğiyle zaman kazandığını zannedenler, tam tersine, zemin kaybediyor olabilir.
Erdoğan’ın tepkisi karşısında Sezen Aksu ile Kılıçdaroğlu’nun “umursamazlığı” arasında da çok çarpıcı bir fark var. Elbette son dönem performansı kitleler nazarında takdirle karşılanan Kılıçdaroğlu, “yok hükmünde” görerek ti’ye aldığı Erdoğan’ın hamlelerinin kitleler üzerinde nasıl bir etki yarattığını, dahası bu “umursamazlığının” kendisi açısından nasıl bir imaj yarattığını değerlendiriyordur.
Fakat Sezen Aksu’nunki gibi, karşısındaki gücü ve tehdidi ciddiye alarak gösterilen “umursamazlığın” kitleler üzerinde çok daha büyük etki yarattığı anlaşılıyor. Muktediri “ti’ye alma” dili iyi kurgulanmayınca tam tersi sonuçlar yaratabiliyor.
Ayrıca günlerdir tehdit altında tutulan bir sanatçı tek başına çıkıp meşruiyetinin gücünü gösterirken, arkasında milyonlarca seçmen, devasa parti kadroları, dokunulmazlık zırhı vs, olan muhalefet liderlerinin tehdidin inkârına, sinik bir umursamazlığa meyletmesi kitlelerde heyecan değil, sahipsizlik duygusu yaratıyor.
Dahası, iktidarın “doğal yollardan” zayıflaması karşısında özgüven kazanan muhalefet liderleri giderek egosantrik bir sinizme kapılarak “ses etmezsek, yanıt vermezsek kendiliğinden gider” eğilimini de ezbere dönüştürüyor.
Oysa Sezen Aksu avcıdan kaçarak değil, onun karşısına çıkarak kurtulacağını hatırlatıyor. Belki de muhalefetin bu “küçük” olaydan büyük ders çıkarıp çıkarmaması büyük avın, “seçimlerin” nihayetini belirleyecek.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***