Tutkunun, itirafın ve otobiyografinin edebiyat haline gelişinin eşsiz bir örneğidir Marguerite Duras. (Onu sevenlerin dediği gibi, yazının devamında MD diyeceğim.) Herkesin kendi tutkusuyla baş başa kaldığı bir yalnızlık korosudur MD. O yalnızlığın içinde derin bir özgürlük, ait olduğu zamanın akrep ve yelkovanıyla çatışmalı bir hâl vardır. Yaşamla ancak, eserlerinde özyaşamını sanatsal olarak ifade edebildiğinde barışır. İflah olmaz bir aşka tutkunluğun, birey olmakta sebat etmenin dört boyutlu hâlidir MD.
“Gerçekliğin sözde doğruluğu” ilgilendirmez onu. Eserlerinde sessizlik, tutku gibi, adeta bir başkarakterdir ve sıklıkla metinlerinde yazılı, “bir sessizlik” olarak araya uzun susuşlar bırakır. Sessizlik doğal, hakiki bir ifadedir MD edebiyatında. Devamlılık göstermeyen sıçramalarla okuru farklı bir sıcaklığa davet eder. Tutkulu bir MD okuruysanız, onun kendi bakışını dünyaya yansıtan bir yazar olduğunu bilirsiniz. Entelektüelizm dayatmalarına, zamanının kabul gören sanat akımlarına tek kişilik bir başkaldırıdır zihni, dili, varlığı, dünyası…
Zamansızdır bu yüzden. Onu içsel zamanla “anlamanın” yerine “sezmenin” mümkün olduğu sinematografik dili, sözle ve sessizlikle paralel bir ifade biçimidir. Dişil ve eril yanlarını sahiplenmiş, yaşamının sonuna dek özgürlüğüne ve elbette yalnızlığına sarılmış, yaşadığı tarihlerde, Avrupa’da, toplumsal olayların içinde bizzat bulunmuş ilginç bir varlıktır. Fransalı olmasıyla birlikte Fransa’nın sömürge ülkesi Vietnam- Saygon’da 1914’de doğup büyümüştür, savaşları, 1968’i, yükselen Komünist Parti’yi, Sartre’ları, yeni dalga ekolünü görmüştür ama “onların içinde olup onlardan olmama”, birey olmakta ısrar etme kuralını da iliklerinde hissetmiştir. Bu yüzden eserleriyle biriciktir MD.
Duras denince akla gelen, filme çekilmiş Hiroshima Mon Amour ve Sevgili dışında da eşsiz bir külliyatı var MD’nin: Yeni Bir Şarkı, (Çev: Murat Erşen) da onlardan biri, tutkuyu, tutkuya rağmen bir arada olamayışı anlatan oyunu. Yeni Bir Şarkı, devletten kültür ödeneği alamasa da enfes sanat yönetimiyle önemli bir sanat kurumu olan Moda Sahnesi’nde, 2019 güz sezonunda perde açmıştı. MD tutkunu bir okur olarak, ha bugün ha yarın derken araya pandemi kapanması da girince oyunu ancak bu hafta izleyebildim. Moda Sahnesi’nin pandemi koşullarına göre yenilenmiş havalandırma sisteminin seyirciye güvenlikli bir seyir sağladığının altını çizmek isterim. Oyun öncesi anonsun hem Türkçe hem Kürtçe yapılmasının da.
Yeni Bir Şarkı’da; Melis Birkan ve Caner Cindoruk, geçmişte büyük kavgalarla bir arada yaşamış, boşandıkları gün bir otelde buluşmuş bir kadın ve erkeği oynuyorlar. Kemal Aydoğan’ın, karakterlerin içte yangın yeriyken dışta buz dağı gözükme hâllerini vurgulayan rejisi, Bengi Günay’ın seyirci olarak yerlerimize oturduğumuz anda bizi sarmalayan otel salonunda, yaşanmışlık göstergesi olan çok boyutlu sahne tasarımı, İrfan Varlı’nın kırmızı, mavi, beyaz ışık tasarımı, Gamze Saraçoğlu’nun Paris şıklığının hakkını veren kostüm tasarımı ile metne, bütünlüğe hizmet eden, etkileyici bir harmoni oluşturuyor.
Paris’te bir otelin salonundayız. Üç yıldır ayrı yaşayan Anne Marie ile Michel’in uzun zaman sonra ilk ve muhtemelen son buluşması boşanma mahkemesinin sonrası, gece… Her an gidecekmiş gibidir Anne Marie. Michel ise yıllardır ondan haber alamamanın ve hazır karşısında bulmuşken onunla ilgili hissettiklerini söylemenin, konuşmanın peşindedir.
Diyaloğa başladıklarında, bitmiş bir aşkın serinliği ile buluşma sonucunda hatırlanan tutkunun ateşi karşımızdadır artık. Evlilikleri süresince Anne Marie, romantik kimliğini, özgürlüğünü, varoluşunu koruyabilmek için Michel’in haberi olmadan tek kişilik varoluş anları yaşamıştır. Arabasına atlayıp bir koruda ağaçların arasında tek başına kaybolmuş, başka bir zaman tek başına at yarışlarını izlemeye gitmiş, yine başka bir zamanda, tek başına barda, evdeyken sevmem diyerek içmediği viski eşliğinde barmenle sohbet etmiş, dahası bundan keyif almıştır. Onu ancak izlemekle yetinen Michel, korkunç bir duygunun, adını koymakta zorlandığı bir acının esiridir artık. Aldatılmayı, ateşli bir arzuyla tutkun olduğu kadının tek başına VAR olmasına, bundan mutluluk duymasına tercih eden bir erkektir o.
Acı çeken taraf Michel gibi gözükse de, (hep böyle değil midir, “haklı olan bağırmaz” yazısız kuralı…) birliktelikleri süresince kendini yok etme teşebbüsünde bulunan ve bunu Michel’den gizleyen, ortak tanıdıklarından, bu teşebbüsü ona duyurmamalarını isteyen Anne Marie’dir.
Evlilikleri boyunca, işine tutkun, binalar yapan Michel’i, işinden de kıskanmıştır tercüman Anne Marie. Orada “ele geçmeyen”, kendinden bağımsız bir diğer tutku vardır çünkü. Sitemlerin geçmişe döndüğü, canlanmış ölü anıların bombardımanında zırhını kuşanmış bir kadınla bir erkeğin, aşkın ilk zamanlarına tutkun iç dökümlerini izliyoruz sahnede. Bir farkla: Kadın hiçbir şeyi, hiç kimseyi suçlamazken, Erkek, ısrarla bir suçlu arar. “Benden gizli gittiğin koruda, barda, at yarışlarında nasıl o kadar mutluydun? Neden yanında başka bir erkek yoktu?” der gibidir. Anlamıyordur. Evlilik cenderesinde, herkesinki gibi bir ev, hiçbir şeyden yoksun olmayan, ailelerin onayıyla mutlu olmaları gereken bir ev… Neden mutlu olamamışlardı? Kavgalarının, Michel’in Anne Marie’yi ve Anne Marie’nin de kendisini öldürmeyi isteyecek kadar tutkulu, ‘tutkuyla sevdiği’ o kadının tek başına mutlu olmasına anlam veremiyordur Michel.
MD’nin büyüklüğü, gösterdikleri/söylediklerinden çok gizledikleri ve sustuklarındadır. Onun bu örtük açıklığını, sakınmasızca kendini eserlerinde yansılamasını, “sanatçının eserleri ve selfanalizi” başlığıyla yazmak istiyorum ileride. Sevdiğim, anladığım yazarların, müzisyenlerin, tiyatrocuların genellikle yaşamlarında alkolün ve uyarıcı maddelerin eşliğinde muhteşem bir “özyıkım” var. Hangisi sahici, sanat mı hayat mı ikilemi, “yaşadığı gibi yazdı” anahtar cümlesi ile zihnimde yankılanır hep.
“Sanatın bir biçimde kadınsılaştırılmasını hedeflemek kadınların büyük bir hatasıdır. Böyle bir özellik yaratarak, kendi düşüncelerinin erimini sınırlandırıyorlar” der MD, Somut Yaşam’da. (Çev: Bertan Onaran, Yüzyıl Yayınları). MD’nin bu boyuttan yok olduğu 1996 yılına kadar, henüz bugünkü gender tartışmaları, radikal feminizm ile queer tartışması yokken androjen bir noktadan eserler üretmesi önemli. Hayat gibi… Haşin, hırçın, zarif, zayıf ve güçlü. Ne sadece dişil ne sadece eril, hem dişil hem eril. Kötü yoksa iyi diye bir kavram da yoktur. Her şeyin zıtlığı kendi varlığı demektir.
Yeni Bir Şarkı, tutkunun değerini bilip de aşka gereken saygıyı gündelik olmanın sıradanlığına değişmeyenlerin şarkısı. Aşkı hatırlayanların şarkısı.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***