Türkiye Barolar Birliği’nin 36. Genel Kurulu’nda başkanlığa seçilen Erinç Sağkan, başkanlığı döneminde yeni bir yönetim anlayışını yaşama geçireceklerini belirterek, “Birliği yönetmeye değil, birlikte yönetmeye talip olduk” dedi.
Geçen yıl yasalaşan “çoklu baro” uygulamasının baroları “siyaseten ayrıştırmaya dönük bir proje” olarak nitelendiren Sağkan, bu konuda TBB olarak bir yasal düzenleme çalışması başlatacaklarını ve Meclis’ten geçmesi için tüm üyeleriyle baskı unsuru oluşturacaklarını ifade etti.
Ankara Barosu başkanıyken TBB’nin 36. Genel Kurulu’nda başkan seçilen Sağkan, 8,5 yıllık Metin Feyzioğlu dönemine son verdi.
Sağkan’ın başkan seçilmesi başta muhalefet partileri olmak üzere geniş bir kesimde destek bulurken, iktidar cephesi sessiz kalmayı tercih etti.
Muhalif kesimlerde Sağkan’ın TBB seçimini kazanmasını, “iktidar değişimi”nin işareti olarak da yorumlayanlar oldu.
“Genel kurul değişimden yana oy kullandı”
Erinç Sağkan, hakkında yapılan bu yorumlar, TBB’de nasıl bir yönetim hedeflediği ve yaşama geçirmeyi düşündüğü projelerine ilişkin BBC Türkçe’nin sorularını yanıtladı:
– TBB Başkanı seçilmeniz, muhalefet partilerinde adeta “bayram havası” yarattı. Aslında bir hukuk örgütüsünüz ama siyaseten de anlamlar yüklendi. Genel Kurul’da sizce nasıl bir mesaj verildi?
Aslında Türkiye Barolar Birliği’nin 36. Olağan Genel Kurulu değişimden yana oy kullandı. Çünkü 8,5 yıllık geçmişi olan bir iktidara karşı aday olmuştuk, söylemimiz de eylemimiz de farklıydı.
Bu değişim sadece bir olgunun ortaya konulması değil, hem önceki dönemin yaptıklarının ve yapmadıklarının değerlendirilmesi hem de bu tarihi süreçte yaşanan birçok olayın birlikte değerlendirilmesiyle bir somut olguya dönüşebiliyor.
Özellikle geçtiğimiz son 4,5 yıllık, önceki birlik başkanımızın ikinci dönemi olarak adlandırdığımız dönemde, TBB’nin temel insan hak ve özgürlükleri noktasındaki haksız müdahalelere sesini çıkarmadığı ve vatandaşın ifade özgürlüğü, adil yargılanma hakkı başta olmak üzere bu konularda yaşanan hak ihlallerine karşı tepkisiz bir görüntüsü olduğu gerçeği ön plana çıktı.
Aynı zamanda avukatların da müvekkillerinin işlediği iddia edilen fiillerle özdeşleştirilerek hedef gösterildiği, tutuklandığı, gözaltına alındığı süreçte de TBB’nin etkin bir tavrı ortaya koymaması da eklendiğinde, TBB’nin geçtiğimiz son dönemi itibariyle hem bir meslek örgütü olarak meslektaşının yanında olmadığı hem de Avukatlık Kanunu’nun kendisine verdiği görevleri yerine getirme noktasında da hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığını savunmak, insan haklarını korumak ve bu kavramalara işlerlik kazandırılması noktasındaki görevini yerine getirmemesi aslında bu değişim noktasında değerlendirmeye esas alınan unsurlar olarak ortaya çıktı.
“Bakana ulaşma sorunumuz yok, sorunlara çözüm bulma problemimiz var”
– Aslında TBB’nin birtakım yasal düzenlemeler yapılırken de iktidarla, Adalet Bakanı ile çalışma gibi bir durumunuz var. Sizi iktidar kanadından arayıp kutlayan oldu mu, Adalet Bakanı aradı mı örneğin?
Evet. Adalet Bakanı aradı beni seçimden sonra, kutladı. Zaten Ankara Barosu seçimimizden sonra da aramıştı Bakan Bey. Genel Kurul’dan sonra da aradı.
Tabii bizim yasaların hazırlanma süreci, avukatların sorunları gibi unsurlarda en önde muhatap olmamız gereken yer Adalet Bakanlığı ve Hukuk Politikaları Kurulu olmalı. Bizim bu anlamda bürokratik olarak da muhatabımız olacak kurumlar olarak bu sistem içinde yer alıyor. Bu anlamda Bakan beyin tavrını olumlu buluyorum. Biz Ankara Barosu’ndaki dönemimizde de her zaman telefon açtığımızda randevu alıp dertlerimizi anlatabildik.
Buradaki ana sorun ise dertlerimizi anlattıktan sonra sonuca ulaşmakta zorlanıyor olmamız. Biz ulaşmakta problem yaşamadık fakat sorunların çözümü noktasında problem yaşıyoruz.
– Peki siz TBB olarak yeni dönemde iletişim kanallarını açmak için ne tür adımlar atmayı düşünüyorsunuz?
Biz sonuç olarak bakanlığa hem avukatların meslek sorunlarını, ekonomik sorunlarını, stajyer avukatların kamu avukatlarının dertlerini, genel olarak mesleğimizin büromuzdan adımımızı atıp döndüğümüz ana kadar olan sorunlarımızı aktarıyoruz.
Bunların başında da son dönemde maalesef avukata yönelik şiddet olaylarının artması var. Tabii bizim muhatabımız olan makamlara bunları iletip aynı zamanda çözüm yöntemlerimizi de sunuyoruz.
Ama Meclis’ten yasalaşma noktasında gerekli iradenin ortaya konulmadığı bir süreci yaşadık. Aynı zamanda Adalet Bakanlığı’nın da bazı bürokratik düzenlemelerle çözüme kavuşturabileceği unsurlarda da bugüne kadar bizler maalesef somut bir adım göremedik.
Aslında 81 baronun tamamen karşı çıktığı bir düzenleme Meclis’ten geçti.
TBMM, son dönemde artık kanun yapma noktasındaki o milletin meclisi olmanın getirdiği sorumluluğu maalesef yerine getirmiyor. Çoklu baroyu kastediyorum.
Avukatlarla ilgili bir düzenlemede bırakın avukatlara sormayı, avukatların meslek örgütü olan baroların tamamının karşı çıkmasına rağmen bir dayatmayla “hayır biz daha iyi biliriz” noktasında bir bakış açısıyla bunu çıkardıklarını gördük geçtiğimiz dönemde. Aynı zamanda birçok hukuki konuda çalışma yapılırken baroların görüşünün alınmadığı bir süreci yaşıyoruz. Aslında cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle birlikte yargının, o daha çok denge denetleme fren mekanizmasının daha etkin olması gereken bir noktada maalesef yargının da bağımsızlığını ve tarafsızlığını büyük oranda yitirmiş olması nedeniyle yapılan hatalara dur diyebilecek bir mekanizma da kalmadığı bir süreci yaşamaktayız.
– Son yıllarda adli yıl açılış törenleri tartışma konusu oldu. Özellikle Cumhurbaşkanlığı Yerleşkesi’nde yapılan adli yıl açılışına Ankara Barosu Başkanı’yken “Adil yargılanma hakkının yok sayıldığı ülkede adli yılı kutlayamıyoruz” diye katılmamıştınız. TBB Başkanı olarak bundan sonraki tavrınız ne olacak, katılacak mısınız?
Aslında bu sorun 2019’da net olarak yaşandı. O dönem Külliye’de yapılacak olan adli yıl açılışı için barolara davet gitmişti.
Biz de bir açıklama ile o davete gitmeyeceğimizi açıklamıştık. Çünkü aynı zamanda Cumhurbaşkanı’nın yürütmenin başını da temsil ettiği bir noktada mekansal olarak o görüntünün içerisinde bulunmanın yargı bağımsızlığına ve kuvvetler ayrılığı ilkesine simgesel de olsa ciddi anlamda zarar vereceği gerekçesiyle katılmamıştık.
O dönem 50’nin üstünde baro bu noktada tavır ortaya koymuştur. Bizler uyarıcı rolümüzü yerine getirirken, aynı yanlışın içine de kendimizi sokmamalıyız. Ancak gelinen süreçte bu yıl adli yıl açılış töreni Yargıtay’ın yeni yerleşkesinde yapıldı.
Çünkü bu açılış töreninin ev sahibi Yargıtay’dır ve Yargıtay artık yeni yerleşkesi içinde bu açılış törenlerini organize ediyor. O sebeple biz önümüzdeki dönem Yargıtay’ın kendi binasındaki adli yıl açılışına muhakkak katılacağız TBB olarak.
Ancak burada başta savunma mesleğinin sorunları olmak üzere hukuk devleti noktasında yaşanan olumsuzlukları, hukukun üstünlüğü, insan hakları problemleri ve en önemlisi yargı bağımsızlığı sorununu dile getirmek, bizlerin en başta görevi ve sorumluluğudur.
“Birlikte yönetim: Her 6 ayda bir delegelerle toplantılar yapacağız”
– TBB’nin yeni döneminde nasıl bir yönetim anlayışını benimseyeceksiniz, öncelikleriniz neler olacak?
Biz buraya seçilirken, “Birliği yönetmeye değil, birlikte yönetmeye talibiz” demiştik. Aslında ilk günden itibaren de kendi yönetim anlayışımıza bu felsefeyi yerleştirdik.
Çünkü tek bir kişi veya küçük bir zümre tarafından yapılan yönetim anlayışlarının büyük zararlara sebebiyet verdiğini deneyimlediğimiz örneklerle maalesef ki görüyoruz.
Bu sebeple büyük bir çatı altında tüm baroların buranın yönetiminde söz sahibi olacağı bir sistem kurguladık.
Ve çok sık aralıklarla baro başkanları toplantısı ile bir o kadar önemli olacak şekilde her 6 ayda bir tüm delegelerle toplantılar yapılacağını ifade ettik.
İlk yönetim kurulu toplantımızda da Haziran ayında delegelerle yapacağımız toplantının tarihini belirleyerek, tüm baro başkanları ve delegelerimize ilettik.
Yani biz şeffaf ve etkin birlikte yönetim tarzından bahsederken bunun somut yansımasını da bu şekilde ortaya koyduk.
Eleştiriden kaçmayacağız.
Her 6 ayda bir aslında TBB Birliği Genel Kurulu yapacağız artık. Ve o 6 aylık sürecimizin delegeler tarafından değerlendirilmesini, eleştirilmesini ve ortak akılla yürütülecek bir süreci kurgulamayı planlıyoruz.
Tabii TBB’nin temelde iki görevi var; birincisi meslek örgütü olması sıfatıyla savunma mesleğinin, avukatların sorunlarına çözüm yöntemleri geliştirmek.
Bir diğeri de yine yasadan kaynaklanan, yargı bağımsızlığı hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını korumak.
Önceliğimiz meslek örgütü olarak ciddi anlamda kan kaybeden ve yok olma noktasına gelen ekonomik bir kaosun içerisinde, itibarını kaybetme noktasında ciddi sorunlar yaşayan bir mesleğin örgütüyüz.
Bu anlamda avukatların bırakın asgari ücret düzeyinde çalışmak zorunda kalmalarını, artık iş bulamadıkları, işsiz bir hukukçu ordusunun yaratıldığı bir sistemin içerisindeyiz.
O sebeple ciddi anlamda bir Avukatlık Kanunu değişikliği ihtiyacı hasıl olmuştur. Tüm barolarımızla birlikte meslektaşlarımızın da görüşünü alarak bu ihtiyaçları giderecek hem ekonomik sorunlarımıza çare olacak hem de savunmanın bağımsızlığını net olarak hissettirecek, aynı zamanda delil toplama yetkisinden diğer hususlara kadar birçok konuyu düzenleyecek iyi bir Avukatlık Kanunu çalışıp hayata geçirmek önceliklerimizden olacak.
Bunun yanında ikinci görev tanımımız olan hukukun üstünlüğünü sağlamak için ” üstünlerin hukuku”nun değil, gerçekten hukukun üstün olması için artık çok daha etkin bir TBB olacak.
“Suçsuzluğunuzu ispat etmek zorunda bırakılmak acı bir şey”
– Diyanet İşleri Başkanlığı’nın eşcinseller ve nikahsız yaşayanlarla ilgili verdiği hutbeye yönelik Ankara Barosu olarak yaptığınız açıklama nedeniyle hakkınızda dava açıldı ve Çarşamba günü de ilk duruşma yapıldı. Şimdiye kadar hep savunman olarak görev üstlenmişken, sanık sandalyesine oturunca neler hissettiniz?
Ben 21 yıllık avukatım, hayatımda başka bir iş yapma düşüncem olmamıştı.
O salonların katılan müşteki vekilliği tarafında hem de sanık müdafiliği tarafında avukat olarak görev yaptım. Hayatımda ilk kez sanık koltuğunda oturdum.
Suçsuzluğunuzu ispat etmek zorunda bırakılmak çok acı bir şey. Aslında biz bugüne kadar birçok yargılamada müvekkillerimiz açısından bunu hissettik ve onların suçsuzluğunu ispat etmek zorunda kaldıkları tarihsel süreçler yaşadık.
Bu sefer kendim aynı noktadaydım ve bana yardımcı olan savunma grubum vardı. 10 yıl AİHM yargıcı olarak görev yapan Rıza Türmen ilk kez avukatlık cübbesi giyerek bizim savunmamızda yer aldı.
Devrim Güngör hocamız, Bülent Yücetürk meslektaşım savunma ekibindeydi, çok sayıda baro başkanı ve temsilcisi davada bizleri yalnız bırakmadılar.
Suçsuzluğumu ispat etme yükü üzerimdeydi.
Çünkü şöyle bir iddianame ile karşı karşıyayız, Diyanet İşleri Başkanı’nın açıklaması, Ankara Barosu’nun açıklaması ve hukuk terminolojisinde ilk defa duyduğum “kül halinde hakaret edildiği” şeklinde bir ibareyle cezalandırılmamız isteniyor.
Yani Ankara Barosu’nun açıklamasında hangi kelimenin hakaret teşkil ettiği, hangi cümlenin Diyanet İşleri Başkanı’nın onuruna, şerefine, haysiyetine dönük olduğu suçun maddi manevi unsurların hangi noktalardan oluşup oluşmadığına ilişkin hiçbir değerlendirmenin olmadığı bir iddianameyle kendinizi savunmanız da zor oluyor.
Çünkü suçlandığınız konu belli değil. Açıklamanın tümünün kül halinde hakaret olduğu söyleniyor ama tabii bu Ceza Muhakemesi Kanunu’na aykırı iddianame.
Çünkü kişinin neyle suçlandığının somut olarak belirtilmesi gerekiyor ki savunma hakkını etkin bir şekilde kullansın.
Hangi ibarenin hakaret teşkil ettiğine ilişkin bir belirleme olmadığından dolayı tüm açıklamanın hakaret teşkil etmediğini açıklamak zorunda kaldık.
Başa dönecek olursak aslında burada Diyanet İşleri Başkanı’nın açıklamasının hikmeti nedir dedikten sonraki kısmına ilişkin olarak, eşcinselleri ve nikahsız yaşayanları hastalık taşıyıcı olmakla suçladığı ve kamuoyunun önünde hedef gösterdiği Cuma hutbesindeki konuşmadan bahsediyoruz.
Bu açıklama geçen yıl pandeminin en ağır olduğu, tüm Türkiye’de hayatın durduğu, korkunun, paniğin en üst seviyede olduğu noktada eşcinselleri ve yaşam tarzlarından dolayı nikahsız yaşayanları kamuoyu önüne hastalık taşıyıcısı olarak atıyorsunuz, aynı zamanda bu insanlarla da mücadele etmeye davet ediyorsunuz.
Bu söylem açıkça bir nefret söylemidir dedik ve Ankara Barosu olarak kanundan kaynaklanan görevimiz gereğince suç duyurusunda bulunduk. Aynı zamanda bu tür nefret söyleminin tekrar yapılmaması için de kamuoyunu bilgilendirdik.
– Sizin suç duyurunuzun akıbeti ne oldu?
Suç duyurumuzla ilgili hemen bir takipsizlik kararı çıktı ve kesinleşti.
Biz kendi adımıza yasal görevimizi yerine getirdik. Ancak devamında Ankara Barosu’nun açıklaması manipüle edilerek bir linç kampanyasına dönüştürüldü ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı baskı altında kalarak bir soruşturma başlattı, dini değerleri aşağılama suçlamasıyla…
Tabii bağımsız bir yargının olmadığı bir yerde, bir şekilde kovuşturmaya dönüşeceğini biliyorduk.
Dini değerleri aşağılamaktan dolayı bir kamu davası açılması mümkün olmadığı için döndü dolaşıldı konu kamu görevlisine hakaret suçundan bir iddianameye döndü.
Aslında “sesi çağlar öncesinden gelen şahıs” dediğimiz için eleştiri aldık. Bu eleştiri manipüle edilen bir kısımdı.
Bizim açımızdan bu konu çok net, çünkü aynı yazının içinde bir “cadı avı” metaforu var.
Şunu çok iyi biliyoruz ki cadı avı Salem’deki o cadı mahkemeleri ve kadınların cadı diye yakılmaları süreci Ortaçağ Batı dünyasında yaşanan trajedilerdir, bizim coğrafyamıza ait değildir.
Fakat bu tür nefret söylemlerinin Ortaçağ’da nelere sebebiyet verdiğini bir metaforla anlatmak istedik.
Bu da bizim ifade hürriyeti kapsamında yöntem olarak kullandığımız bir olgudan ibarettir. Kendimi orada yargılanıyor hissetmiyorum, bu tarihi bir süreçti ve herkes bu süreçte bazı makamları işgal ederken yaptıkları ve yapmadıklarıyla bundan sonraki süreçte anılacak.
Biz saldırının kimden geldiğine bakmaksızın Ankara Barosu’ndayken hak savunuculuğu rolünü yerine getirdik. TBB de aynı anlayışla devam edecek.
– Çoklu baro demokratikleşme iddiasıyla yaşama geçirildi. Sonuçları itibariyle böyle bir katkı sağladı mı, TBB olarak sizin çoklu baro sistemine karşı tutumunuz ne olacak?
Hiçbir demokratik kazanım getirmediğini yaşayarak gördük. 54 bine yakın üyesi olan İstanbul’da çok zor iki no’lu baro kurulabildi; o baronun da hukuk sistemimize olumlu bir katkısını göremedim.
Ankara’da kamu avukatlarına yoğun baskı ve mobbing yapıldığı bir süreç yaşadık.
Kamudaki sözleşmeli avukatların ise sözleşmelerinin feshedildiği veya bazı yerlerde dosya gönderilmeyerek işsiz bırakıldığı bir sürecin sonucunda, 1,5 yılın bitimine müteakip iki no’lu baro daha yeni genel kurulunu yapabildi.
Aslında çoklu baro yapılanması, meslek örgütümüze bir şey kazandırmadığı gibi siyaseten ayrıştırmaya dönük bir proje olarak ortaya çıktı.
Ankara’daki iki no’lu baronun kurucular kurulundaki bir meslektaşımızı, bir siyasi parti liderinden talimat aldıklarının sosyal medyadan açıkça paylaştığı bir süreci zaten beraber yaşadık.
Bu numaralı baroların siyasi yapılanmalar olduğu gizlenmedi.
Ne Türk hukuk sistemine, ne demokratik laik, sosyal, hukuk devletine hiçbir katkısı olmayan bir yasa çalışması meslektaşların da açıkça direnişiyle karşılandı aslında.
“Ne yapacağız?”, TBB’nin 36. Genel Kurulu’nda ortaya konulan bir soru.
Genel Kurul, en yüksek karar merci olarak TBB yönetimine çoklu baro yasasının ortadan kaldırılması için çalışma yapma konusunda görev ve sorumluluk yükledi.
Benim gördüğüm kadarıyla İstanbul iki no’lu baronun dört delegesi dışında hazır bulunan delegelerin tamamı olumlu yönde oy kullandı.
Haliyle büyük bir genel kurul sonucu, tarafımıza verilen görev ve yetki var.
Bu konuda TBB hemen harekete geçerek bir yasa çalışması hazırlayacak.
Bu yasanın Meclis’ten geçmesi için de TBB, baskı unsuru olma özelliğini tüm barolarla birlikte 150 bin avukatının örgütlü gücüyle ortaya koyacak.
– Bir de Ankara’daki ikinci baronun kuruluşu ile ilgili iddialar var, aslında kuruluş yeterliliğini sağlayamadığı halde, TBB’nin yeterlilik onayı verildiği yönünde. Siz de Ankara Barosu olarak dava açtınız, şimdi de TBB olarak davalı gibi bir konumdasınız? Bu sorunu çözmek için nasıl bir yöntem izleyeceksiniz?
Ankara Barosu olarak o dönem açtığımız dava, TBB’nin yapması gereken etkili incelemeyi yapmadığı, peşinen kuruluş yetkisi belgesinin verilmesinin doğru olmadığı gerekçesiyle açtığımız bir dava.
Bugün TBB’de artık kuruluş genel kurulu için sunulan belgelerin ve altındaki imzaların Avukatlık Kanunu’na ve yönetmeliğe uygun olup olmadığını değerlendirebileceğimiz bir pozisyonda bulunuyoruz.
Bu sebeple bu araştırmalar, TBB tarafından yapılıyor.
Bu noktada belirleyici unsurlar, Ankara Barosu olarak açtığımız davada o zaman kısıtlı bilgiyle ulaştığımız unsurlarla örtüşüyorsa, tabii ki TBB bu noktada idare olarak yanlış gördüğü işlemini geri almak dahil gerekli tasarrufu zaten yasal olarak yapmak zorundadır.
Bir usulsüzlük tespit edilmesi halinde TBB her türlü yasal yollara başvurmak durumundadır.
– Kadına şiddet sorunlardan birisi. Kadına şiddet, LGBTİ bireyler ve diğer dezavantajlı grupların haklarını savunmaya dönük bir çalışmanız var mı, yeni bir mekanizma oluşturulması gündeminizde mi?
Ankara Barosu’ndan bu konuda ciddi bir pratiğimiz var.
Ankara Barosu adalete erişmede dezavantajlı gruplar olmak üzere hak savunuculuğu noktasında kurul komisyon ve merkezleri ile nitelikli avukatların gerçekten etkili faaliyet sürdürdükleri ve mağdurun yanında yer alan hak savunucusu baro olarak ortada duruyor.
Bu noktada bizim de oradan getirdiğimiz kadın hakları ihlallerinde harekete geçen Gelincik Merkezi ve kadın hakları merkezi, mülteci hakları merkezi, çocuk hakları merkezi, doğa ve çevre hakları merkezi, LGBTİ hakları gibi çok sayıda merkezi olan bir baro Ankara Barosu.
TBB’ye bu tecrübemizi yansıtacağız.
Bunun yöntemi olarak da elimizdeki nitelikli avukat gücünü il barolarının komisyon ve merkezlerinin kapasitesini artırma noktasında kullanmak daha doğru yöntem olarak ortaya çıkıyor.
Bu sebeple önceliğimizin, il barolarının daha etkin şekilde hak mücadelesini sürdürmesi için onların kapasitelerinin artmasına destek sağlamak yükümlülüğü olduğunu düşünüyorum.
Tabii ki hak ihlallerinde il barosunun yanında o mücadeleye katkı sunacak TBB merkezlerinin yapılandırılmasının da kıymetli olacağı inancındayım.
“TBB gözlemci bulunduracak”
– Avrupa Konseyi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş kararlarını uygulamadığı gerekçesiyle Türkiye’ye yönelik yaptırım sürecini başlattı. Sizin bu davalarla ilgili tutumunuz ne olacak, TBB olarak bu davaları izleyecek misiniz?
Bu tür siyasetin etkisinde yürüyen yargılama tipleri ülkemizin uluslararası arenada bir hukuk devleti olmaktan uzaklaştığı noktasındaki tespitle birlikte başta ekonomimiz olmak üzere her yere sirayet eden bir alana işaret ediyor.
Yabancı yatırımcıların ülkemizden uzaklaşması da dahil olmak üzere yargının bağımsızlığını yitirdiği görüntüsü hayatımızın her alanına sirayet ediyor.
Bu anlamda normlar hiyerarşisine en üst noktada olan uluslararası sözleşmede, yani Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde imzamız olmasına rağmen AİHM’den çıkan kararların uygulanmıyor oluşu, paralel dava dosyaları yürütülerek bir nevi bu kararların pasifize ediliyor olması bu kararların, sonuç olarak Avrupa Konseyi’nden ikinci ihlal kararıyla sonuçlandı ve bunun nereye gittiğini de her birimiz biliyoruz.
O sebeple TBB’nin yargının bağımsız olması noktasında etkin faaliyet yürüterek bu tür davalarda mutlaka gözlemci bulundurması, burada yaşanan hak ihlallerinin başta adil yargılanma hakkı ve savunma hakkının kısıtlanması olmak üzerine hak ihlallerinin ciddi anlamda tespit edilerek raporlanması ve bu raporların ilk olarak kamuoyuyla paylaşılması, Meclis’te gidip bunun anlatılmasını, bu noktada bir kamuoyu yaratılmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu sebeple bahsettiğiniz bu tarz yargılamalarda artık TBB, yargılananın kim olduğuna bakmaksızın yargı bağımsızlığının sağlanması noktasında etkin bir tavrı, duruşu sergileyecek.
KAYNAK: BBC TÜRKÇE – AYŞE SAYIN
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***