Kendim başta olmak üzere küçük ailemizin bireylerini alaya almak en hoşlandığım şeydir. İnsan başkalarına yapamayacağı şakaları yakınlarına daha rahat yapar, şakayla karışık alaylarına onların gülüp geçeceğini bilir çünkü. Galiba beni bu konuda teşvik eden şey buydu. Nitekim, Ev (1946-1954) adlı, (İletişim, 2004), çocukluğumu konu alan otobiyografik kitabımda, babamla hafiften olsa da, annem ve Turgay ağabeyimle epeyce dalga geçmiştim. Örneğin, lise yıllarında, üç kişinin koştuğu yarışmada üçüncülük madalyası almakla tatmin olmadığı için boksa merak salıp, Ankara’da oturduğumuz “çukur ev” adlı evin bahçesine kocaman bir boks torbası koyan ve o şişman boks eldivenleriyle her gün torbayı döven ağabeyimin günün birinde eve mosmor bir gözle geldiğini anlatmıştım. Meğer boks antrenörüne sinirlenip biraz sertçe bir yumruk atmış ve karşılığında da gözüne yumruğu yemiş. Alın biz ufaklıklar (küçük ağabeyim Can ve ben) için günlerce sürecek bir alay konusu.
Arnavutköy’de oturduğumuz dönemde, o sırada artık Anadolu’da Nahiye Müdürü olarak görev yapmakta olan Turgay ağabeyim izinli olarak İstanbul’dayken eve yine morarmış bir gözle dönmüştü. “Ne oldu?” diye sorduğumuzda “gözümün üstüne düştüm” diye fizik kurallarına biraz zorlayan bir yanıt vermişti de Can’la birlikte yerlere yatmıştık gülmekten. Meğer, Arnavutköy Parkı’nın önünden geçerken parkta kartopu oynayan kızlara “oh oh ne güzel kartopu oynuyorsunuz” diye “laf atmak” sayılabilecek bir laf ettiği için kızların akrabası olan bir gencin saldırısına uğramış. Ağabeyimizi teselli etmek yerine ona gülmemiz gerçekten sorumsuz çocuk sululuğundan başka bir şey değildi.
Bu uzunca girişi neden yaptım? Son zamanlarda gazete okurken gözüme çarpan bazı yazılar ya da televizyon kanallarında tesadüfen takıldığım bazı “tartışma” programları bana “sol gösterip sağ vurmak” denilen, bokstan alınma bir siyasi “taktiği” fazlasıyla hatırlatır oldu. Bunu hatırlayınca da, içimizde boksla en fazla ilgilenmiş Turgay ağabeyime ilişkin komik anılar canlandı belleğimde.
Nasıl bir taktiktir “sol gösterip sağ vurmak”? Şöyle: Niyetiniz hükümeti savunan sağ bir konumda mevzilenmektir ama bunu, kendinizi hükümet karşıtı ve sol bir konumda göstererek yapmak istiyorsunuzdur. Son günlerden bir örnek verecek olursam, size TÜSİAD adlı işveren teşkilatının hükümetin ekonomik politikalarını hedef alan bildirisi konusundaki fikriniz sorulmuştur. Aslında hükümet yanlısınızdır ve TÜSİAD’ın bu bildirisine Tayyip Erdoğan kadar bozulmuşsunuzdur. Ne yaparsınız? Ortaya TÜSİAD’ın kimsenin inkâr edemeyeceği kirli tarihini getirirsiniz. TÜSİAD’ın bir “patronlar kulübü” olarak geçmişte, örneğin 12 Eylül’de cuntacıları nasıl desteklediğini söylersiniz vb vb. Bu örgüt hakkında söyledikleriniz, belki bugünkü TÜSİAD yöneticilerinin bile inkâr edemeyeceği gerçeklerdir.
Diyelim ki bu konuda yaptığınız 4 dakikalık konuşmanızı bu ve buna benzer şeylerle doldurur ve sonuçta hükümetin bugünkü ekonomik politikasıyla ilgili hiçbir şey söylemediğiniz gibi, TÜSİAD’ın bugüne ilişkin yaptığı eleştirileri gözden düşürüverirsiniz. TÜSİAD zaten “damgalı eşek” gibi ortalıkta dolaşan, gerçekten patronların örgütüdür. Ona ne kadar vursanız hiç kimsenin itirazı olmayacağı gibi, solun da hiçbir itirazı olmayacaktır. İşte “sol gösterip sağ vurmanın” en beliğ örneklerinden biridir bu. Gösterdiğiniz sol aparkat, vuracağınız sağ kroşenin gizlenmesine hizmet etmiştir.
Geçmişte bu taktiği, demokrasi adına AKP iktidarına destek veren “liberal” arkadaşlar da (kendilerini hedef almak gibi bir niyetim yok, sadece bugüne ilişkin bir duruma örnek verdiğimi düşünsünler lütfen) o zamanlar bol bol kullanmışlardı. “Vesayet rejimini” hedef alır gibi gözüken “sol” kroşelerini sallarken, AKP iktidarını destekleyen sağ direklerini AKP muhaliflerinin gözüne gözüne indiriverirlerdi.
Günümüzde HDP’ye karşı da aynı taktiğin sık sık kullanılmakta olduğunu görüyoruz. Örneğin, bugün en sağcı ve kıyamcı, Kürt bölgelerinde en baskıcı politikacıların takipçisi bakanlar bile, meclis kürsüsünden, “dağa kaçırılan çocukların” savunucusu pozlarında HDP sıralarına, “Kürtler sizden nefret ediyor” diye haykırırken, “sol gösterip sağ vurma” taktiğini hiç de yabana atmadıklarını gösteriyorlar.
Bu arada, “sol gösterip sağ vurma” taktiğinin ideolojik ve kültürel alandaki en iyi örneğinin, 1990’larda, yaklaşmakta olan AKP iktidarının kültürel atmosferini oluşturmak üzere buldozer gibi yol açma görevini üstlenmiş, Alev Alatlı’nın Or’da Kimse Var mı? başlığı altındaki dörtlüsü olduğunu da belirtmeden geçmeyeyim.
Örnekler sayfalarca uzatılabilir ama daha fazla uzatmak istemiyorum. Solcular ve muhalifler için üzerinde durulması gereken hassas nokta, genel geçer doğruların siyasi amaçla kullanılıp kullanılmadığına dikkat etmeleri gerektiğidir. Siyaset alanı aldatmalar ve savaş hileleri ile doludur. Siyasetin kültürel geri planı öyle. Karşıtlarımızın ettiği lafları hangi amaçla kullandıklarını iyi tahlil etmeli, daha da önemlisi, yanı başımızda dost gibi görünen bazılarının aslında dost olmadığını bilmeli ve bir kuruluş ya da kişi veya topluluk ya da örneğin yıllarca önce ölmüş Tevfik Fikret gibi şairler bile “intihal” suçlamasıyla karşıtlarımız tarafından hedef alınırken, onlara yönelik argümanların ne amaçla ileri sürüldüğünün üzerinde dikkatli bir şekilde durmalıyız.
Madem şakayla girdik yazıya şöyle bitirelim: Siyaset şaka kaldırmaz.
[email protected]
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***