İlahiyatçı yazar Ahmet Kurucan’ın TR724’te yayımlanan yazısı şöyle;
İsmail Sezgin ile yaptığı röportajda Ekrem Sevindik’in ağzından dinlemiş ve not almıştım. 2013’te 17/25 soruşturmaları sonrası, 2016’da meş’um ve mel’un askeri darbe kalkışması öncesi AKP iktidarının Cemaate karşı almış olduğu tavrın alabildiğine sertleştiği günlerde merhum babasının bir öğüdünü anlatıyordu. Antalya’da AKP canibinden dostlarının “Safını seç, ya Cemaat ya biz!” dedikleri günlerde bu durumu babası ile konuşmuş.
Emekli bir polis olan merhum babası da ona demiş ki: “Ne yapabilirler oğlum? Malını elinden alırlar. Başka? Hapse atarlar. Başka? İşkence yaparlar. Başka? Haydi diyelim öldürürler. Evet öldürebilirler ama ruhumuzu da elimizden alamazlar ya! Yarın ahirette Hocaefendi sana ‘Ben ne yaptım ki bana terörist dedin, terörist diyenlerle bir ve beraber oldun ve bana vurdun,’ derse ne diyeceksin? Eğer bu soruya cevabın varsa git onlarla beraber ol.”
“Fethullah Gülen zehirlendi, yanında kalanlardan birisi intihar etti” şeklindeki yalan haberlerinin ortalıklarda dolaştığı günlerde candan bir dostum, arkadaşım ve kardeşimle birlikte Hocaefendi’yi ziyaret ettiğimizde kendisine bakarken aklıma hep bu anekdot geldi nedense. Yeni Avrupa seyahatinden dönen birisinin Avrupa izlenimlerini anlattığı bir zeminde ara sıra söze giriyor ve memnuniyetini izhar ile birlikte yorum ve değerlendirmelerini kısa cümleler halinde dile getiriyordu ve ben hep bu anekdotun etkisi ile kendi içimde sorgulamalar yapıyor, tahayyüllerde bulunuyordum. “Terörist de ne?” demekten, mahkeme-i kübradaki yargılama sahnelerinden bir türlü kendimi kurtaramıyordum. “Bu şahsa terörist dediniz, sadece ona değil, ona sempati duyanlara da, yetmedi size muhalif olan herkese terörist dediniz, hani delilleriniz?” sorusuna ne cevap vereceklerini düşündüm durdum.
Mesela, Hocaefendi sözün akışı içinde “Müslümanların dertleri ile dertlenmeyen onlardan değildir” diyordu, ben ise zihnimde Ekrem Bey’in babasının sözlerinden mülhem “Bu adam mı terörist?” diye içimden geçiriyordum.
Hayatın tekaliflerinin kendisine ağır geldiğini ama şikayetçi olmadığı anlatırken asıl şikayetinin “Rabbime karşı kulluk vazifelerimi hakkıyla yerine getiremiyorum” olduğunu dillendiriyordu, ben yine içimden “Bu adam mı terörist?” diyenlerle hayali bir mahkemede hesaplaşıyordum.
“İnanan bir mümin için esas olan dinini milimi milimine yaşamaktır,” diyordu, ben aynı şekilde kendisine terörist diyenleri hayal dünyamda sorguluyor ve delilleriniz nelerdir diye sorular yöneltiyordum.
Söz döndü dolaştı, Türkiye’de hiç ardı arkası kesilmeyen operasyonlara geldi. Birisi “Mazlum, mağdur ve masumlara maddi yardım yapan kişilere yönelik yine bu sabah operasyon yapılmış, şu kadar insan göz altına alınmış” haberini verdi. Yüzüne baktım. O an üzüntü, hüzün, gam, keder, gözyaşı ve çaresizlik adeta heykel oldu, Hocaefendi diye göründü gözüme. Bir şey diyecek, diyecek ama demedi, belki de diyemedi. Yutkundu.
“Boğaz dokuz boğum” deyimi aklıma geldi. Şemsi Tebrizi’nin “Sözü süz de söyle, gönlü bulandırmasın. Sözü diz de söyle, kulağa inci diye takılsın. Sözü yüze söyle, gıybet olup utandırmasın” tembihatına kulak vermiş ve söyleyeceği sözünü süzüyordu anladığım kadarıyla. Ya da Yunus’a kulağını vermiş, “Söz ola kese savaşı, Söz ola kestire başı, Söz ola ağulu aşı, Yağ bal ile ede bir söz” mısralarından hareketle yağ ile bal edecek bir söz arayışı içine girmişti.
Bizim için saniyeler dakikalar gibi gelse de fazla uzun sürmedi düşünmesi. Ziya Paşa’dan bir beyit okudu: “Zâlimin şer-rişte-i ikbâlini bir âh keser, Mâni’-i rızk olanın rızkını Allâh keser.” Ser, baş demek, rişte de iplik. Manası açık, mazlumların, masumların, mağdurların âhı ipliğin başının kesilmesine vesile olur ve gün gelir rızka muhtaç hale gelir.
İsviçre’den, Almanya’dan gelen arkadaşların yaşadıkları yerlerden anlattıkları anekdotlarla zenginleşerek devam eden sohbetin sonuna gelmiştik. İkindi namazı kılınacak. Kalktık, abdest hazırlıkları için salondan ayrılırken ben hala hayal dünyamın beni sürüklediği yerlerde dolaşıyordum.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***