HABER YORUM | MUHSİN AHMET KARABAY
Şair, hikayeci, romancı Sabahattin Ali’yi ölüme götüren olay, ideolog yazar Nihal Atsız ile aralarında kavga yüzünden yeniden gündemde. Tartışmayı başlatan ise İYİ Parti lideri Meral Akşener’in, Nihal Atsız’ın ölüm yıldönümünde yaptığı paylaşım oldu.
Türk edebiyat tarihinde pek çok kavga var. En bilineni Mehmet Akif ile Tevfik Fikret çekişmesi olsa da Hüseyin Nihal Atsız ile Sabahattin Ali arasındaki kavganın sonu bir tarafın ölümü ile sonuçlanır.
Bu kavganın başlayışını ve boyutlarını paylaşmadan önce kavga nasıl tekrar güncel hale geldi onu hatırlatmakta fayda var. İYİ Parti lideri Meral Akşener, Nihal Atsız’ın (1905-1975) ölüm tarihi olan 11 Aralık’ta bir paylaşım yaptı:
“Hayatının bütün cephelerinde inandıklarını savunmaktan vazgeçmeyen, mücadelesini Türk milletine adayan, fikir dünyamızın ve edebiyatımızın büyük temsilcilerinden Hüseyin Nihal Atsız’ı saygı ve rahmetle anıyorum.”
Nihal Atsız, Türkçülük ideolojisinin Ziya Gökalp’ten sonraki en büyük ideoloğu olarak bilinir. Gökalp, Yeni Mecmua dergisi ile başlayan Türkçü düşünceleri ile Cumhuriyet’in kurucu kadrosuna ışık tutan isimler arasına girmişse, Atsız da başta Alparslan Türkeş’e ve sonraki Türkçülük ideolojisini benimseyenlere rehberlik etti.
HEP TÜRKÇÜ VE TURANCI OLARAK KALDI
Nihal Atsız, düşüncelerini kimi zaman şiir, kimi zaman roman, çoğu zaman da makalelerle ortaya koydu. İlk gençlik yıllarında benimsediği Türkçü ve Turancı ideolojisini hayatı boyunca sürdürdü.
1925’te Askeri Tıbbiye öğrencisi iken Arap asıllı bir teğmene selam vermeyi reddettiği için okuldan atıldı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne girişi bu olaydan sonra oldu.
15 Mayıs 1931’de çıkarmaya başladığı “Atsız Mecmua” uzun ömürlü olmadı ama Nihal Atsız’ın yayıncılık hayatı hiç bitmedi. Bunu birkaç kez açılıp kapanan “Orhun” ve sonrasında “Bozkurt” devam ettirdi. Sert ve sivri dili hep en büyük silahı oldu. 11 Aralık 1975’te vefat ettiğinde geride kitaplarla ve kavgalarla dolu bir hayat bıraktı.
Nihal Atsız, akranı sayılabilecek Sabahattin Ali ile (1907-1948) başlarda iyi ilişkiler içerisinde idi. Sabahattin Ali de gençliğinde Türkçülük ideolojisine sempati ile bakan bir yaklaşım içerisindeydi. İki edebiyatşinas arasında yazışmalar bile olur.
Sabahattin Ali’nin doğum yıldönümü dolayısıyla Yapı Kredi Bankası tarafından 1975 yılında yapılan sergide yer alan kartpostal bunu ortaya koyuyor. Atsız, 1939 yılında Almanya’dan Ankara’daki Sabahattin Ali’ye bu kartpostalı gönderiyor. Kavga döneminde yayınlanan “İçimizdeki Şeytanlar” kitabında da Atsız, nasıl tanıştıklarını ve geride kalan dostluklarını anlatır.
Kartpostal 7 Mart tarihini taşıyor. O tarihlerde henüz Almanya’da ve dünyada Hitler rüzgârı esiyor. Hitler’in Polonya’ya saldırıp II. Dünya Savaşı’nı başlatmasına (1 Eylül 1939) daha 6 ay var.
ALMANYA’YA GİDİŞİ ZİHİN DÜNYASINI ŞEKİLLENDİRDİ
Ancak Sabahattin Ali, daha Almanya’da eğitim için gittiği 1928’den sonra zihin dünyası daha çok komünist fikirlerle şekillendi. İki yılın sonunda Türkiye’ye döndüğünde bir süre Nihal Atsız ve onun arkadaşları olan Orhan Şaik Gökyay, Nihad Sami Banarlı, Pertev Naili Boratav gibi isimlerle kaldı.
Buradan ayrılıp Aydın’da Almanca öğretmenliğine başladığı sıralarda komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle hakkında soruşturma açıldı. Kısa süreli tutuklanıp serbest bırakıldıktan sonra bu kez Konya’ya atandı.
Burada okuduğu bir şiirle Atatürk’e hakaret ettiği gerekçesiyle 22 Aralık 1932’de tutuklandı.
Konya’dan Sinop Cezaevi’ne nakledildi. Bu cezaevinde yazdıkları toplumun bugün yakından tanıdığı şiirler oldu. “Aldırma gönül aldırma” nakaratı ile bestelenen ve Edip Akbayram’dan severek dinlenilen şarkı buradaki ortamın ürünü oldu.
Hapishane hayatı kolay değildi. Hapishaneden çıktıktan sonra yeniden atanmak için uğraştığı dönemde önüne hep Atatürk’e yazdığı şiir önüne konuldu. Önünde başka çıkar yol kalmadığını görünce Atatürk hakkında bu kez “Benim Aşkım” adında bir şiir yazdı. Şiiri, Varlık dergisinin 15 Ocak 1935 tarihli 13. sayısında yayınlandı. Atatürk’ten onay alınarak aynı yılın Mayıs ayında yeniden ataması yapıldı.
İlgi duyduğu ve bunu şiirlerle aktardığı birkaç kadına yaptığı evlilik teklifleri geri çevrildi. Aliye Hanımla 1935’de evlenip Ankara’ya yerleşti. Toplumcu fikirleri savunmasına rağmen gösterişli bir hayat yaşamayı seçmesinden dolayı eleştirildi.
1939’da yazdığı “İçimizdeki Şeytan” isimli eseri büyük tartışmalara neden oldu. İçimizdeki Şeytan’da Nihat karakterinin Nihal Atsız olduğu öne sürüldü. Kitap, Ulus gazetesinde 3 Nisan 1939’da tefrika edilmeye başlandı.
Nihal Atsız, kendisine yakıştırılan “Nihat” karakterinden çok rahatsız oldu. İkilinin araları bir daha düzelmemek üzere bozuldu. Atsız, buna cevap mahiyetinde yazdığı “İçimizdeki Şeytanlar”da Sabahattin Ali’yi yerden yere vurdu.
Sabahattin Ali’nin bir dönem Türk Ocakları’ndaki yıllarını, aslında soyunun Türk değil Müslümanlaşmış bir Rum olduğunu, yazdığı hikayelerde sapıklığı empoze etmeye çalıştığını öne sürdü.
Bununla da yetinmeyen Nihal Atsız, Orhun dergisinin 1 Mart 1944 tarihli sayısında “Başvekil Saraçoğlu Şükrü’ye Açık Mektup” diye bir makale yayınladı. Sabahattin Ali’nin ismini de sayarak, anayasaya göre ülkemizde komünizmin yasak olduğunu hatırlattı ve komünizmi getirmek isteyenlerin hain ve namert olduğunu yazdı.
Nihal Atsız, ikinci yayınladığı açık mektupta, “Bugün Maarif Vekâleti’ne bağlı Dil Kurumu azasından ve Ankara’daki Devlet Konservatuar’ı öğretmenlerinden bir Sabahattin Ali vardır. Hemen hemen bütün kendisini tanıyanların komünistliğini bildiği Sabahattin Ali” diye devam eden mektup, “Bu vatan haini Sabahattin Ali batırmak istediği Türk milletinin parasıyla rahatça yaşadığını” anlattı.
Sabahattin Ali, kendisine “vatan haini” diyen Nihal Atsız’ı mahkemeye verdi. Yargılama sonunda Nihal Atsız, 6 ay hapis ve 67 TL para cezasına çarptırıldı. Sonrasında ise ceza 4 aya indirildi ve tecil edildi.
Nihal Atsız‘ın daha sonra Türkiye’nin Almanya’yı bırakıp Müttefikler’le birlikte hareket etmesi sebebiyle devletle başı derde girdi. 1944’te Türkçüler Davası’nın en önemli sanıklarından biri olarak yargılandı.
1. Dünya Savaşı rüzgarlarının estiği ve Almanya’nın güçlü olduğu dönemde solcuları ezen Tek Parti rejimi, Almanya’nın mağlup olacağının belli olması ile birlikte bu kez, Almanya’nın gölgesinde Turan hayali peşinde koşan Türkçüleri hedef aldı.
YAĞMUR ATSIZ BABASINI ANLATIYOR
Nihal Atsız’ın edebiyat ve medya dünyasının yakından tanıdığı bir oğlu var. Yağmur Atsız, babasının özel bir insan olduğunu söyler ama aynı dünya görüşünü paylaşan bir isim değil.
Babasının, insanların kafatasını ölçüp Türk olup olmadıklarına ilişkin sonuç paylaştığı iddialarına ilişkin, Türk Edebiyatı Vakfı yayınlarından çıkan “Ömrümün İlk 65 Yılı” isimli kitabında bunu nasıl yaptığının ayrıntılarını paylaşıyor.
Pelvimetre adı verilen bir tür hamilelik ölçümünde kullanılan aletle Maltepe’deki evlerine gelenlerin kafataslarını ölçüp ne kadar Türk olduklarının hesaplarını yapıp paylaştığını anlatıyor.
“Tabii kafatası ölçümüne göre Türklük oranı düşük çıkanlar son derece müteessir olarak ayrılırlar, fakat bilimin katı ve acımasız gerçekleri karşısında mukadderata boyun eğmek zorunda kaldıkları için mutluluğu belki de başka alanlarda arama imkânı üzerinde dururlardı.
Sırf bu meraklarını tatmin için İstanbul’un ta bir ucundan kalkıp Maltepe’deki evimizde Atsız’ı ziyarete gelenler nadirattan değildi.” (s.25)
Kitabın ilerleyen bölümlerinde ise Yağmur Atsız, “Atsız’ın, gençliğinde ırkçılık teorilerine inanmakla beraber, bunu bir ‘kafatasçılık’ seviyesine indirgeyecek kadar aptal olmadığını zannediyorum” diyerek babasını aklamaya çalıştığı görülür. (s.27-28)
NİHAL ATSIZ’A GÖRE BÜTÜN DÜNYA TÜRKLERİN DÜŞMANI
Bir de Nihal Atsız’ın oğlu Yağmur’a vasiyeti var. “Türkçülükte Milli Kin” adı altında yayınlanan bu vasiyete göre dünyadaki bütün milletler Türklerin düşmanı. “Ermeniler, Kürtler, Çerkesler, Boşnaklar, Lazlar, Çeçenler, Kürtler, Rumlar İçimizdeki düşmanlar” (4 Mayıs 1941 Bozkurt, sayı 8, 1940, s. 181)
Ancak, Yağmur Atsız, bu vasiyetin orijinalinin bulunmadığını, muhtemelen 1944’teki tutuklama sırasında bütün evraklarının evlerinden alındığında bunun da götürülmüş olabileceği yorumunu yaptı. (Star gazetesi 9 Temmuz 2012 tarihindeki köşe yazısı)
SABAHATTİN ALİ’Yİ ÖLÜME GÖTÜREN KAÇIŞ YOLCULUĞU
Nihal Atsız tartışmasından sonra Sabahattin Ali bir daha rahat yüzü görmedi. 1948 yılında hakkında yeni bir tutuklama kararı çıktı. Bir süre tanıdığı isimlerin evlerinde konakladı. Bu kez cezaevine girmemeye kararlıydı. Gelişmeler karşısında artık Türkiye’de kalamayacağına karar veren Sabahattin Ali, Bulgaristan üzeri Avrupa’ya kaçma planları yaptı.
Kaçış planını Halet Çambel dışında bütün tanıdıklarından gizledi. Yurt dışına çıktığı kesinleştikten sonra yazıp hazırladığı mektup eşine verilecekti. Mektupta, “Sevgili karıcığım, bu mektubu aldığın zaman ben İtalya, Fransa veya Londra’da olacağım. Filiz’in okulu biter bitmez sizi yanıma aldıracağım” diyordu.
Sabahattin Ali’nin peşinde sürekli bir polis vardı. Her anını gözetliyorlardı. Yurt dışına kaçmak için bulduğu insan kaçakçısı Ali Ertekin ile anlaştı. İstanbul’dan kamyonla yola çıkıldı. Kırklareli’nde kamyon terk edildi ve Sabahattin Ali, rehberi kılığındaki katili ile sınırı geçmek üzere yürümeye başladı.
Ali Ertekin, sınıra yaklaştıkları sırada verdikleri molada kitap okuduğu bir sırada Sabahattin Ali’yi kafasına sopayla vurarak öldürdü. Ceset, 16 Haziran’da Sazara köyü yakınlarında bir çoban tarafından bulundu. Ali Ertekin yapılan operasyonla yakalandı.
Ertekin, Sabahattin Ali’yi nasıl öldürdüğünü itiraf etti. Evinde yapılan aramada yazara ait özel eşyalar ve belgeler bulundu. Ali Ertekin, milli duygularını rencide ettiği için öldürdüğünü söyledi. Ertekin 4 yıla mahkum oldu, Demokrat Parti’nin 1950’de iktidara gelmesinden sonra çıkardığı aftan yararlanarak serbest kaldı.
Ancak ailesinin avukatlarının ölümle ilgili araştırma yapmalarına izin verilmedi. Ailesinin yakın çevresi, Sabahattin Ali’nin Kırklareli’de MİT tarafından sorgulanırken işkence ile öldürüldüğünü Ali Ertekin’in paravan olarak kullanıldığını iddia edegeldi.
NİHAL ATSIZ’IN NURCULUKLA İLGİLİ YAZDIKLARI
Bütün milletleri düşman gören Nihal Atsız, Türkçülük dışındaki ideolojileri hep tehlikeli olarak gördü. En nefret ettiği akımlardan birisi de Nurculuk ve hareketin öncüsü Said Nursi idi.
Hüseyin Nihal Atsız’ın eserlerinin yayınlandığı huseyinnihalatsiz.com isimli sitede bu konuda hayli makale var. “Nurculuk denen sayıklama” bunların en bilineni. “Nurculuk nedir?” diye soran Nihal Atsız, cevabını şöyle veriyor:
“Aralarında avamdan aydına kadar, mühendis, avukat ve doktora kadar her türlü adamın bulunduğu Nurculuk, ‘Saîd-i Nursî’ adında cahil bir Kürdün peşine takılmış cahil bir sürü, Nur risalesi talebeleri de Saîd-i Nursî’nin o çetrefil ve cahil Kürt Türkçesiyle yazdığı risaleleri atom fiziği ve Einstein nazariyesi okur gibi toplanıp okuyan bir yığın zavallıdır.
“Saîd-i Nursî denilen adam, eskiden Saîd-i Kürd-î diye bir takım risaleler yayınlayan, Türkçe bilmez, daha nokta ile virgülün nerede kullanılacağını bilmekten aciz, Şafiî mezhebinden bir Kürttür.”
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***