Mehmet Altan’ın yazısı şöyle:
Bir bahçede küçük siyah taşlar üzerine yazılı yargıç ve savcı isimlerinin yer aldığı ‘Lanetliler Bahçesi’ Çetin Altan’ın vasiyetidir. Türkiye’de 24 Temmuz ‘’Basın Bayramı’’ olarak kutlanır…
Bu tarih 24 Temmuz 1908’de sansürün kaldırılmasının yıldönümüdür…
“Bu topraklarda şakır şakır örtülü, sinsi ve apaçık sansür uygulanırken ‘sansürün kaldırılması’ adına ‘gazeteciler bayramı’ kutlamayı garipseyen Nilgün Cerrahoğlu, Milliyet gazetesinde yayınlanmakta olan haftalık röportajını yapmak için ‘sansürden çok dili yanan biri olarak’ Çetin Altan’la konuşmayı yeğler.”
“Sıcak, dingin, güzel temmuz öğleden sonrasında’’ Çetin Altan’ın evinin yolunu tutar. Röportaj 28 Temmuz 1996 tarihinde Milliyet gazetesinin 20. Sayfasında ‘’Vasiyetim: Lanetliler Bahçesi’’ manşetiyle ‘’Pazar Sohbeti’’ olarak yayımlanır.
Bana “2021 yılına en fazla benzeyen bir yıl seç” deseniz, cevabım tereddütsüz 1996 olur… Ama cümleme nokta koymam, çünkü bugünkü çürüme düzeyi ve süratini hiç görmedik, hiç yaşamadık.
Çetin Altan, röportaj sırasında hukuk devleti kavramını yok eden uygulamalar için “Ben istiyorum ki devlet çete olmaktan çıkıp hukuka otursun’’ der… Ardından da ekler: ‘’50 senedir yazıyorum. Hiç etkilenmiyor. Ama 50 sene daha dursam, gene yazarım. Çünkü yazıyı seviyorum. Elimde olmayan şey.”
Savcı bu cümle nedeniyle “Türklüğü, Cumhuriyeti, Büyük Millet Meclisini, Hükümetin manevi şahsiyetini, Bakanlıkları, Devletin askerî veya emniyet muhafaza kuvvetlerini veya Adliyenin manevi şahsiyetini alenen tahkir ve tezyif ‘’ edildiğini iddia ederek TCK’nun 159. Maddesi gereği dava açar.
Eski Ceza Yasası’ndaki bu 159. Madde, bugünkü TCK’nun 301. Maddesine tekabül etmektedir. Adalet Bakanı Şevket Kazan’dır. Savcının dava açmak için istediği bu davaya o da izin verir. Altı aydan 3 yıla kadar bir hapis cezası istenmektedir.
Dava açılır, 21 Ocak 1997 tarihine gün verilir… Ancak , ‘’Allah’ın sopası yok’’, 3 Kasım 1996 günü Susurluk Kazası olur.
Cerrahoğlu şöyle yazar:
“Sonra o en beklenmedik şey oldu.
Hasan Gökçe’nin kamyonu tüm süratiyle gelip bizim röportaja da çarptı.
“Dava”, birden bütünün içinde hep sezinlediğimiz ve fakat bir türlü tüm çıplaklığıyla açığa dökemediğimiz her şeyi simgeleştirdi ve somutlaştırdı.
Elimizde olmayan gelişmeler, “dava”yı güm diye sistemin temeline ve özüne oturttu ve gerçekte başından beri kafamı karıştıran, ısrarla sorguladığım boyut olan sansürün dişlileriyle, yaşadığımız kirli sistemin çarkları tüm netliği ve açıklığıyla birbirinin içine geçti.
Özünde, sansürü yaratan ve üreten genel çerçeve işte bu pislikti.”
Çetin Altan, Nilgün Cerrahoğlu ve Eren Güvener’in yargılandığı davanın ilk celsesinde gazeteciler beraat eder. Ancak, röportajın daha önemli yanı unutulur. Çünkü Çetin Altan o röportajda vasiyetini açıklar.
“Çetin Altan’ın bir ‘ricası’ var.
Bunu “vasiyetini” sorduğum zaman üstüne basa basa söyledi:
Bir “lanetliler bahçesi” istiyor.
‘Bu ancak demokrasiye inanan, demokratik hükümetler işbaşına geldiği zaman yapılabilir’ dedim ona.
“Hayır” dedi. Basın da yapabilir.
Hayatını bu işle özdeşleştirmiş, mesela senin gibi insanlar.
Merak eder, bir dosyaya bakar.
Kemal Tahir dosyası 14 yıl, o insanı hangi yargıç mahkûm etmiş?
Bir bahçenin bir köşesine, küçücük bir siyah taş.
Üstüne o yazarı mahkûm eden hâkimin ismi, savcınınkini de yanına.
Bunlar lanetli insanlardır.
Kendi değerlerini imha etmişlerdir çünkü.
14 senesini almışlardır Kemal Tahir’in…”
Ölümünden sonra Nilgün Cerrahoğlu gibi Fikret İlkiz de Çetin Altan’ın ‘’vasiyetini’’ anımsatır:
“Bir bahçenin küçücük bir köşesine küçük siyah taşlar üzerine yazılı yargıç ve savcı isimlerinin yer aldığı ‘Lanetliler Bahçesi’ Çetin Altan’ın vasiyetidir. Bundan böyle Çetin Altan’ın vasiyetindeki gibi bir küçücük bahçe olabilecek midir acaba?’’
Türkiye tarihsel yüzleşme ve helalleşmesini sağlıklı ve demokratik bir biçimde başarırsa, bir gün ‘’Lanetliler Bahçesi’’ni de görebiliriz…Ancak,15 Temmuz Yargısı’nın hemen akla getirdiği öncelikli sorular var: “Bu bahçe daha ne kadar büyüyecek?”
“Ben istiyorum ki devlet çete olmaktan çıkıp hukuka otursun’’ diyen Çetin Altan yargılanması sırasında mahkemede çeteyi nasıl anlatmıştı?”
‘’Çete sözcüğünün lügatteki tanımlaması, gayrinizami silahlı örgüttür. Hukuksal tutarlılığını yozlaştıran devlet, çete kavramının çerçevesi içine kayıyordu. Ben istiyorum ki, devlet çete olmaktan çıkıp hukuka otursun. Bu röportajdan sonra da peşpeşe ortaya çıkıp ülkeyi sarsan olaylar da böyle bir temenninin haklılığını büsbütün doğruladı. Demokrasilerde devlet organizmalarının çeteleşmeye, hukuk dışılığa kayması önlenir.’’
Önce çeteleşmeleri önleyen demokrasi… Sonra da… Belki bir gün ‘’Bir bahçenin küçücük bir köşesine küçük siyah taşlar üzerine yazılı yargıç ve savcı isimlerinin yer aldığı Lanetliler Bahçesi…”
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***