DW’nin 12 dakikalık “Çarkezlerin Hikayesi” başlıklı video haberi Türkiye’deki Çerkesler arasında tartışmaya neden oldu. Çerkes yazar Fahri Huvaj’ın “Dünyada en fazla Çerkes nüfusu Türkiye’dedir, maalesef en büyük asimilasyon da Türkiye’dedir” sözleri bazı siyasi iktidarı ve yandaşlarını kızdırdı. Fehim Taştekin, Al Monitor Türkçe’de kaleme aldığı yazısında bu tartışmayı ve siyasi iktidarın yaklaşımını değerlendirdi.
Taştekin’in yazısı şöyle:
Türkiye’de Kürt sorunundan sonra bir de Çerkes sorunu mu uç veriyor? “Kaygılı” Türkler, Deutsche Welle (DW) Türkçe’nin “Kafkasya’dan Türkiye’ye Çerkeslerin Hikâyesi” başlıklı 12 dakikalık bir video haberinin ardından hareketle bu sorunun peşine düştü.
Videoda tartışmaları tetikleyen unsur, Çerkes yazar Fahri Huvaj’ın “Dünyada en fazla Çerkes nüfusu Türkiye’dedir, maalesef en büyük asimilasyon da Türkiye’dedir” şeklindeki tespitiydi. Huvaj Türkiye’de Çerkeslerin beşte birinin anadilini konuşabildiğini, yakın bir gelecekte Çerkes dili ve kültürünün Anadolu’da yok olacağını söylüyordu.
Türk medyasında, bu topraklara 101 yıllık Rus-Kafkas savaşlarını takiben 1864 Büyük Kafkas Sürgünü ile gelmiş Çerkeslerin Türkiye’ye bağlılıklarını sorgulayan, Çerkes sivil toplum örgütlerini yabancı güçlerin oyununa gelmekle suçlayan, bu insanları yeniden Kafkasya’ya göndermekten bahseden ağır bir nefret söylemiyle karşı kampanya yürütüldü.
Garip bir şekilde Türkiye’de ırkçılık ve ayrımcılığın olmadığı savını ispatlamak için Çerkesleri örnek azınlık olarak göstermeyi alışkanlık haline getirmiş Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) de iktidara yakın Çerkeslere asimilasyonun olmadığını söyletme yoluna giderek linç kampanyasına rıza gösterdi.
AKP Sözcüsü Ömer Çelik, Çerkes sivil toplumunda herhangi bir karşılığı olmayan @cerkesforumu isimli sosyal medya hesabından yayımlanan “Türkiye’deki Çerkesler olarak Türkiye aleyhine iddialarını asla kabul etmiyoruz. Biz Çerkesiz bizden hain çıkmaz” şeklindeki mesajı paylaşarak şunu yazdı: “Çerkes kardeşlerimiz Alman DW kanalının mesnetsiz iddialarını reddettiler.”
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın da “Çerkes kardeşlerimiz @cerkesforumu bu hain ve manipülatif habere en güzel cevabı verdiler” deyip ekledi: “DW Türkçe ve şürekası dahil herkes bilsin ki Türkiye’de kardeş kavgası ve çatışma çıkartmak isteyenlere asla geçit vermeyeceğiz. Birlik ve beraberliğimiz onların en büyük korkusu olsun.”
Kafkas Vakfı yönetiminde bulunmuş bir isme, Anadolu Ajansı’nın analiz bölümünde yazdırılan yazıda, “DW, Çerkesler üzerinden Türkiye’ye karşı bir itibar suikastı gerçekleştirmek istedi” iddiasına yer verildi. Belgeselin manidar bir zamanlama ile yayınlandığı öne sürülerek “Türkiye karşıtı açıklamalarıyla bilinen ve zaman zaman Çerkes kökenli olduğunu vurgulayan Cem Özdemir’in yeni Alman hükümetinde bakan olmasıyla ilgili olabilir. Yahut aynı tarihte, Türkiye’deki Kafkas derneklerinin üst çatı örgütü olduğunu iddia eden KAFFED’in genel kurul seçim sürecine girmesiyle ilgili de olabilir” denildi.
Almanya kaynaklı herhangi bir yayınla ilgili komplo teorileri iktidarın yarattığı iklim sayesinde müthiş derecede teveccüh bulabiliyor.
Hâlbuki Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 2014’te, 21 Mayıs 1864 sürgününün anısına dönemin KAFFED Başkanı Yaşar Aslankaya’ya gönderdiği mesajda “İnkâr, ret ve asimilasyon dönemi geri gelmemek üzere kapanmıştır. Attığımız adımlarla her bir kardeşimizin ana dilini konuşabilmesi, öğrenebilmesi ve öğretebilmesi teminat altına alınmıştır” diyordu. Türkiye 2014’ten bu yana milliyetçilerle Cumhur İttifakı’nın etkisiyle “Asimilasyon var” diyenlerin hain ilan edildiği bir noktaya geldi.
Aslında videoya gösterilen tepkinin, AKP’ye yakın tüm Çerkeslerin hissiyatını yansıttığı söylenemez. Sözgelimi Kafkas Vakfı’nın Kurucu Başkanı Mehdi Nüzhet Çetinbaş, Anadolu Ajansı’ndaki yorumun aksine AKP’ye bilinçli bir tuzak kurulduğunu, hükümetin hemen oyuna gelip 4 milyon nüfusa sahip Çerkesleri karşısına aldığını öne sürüp şu uyarıyı yaptı: “İktidar çok dikkatli olmalıdır. Bugüne kadar tek parti yönetimi ve İsmet Paşa zulmü adı altında anti CHP propagandalarıyla bugüne gelindi. (CHP Genel Başkanı Kemal) Kılıçdaroğlu tarafından başlatılmak istenen helalleşme hareketinden sonra Çerkes toplumuna uzatılacak barış çubuğu önemli sayılabilecek miktarda bir oyu AK Parti’den koparabilir.”
Çetinbaş asimilasyona dair kendi kişisel tecrübesini de aktardı: “Tek parti döneminde Türkçe bilmeyen yaşlılar adeta evlere hapsolmuş, sokakta Çerkesçe konuşan insanlar tutuklanmış ve para cezalarına çarptırılmıştır. Türkçe bilmeyen öğrenciler okulda Çerkesçe konuştukları için feci şekilde dayak yemişlerdir. 1954 doğumlu olan bendeniz bu asimilasyonun en yakın şahidiyim. 1960 ihtilali sonrası ilkokula gidiyordum. Okulun bahçesinde arkadaşımla Çerkesçe konuştuğum için ağzımdan burnumdan kan gelene kadar öğretmen tarafından dayağa maruz kalmıştım.”
Çerkes diasporasının en büyük çatı kuruluşu olan ve 56 derneğin birleşiminden oluşan Kafkas Dernekleri Federasyonu (KAFFED) de tepkisiz kalamadı.
KAFFED Başkanı Prof. Dr. Ümit Dinçer “Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışı ve Kurtuluş Savaşı’nın ardından Çerkeslerin çok büyük kısmı Türkiye Cumhuriyeti sınırlarında kaldılar ve burayı yurt bellediler, her türlü yurttaşlık ödevlerini yerine getirdiler. Ancak bu süreçte ayrı bir halk olarak ana dillerini, kültürel kimliklerini korumak, geliştirmek için gereken şartların sağlanmaması ve bazı engellemeler sebebiyle bugün 4-7 milyon arasında Çerkesin yaşadığı Türkiye’de Çerkeslerin bir asimilasyon olgusunu yaşadıkları doğrudur. Anavatanlarındaki nüfus ile Türkiye’de yaşayan nüfus karşılaştırıldığında en fazla asimilasyon Türkiye Çerkeslerini etkilemiştir” ifadelerini kullandı.
Bu açıklama üzerine KAFFED, yürüttüğü projelere AB’den hibe aldığı gerekçesiyle “AB parasıyla Çerkesleri kışkırtma çabası”, “AB’den fonlanan KAFFED’den fitne girişimi” manşetiyle hedef gösterildi. On üç derneği çatısı altında barındıran Çerkes Dernekleri Federasyonu da bu tür yayınları “Kuruluşlarımızı dış güçlerin maşası veya işbirlikçisi gibi göstermek asla kabul edilemez” diyerek kınadı.
Peki Çerkeslere “Asimile olduk” dedirten nedir? Çerkes aydınları asimilasyonla ilgili bazı faktörler üzerinde duruyor: Her şeyden önce sürgün sonrası Çerkesler, Osmanlı topraklarında imparatorluğun ihtiyaca göre dağınık halde yerleştirildiler. Bu dağınıklık kültürel asimilasyonu kolaylaştırdı.
Osmanlı yıkılırken Yunanlılara karşı savaşta, milli kurtuluş hareketinde, özellikle Amasya Genelgesi’nin yazıldığı görüşmelerin yanı sıra Sivas ve Erzurum kongrelerinin düzenlenmesinde Çerkesler öne çıktı. Bu da bir süre sonra yeni dönemde “Çerkes korkusunu” diriltti ve tasfiyeler başladı. Ethem Bey’le hareket ettikleri gerekçesiyle Aralık 1922 ve Mayıs 1923’te Güney Marmara bölgesinde Çerkes köyleri sürgüne tabi tutuldu. Gönen, Manyas ve Bandırma’daki Çerkesler Afyon, Sivas, Tokat, Urfa, Muş, Bitlis, Konya, Niğde ve Malatya’ya dağıtıldı. Kitlesel cezalandırmalar Çerkesler arasında yıllarca sürecek bir suskunluk yarattı. Sürgüne gönderilecek hainler listesi hazırlandı. Lozan Antlaşması gereği 150 kişiyle sınırlandırılan listede Ethem Bey ve Teşkilatı Mahsusa’nın (Milli İstihbarat Teşkilatı) başkanı Kuşçubaşı Eşref dâhil 86 Çerkes vardı. Ankara hükümetiyle aynı doğrultuda savaşmış Ethem Bey’in tasfiye edilip “Hain Çerkes” etiketiyle ders kitaplarına sokulması Çerkes kimliğinin ifadesi üzerinde baskı yarattı.
Osmanlı’nın son döneminde 1908’de ilan edilen İkinci Meşrutiyet sayesinde kurulmuş Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti, Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti, Çerkes Kadınları Numune Mektebi, Çerkes Teavün Mektebi, Çerkesçe Ğuaze gazetesi ve Diyane kadın dergisi gibi kuruluşlar ulus devlet inşası sürecinde kapatıldı.
“Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyasıyla etnik azınlıkların anadillerinde konuşmaları yasaklandı. Çerkesçe konuşanlar ve mızıka çalanlar cezalandırıldı. Çerkesler geleneklerine uygun düğün bile yapamaz hale geldi. Köylerin isimleri değiştirilirken Çerkes soyadlarının kullanılması ve yeni doğan çocuklara Çerkes isimlerinin verilmesi yasaklandı. Bu uygulamalar Kürtler ve diğer Müslüman azınlıklar için de geçerliydi. Aileler toplumdan dışlanmamaları ve meslek sahibi olabilmeleri için çocuklarına Çerkesçe öğretmekten imtina etti.
AKP iktidarı Avrupa Birliği’ne uyum sürecinde bazı yasakları kaldırdı. 2004’te TRT 3 ve Radyo 1 kanalında haftada bir yarım saat süren Çerkesçe yayını başladı. Ama rağbet görmedi. Ortaokullarda haftada iki saat seçmeli Adıgece (Çerkesçe) ve Abhazca dil sınıfları açıldı. Ancak talep 10 öğrenciye bulmadığı takdirde sınıf açılmıyor. Uygulama ise kitabına uygun yürümüyor.
Öğrenci velileri, Çerkesçe seçmeli ders tercihlerinin din dersine çevrildiğinden yakınıyor. Düzce ve Erciyes üniversitelerinde Çerkes dili ve edebiyatı bölümü açıldı. Ancak bütün bunlar yetersiz, hatta göstermelik adımlar olarak değerlendiriliyor. Asimilasyonu durduracak pozitif ayrımcılık uygulamalarına gidilmesi yönündeki talepler ise görmezden geliniyor. 42 dilde yayın yapan TRT’nin bir Çerkesçe kanalı açması talebi bile savsaklandı.
Asimilasyon olmadığını savunanlar Çerkeslerin sivil ve askeri bürokrasideki “hatırlı” yerine işaret ediyor. Fakat yüksek uyumu ve Türkleşmeyi gerektiren bu durum asimilasyonun itirafı olarak ele alınıyor.
Çerkeslerin sürüldüğü Kafkasya’da bugün 800 bin civarında Çerkes yaşıyor. Rusya Federasyonu bünyesindeki Adıgey Cumhuriyeti, Kabardey-Balkar Cumhuriyeti ve Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti’nde Çerkesçe, Rusçanın yanı sıra resmi dil olarak kabul ediliyor. Anadilde yayınlar yapılıyor.
Son yıllarda cumhuriyetlerin özerklik statülerinde önemli gerilemeler yaşandı. Bunun dile yansıyan tarafında olan şu: 2018’de Rusya Federasyonu’nda 35 resmi dilden 34’ünde anadilde eğitimin seçmeli derse dönüştürüldü. Haftada zorunlu dokuz saat Rusça dersine karşın seçmeli 2 saat anadil dersi konuldu. Yine de anavatandaki Çerkes nüfusunun 5-6 kat fazlasını barındıran Türkiye’deki durum, anadil ve kültürün yaşatılması bakımından Kafkasya ile kıyas kabul etmeyecek kadar kötü. UNESCO’ya göre Türkiye’de tehlike altında olan diller arasında Adıgece ve Abhazca da yer alıyor.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***