YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU
Kardeşi V. Murat’ın yerine tahta çıkan yeni padişah II. Abdülhamit, söz verdiği üzere 23 Aralık 1876’da Osmanlı Devleti’nin ilk anayasası olan Kanun-i Esasi’nin yürürlüğe girdiğini ilan etmiş ve böylece meşrutiyet rejimine geçilmişti. Yeni rejimin diğer göstergesi de meclislerin faaliyete geçmesiydi.
Kanun-i Esasi’de birisi padişahın doğrudan seçtiği temsilcilerden oluşan “Meclis-i Ayan”, diğeri halkın “gizli oylarıyla seçilecek” mebusların meydana getirdiği ve “Meclis-i Mebusan” adını taşıyan iki meclis öngörülmüş, genel isim olarak da “Meclis-i Umumi” denilmişti.
SEÇİMLER
Anayasadan sonra sıra seçimlerin yapılarak Meclis-i Mebusan’ın açılmasına gelmişti. Bunun için bir seçim kanunu çıkarılması gerekliydi. Ancak henüz meclis açılmadığından “kanun hükmünde kararname-KHK” denebilecek bir düzenleme yapılması uygun görüldü.
Anayasaya göre “her elli bin Osmanlı erkeği için bir mebus seçilmesi” gerekiyordu. Mebus olmak için Türkçe bilmek, otuz yaşını tamamlamak, iflas etmemiş olmak ve seçildiği vilayet ahalisinden olmak gibi şartlar konulmuştu.
Seçim için çıkarılan Talimat-ı Muvakkate ise anayasanın bazı hükümleri dikkate alınmadan hazırlanmıştı. Anayasadaki “her elli bin erkek nüfus için bir mebus” yerine; seçilecek mebus sayısı seksen Müslüman, elli gayrimüslim olmak üzere yüz otuz olarak belirlenmişti. Seçilme yaşı yirmi beşe düşürülmüş, seçilme şartlarına “bir miktar emlak sahibi olma” ilave edilmişti.
Asıl problem ise Anayasada “gizli oy” ve halkın doğrudan seçimine yer verilmesine rağmen İstanbul dışında mebusların vilayet, sancak ve kazaların idare meclisleri tarafından seçilecek olmasıydı. Gerekçe olarak zaten bu kişilerin halk tarafından seçildiği belirtilmekteydi. Bu uygulama ile 1946’ya kadar devam eden “iki dereceli seçim sistemi” başlamıştır.
İstanbul için ayrı bir beyanname çıkarılmış, İstanbul ve çevresi yirmiye bölünerek her bölgeden iki temsilci seçilmesi kararlaştırılmıştı. Halk tarafından seçilen bu temsilciler, Meclis-i Mebusan için on kişi seçeceklerdi. Görüldüğü gibi İstanbul’daki uygulamada iki dereceli seçimin bütün şartları yerine getiriliyordu.
MEBUSLAR MECLİSİ
Seçimler bu esaslar çerçevesinde yapılsa da Talimatname’de öngörülen mebus sayısına ulaşılamadı. İlk mecliste altmış dokuzu Müslüman, kırk altısı gayrimüslim olmak üzere yüz on beş mebus yer aldı. İkinci mecliste ise elli altısı Müslüman kırkı gayrimüslim olmak üzere doksan altı mebus seçilmiştir.
Meclis, mebusların İstanbul’a geç gelmeleri nedeniyle 1 Mart yerine 19 Mart 1877’de açılabilmiş, toplantılar Ayasofya’nın yanında Darülfünun için inşa edilen binada cereyan etmiştir.
Meclis-i Mebusan çok renkli bir meclisti. Bir taraftan Suriye ve Arabistan’dan gelen Arap, diğer yandan Anadolu ve Rumeli’den seçilen Türk, Arnavut, Rum, Ermeni ve Bulgar mebuslar yer almaktaydı. Bu tablo, Avrupalı devletlerin baskısından değil Osmanlı toplumunun ve bürokrasisinin kozmopolit yapısından kaynaklanıyordu.
Abdülhamit meclis başkanlığına, mebusların seçtiği kişiler arasından ilk dönemde Ahmet Vefik Paşa, ikinci dönemde ise Hasan Fehmi Bey’i tayin etti. A. Vefik Paşa başkanlığı sırasında eski vali olmasının etkisiyle çoğu vilayet meclislerinden gelen mebuslara karşı “baskın bir karakter” sergilemiş, “taşralı” olarak gördüğü mebusları zaman zaman azarlamış hatta konuşmalarını kesmişti.
Şüphesiz bir meclisin en önemli faaliyeti kanun yapmaktır. 1876 Kanun-i Esasi’sinde kanun yapma süreci Hükümetin teklifiyle başlamakta, Şura-yı Devlet’te hazırlanan tasarı önce Mebuslar Meclisi sonra da Ayan Meclisi’nde kabul edildikten sonra padişahın tasdiki ile yürürlüğe girmekteydi.
Mecliste kanunlaştırma faaliyeti çalışma usulünü belirleyen iç tüzükle başlamış, ardından belediye kanunu ve bütçe görüşmeleri yapılmış, Matbuat Nizamnamesi de ele alınmıştı. Bir seçim kanunu da hazırlanmış fakat padişah onaylamadığından yürürlüğe girmemiş, bu kanun ancak otuz yıl sonraki 1908 seçimlerinde uygulanabilmiştir.
Meclisin diğer önemli görevi ise hükümetin denetlenmesidir. Kanun-i Esasi’de hükümet, meclis yerine padişaha karşı sorumlu kılınmıştı. Buna rağmen ilk Mebuslar Meclisi’nde hükümetin icraatlarına yönelik çok sert eleştiriler olmuş özellikle 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi’nde yaşanan facialar sorgulanmıştır.
Mecliste Osmanlı ülkesinin çeşitli yerlerinde yaşanan yolsuzluklar dile getirilmekte ve “devletin kötü yönetildiği” söylemi öne çıkarılmaktadır. En büyük tenkitlerden birisi, küçük memurların geçim sıkıntısı çekmelerine karşılık üst düzey devlet görevlilerinin çok yüksek maaş almalarıdır. Ayrıca İstanbul’un sahip olduğu ayrıcalıklar tartışılmış hatta bu tartışmalar “İstanbullu-taşralı” gruplaşması denebilecek seviyeye varmıştır.
Birinci Meclis’in tatilinden sonra da ikinci meclis toplanmış fakat kısa bir faaliyet dönemi sonrasında Abdülhamit tarafından tatil edilmiştir.
MECLİSSİZ YÖNETİM
Abdülhamit’in Mebuslar Meclisi’ni niye tatil ettiği tam olarak bilinmemektedir. Bazı araştırmacılara göre 1877-1878 Savaşı mağlubiyetinde faturanın kendisine kesileceğini düşündüğünden meclisi kapatmıştır.
Savaşın kötü yönetildiğine dair tenkitler, bazı yönetici ve komutanların yargılanmalarının istenmesi, Ardahan’ın savaşsız teslim olmasının sorgulanması, asker için üretilen peksimetlerin “hayvanlara yedirilmeyecek kadar kötü olduğunun” gündeme getirilmesi, “savaşın saraydan yönetildiği” söylentilerinin ayyuka çıktığı bir dönemde Abdülhamit’i rahatsız etmiş ve facianın tek sorumlusu olarak gözükmek istememiştir.
Bunun dışında kendisinin atadığı hükümete ve onun bakanlarına karşı yapılan tenkitler de Abdülhamit’i rahatsız etmiş olmalıdır. Özellikle kapatma öncesinde yetki paylaşımı nedeniyle meclis ve hükümet arasında çok ciddi tartışmalar cereyan etmiştir.
İlk mecliste “hafiyelerin bulunduğu” iddiası tartışmalara yol açmış, Abdülhamit’in şehzadeliğinden itibaren yakın adamı olan “sarraf” Mösyö Zarifi’nin yolsuzluklarıyla ilgili (kâğıt para spekülasyonu, palamut öşrü meselesi, tahıl ihracı yasağını delmesi…) eleştiriler yapılmıştı. Padişah bu konuşmaları muhtemelen büyük bir küstahlık olarak değerlendirmiştir.
Fesih gerekçelerinden birisi olarak da mecliste azınlık mebusların çokluğu ve faaliyetleri ileri sürülmektedir. Ancak bu görüş o döneme ait değildir ve azınlık mebuslarının meclis çatısı altındaki faaliyetlerine bakıldığında da doğrulanmamaktadır.
Meclis tutanaklarından; azınlık vekillerinin yapıcı davranışlar sergiledikleri ve Ruslar savaş ilanı için “Osmanlı ülkesinde azınlıkların baskı altında olduğu” gerekçesini ileri sürdüklerinde Rum ve Ermeni mebusların çok sert tepki gösterdikleri görülmektedir.
Zaten mebusların çoğu idare meclislerinde görev yapanlar arasından seçilmiş, dolayısıyla devletin itimadını kazanmış kişilerdi. Yine mecliste genel itibarıyla bir etnik çatışma yaşanmamıştır.
Padişahın uzun zamandan beri düşündüğü meclisi kapatma kararını kesinleştirmesi ise İngilizlerin Rus tehdidine karşı Kıbrıs’ı istemeleri üzerine toplanan Meşveret Meclisi sonrasında olmuştur.
Bu toplantıda, mecliste de “açık sözlü” tavırlarıyla bilinen Astarcılar Kethüdası Ahmet Efendi padişaha “Siz bizim fikrimizi pek geç soruyorsunuz, felaketin önünü almak mümkün olduğu zaman bize suret-i ciddiyede müracaat etmeliydiniz” demiş ve meclisin sorumluluk kabul etmeyeceğini söylemişti.
Bu sözler üzerine Abdülhamit sinirlenmiş ve mebusun cezalandırılmasını istemişti. Böylece savaştaki yenilgiden dolayı doğrudan suçlanan padişah, deyim yerindeyse intikamını meclisi feshederek almış ve “dedem II. Mahmut’un yolundan gideceğim” diyerek “işlerin daha seri yapılabilmesi” gerekçesiyle meclisi kapatmıştır.
HER ŞEYE RAĞMEN
İlk Mebuslar Meclisi’nin o dönemin şartları içinde tam olarak anlaşıldığını söylemek mümkün değildir. Zaten ne hükümet ne de bürokrasi tarafından tam bir kabul görmemiş, henüz “kuvvetler ayrılığı prensibi” yerleşmediğinden başta padişah olmak üzere hiçbir kurum kendi alanının sınırlanmasına razı olmamıştır.
Mebuslar iki faaliyet dönemi boyunca hükümete ağır tenkitler yapsalar da padişahı doğrudan eleştiri cesaretini gösterememişler, fesih kararına da “sürgün ve cezalandırma korkusuyla” itiraz edememişlerdir.
Meclisin feshinin Abdülhamit’in “Yıldız Sarayı merkezli tek adam rejimi” kurma sürecine zemin hazırladığı bir gerçektir. Bu durum bir süre sonra kendisine karşı örgütlü bir muhalefetin ortaya çıkmasına neden olmuştur.
İttihatçıların yıllarca devam eden mücadelesinin temelini meclisin yeniden açılması ve hürriyetin ilanı oluşturacaktır. Sonunda Abdülhamit, 24 Temmuz 1908’de ikinci defa meşrutiyeti ilan ederek meclisi yeniden açmak zorunda kalmıştır.
Padişah bu sefer meşrutiyetin yeniden ilanına gerekçe olarak İttihatçıların mücadelelerine, III. Ordu’daki hareketlere, Enver ve Niyazi Bey’in isyanlarına değinmeden “halkın otuz yıl içinde açılan mekteplerle terakki edip meşrutiyet kabiliyetine ulaştığını” gösterecektir.
Sonuç olarak ilk meşrutiyet döneminde açılan meclis, bütün eksiklerine ve engellemelere rağmen önemli bir adım olmuş ve sonraki süreçler için bir örnek oluşturmuştur.
***
Kaynaklar: B. S. Baykal, “93 Meşrutiyeti”, Belleten, 1942, C. 6, S. 21-22; S. Armağan, “Memleketimizde İlk Parlamento Seçimleri”, Kanun-i Esasi’nin 100. Yılı, Ankara, 1978; S. V. Toprak, “İlk Osmanlı Seçimleri ve Parlamentosu”, Sosyoloji Dergisi, 2013, S. 26; A. Akyıldız, “Meclis-i Mebusan”, TDV İA, C. 28; İ. Ortaylı, “Osmanlı Devleti ve Meşrutiyet”, C. Koçak, “Meşrutiyet’te Heyet-i Ayan ve Heyet-i Mebusan”, Z. Toprak, “Meşrutiyette Seçimler ve Seçim Mevzuatı”, TDTA, C. 4; S. Akşin, “Birinci Meşrutiyet Meclis-i Mebusanı”, “Birinci Meşrutiyet Meclis-i Mebusanının Ele Aldığı Konular”, AÜ SBF Dergisi, C. XXV, No.1, 2.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***