Sular hep aktı geçti, kurudu vakti geçti,
Nice han nice sultan, tahtı bıraktı geçti,
Dünya bir penceredir, her gelen baktı geçti
Yunus Emre
Bugünkü yazımı Almanya Yeşiller Partisi’nden Tarım Bakanı olan, Çerkes ve Türk bir aileden gelen Tokatlı Cem Özdemir’in başarısından cesaret alarak yazıyorum.
Kafamda “Neden Süleyman Soylu yerine İçişleri Bakanı olmayayım ki?” sorusu dolanıp duruyor.
Tokatlı Cem Özdemir, Ermeni Soykırımı’na dair Almanya’nın soykırım kabulüne karşı gösterdiği net duruşundan dolayı tepkiler almıştı. Bazı ırkçı Tokatlıların, hemşerilikten çıkarılsın dediklerini hatırlıyorum. Sayın Özdemir kabul etseler de etmeseler de yurdum insanı. Bu arada ek bir bilgi vereyim. Tokat kebabı Ermeni yemeğidir. Milliyetçi arkadaşların bilgisine sunarım. Neyse bu kültürel dip nottan sonra konuma döneyim…
Daha önceleri Diyanet’ten sorumlu bakan olma hayalim vardı. Bunu vekil adayı olarak bir röportajımda söylemiştim. O dönem Ermeni adaylar olarak medyada epeyce yer alıyorduk. Bu sözüm boyalı medyada dahi gündem olmuştu. (2015 yılında seçilemeyen tek Ermeni vekil adayı olarak tarihe geçtim.) Fakat Diyanet’in, özellikle Ali Erbaş döneminden sonra kapanmasının kesinlikle gerektiğini inanıyorum. Şimdi ise Süleyman Soylu’nun yerine daha iyi bir bakan olacağıma, buna da fazlasıyla hakkım olduğunu düşünüyorum. Dost siyasi yapılara buradan şimdiden selam vermiş olayım…
Cem Özdemir başta da bahsettiğim gibi Tokatlı göçmen bir ailenin oğlu olarak gittiği Almanya’da Tarım Bakanı oldu. Kendisini bu mecradan tebrik ederim. Atalarım Cumhuriyet döneminden çok daha eski bir zamandan beri bu topraklarda. Ülkenin kadim yerli bir halkının temsilcisiyim. Halkım, bu coğrafyanın varoluşuna, tarihine ve kültürüne hizmet etmiş. Benim de uzun yıllardır insan hakları için mücadelem, tarihle yüzleşme konusunda çabam ve tabi yaptığım siyasetle de birikimim var. Benim CV’im bence Sn. Soylu’ya göre daha temiz ve sağlam. Hem zamanında tanıdığım mafya falan da yok. Bu durumda neden bakan olmayım diye düşünüyorum. Eğer kimliğimden dolayı bir olumsuzluk görülüyorsa ha işte bu resmi bir 2. sınıf vatandaş olma damgasıdır…
3 yıl evvel Almanya’ya gittiğimde havaalanında bir polisle İngilizce konuşurken kendisi pasaportumu istedi. Polis Türkiyeli olduğumu görünce, hemşeri bulmuş gibi Türkçe konuşmaya başladı. Ben de MEB eğitimli İngilizcemle konuşmaya çabalamaktan kurtuldum. Adam, “Abi sen Türkmüşsün” diyerek söze başladı ve sorularını sordu. Aslında şaşkınlıkla “Hemşerim, seni burada nasıl polis yapıyorlar?” diye sormak çok istedim…
Bugünlerde “Almanya bizi kıskanıyor” diyen kocaman büyüklerimizin dediği ne kadar doğru, neyimizi kıskanıyorlar bilemiyorum ama ben Almanya’yı kıskandım. La adamların dedeleri ya da babaları köylerinden gitmiş. Göçmen oldukları ülkenin vatandaşı olmuşlar, polis olmak da yetmemiş, devletin çeşitli kademelerinde görev alıyorlar. Bu da yetmiyor, şimdi de bakan çıkarıyorlar. Benim yedi ceddim burada doğmuş fakat resmi olarak birçok memuriyet kadrosuna alınmıyorum. Polis olmayı geçtim, çöpçü dahi olamıyorum. Ben Almanya’yı kıskanıyorum arkadaş…
Şimdi diyeceksiniz ki “Bree Murad, sen polis bile olamazken nasıl bakan olmak istiyorsun?” Olsun, istemek yolun yarısı. Mesele en üst çıtayı belirlemekte. Belirleyelim ki hayalimizle bu coğrafyada değişimin parçası olabilelim…
Cem Özdemir Tarım Bakanı olunca, ben de bu arzumu Twitter’da dillendirdim. Bir Kürt arkadaş şunu yazdı: “Bakan olursunuz ama o zaman da sizin Ermeni olma hakkınız olmaz.” Kürt arkadaşı anlıyorum. Bazı Kürtler çeşitli mevkilere gelebildi ama bunun bedeli kimliklerini bir yana bırakmak oldu. Fakat bizler için bu bile imkân dâhilinde değil.
Yani kişi kendi kültürünü, duruşunu ya da özünü yitirerek bu ülkede her şey olabiliyor. Meselenin ana kaynağı tekleştiren devlet düzeni aslında. Eğer bu düzeni kabul edersen bazılarımız bir yerlere getirilir gibi yapılabiliyor.
Geçenlerde bir Ermeni genç arkadaşın 98 yıllık Cumhuriyet tarihinde bir ilke imza atma ihtimalini duyduk. Berk Acar adlı Ermeni vatandaş Kaymakam olacakmış. Atanabildi mi, olabildi mi inanın bilmiyorum. Fakat ülkenin yerli halkından birinin tam 98 yıl sonra kaymakam olma ihtimalini konuşmak bile ne kadar üzüntü ve kaygı verici. Geçmiş yıllarda kod uygulamalarından dolayı, yani atalarının azınlık toplum bireylerinden olmasından dolayı buna benzer hakkı kaybeden çokça insan vardı.
Azınlık okullarında dahi okul müdürlerinin yanında MEB tarafından atanan bir müdür yardımcısı olması gerekiyor. Bu zihniyet bizler için olağanlaşsa da aslında ciddi bir travma. Neden hiçbir özel okulda ya da benzer kurumlarda böyle bir uygulama yapılmıyor diye düşünmeye başlarsan, etraftan – özellikle de yaş almış toplum üyelerimizden – “Aman ha sus başına iş alırsın” tavrını duyarsın…
Gelelim esas konuya. Sistemin alışık olduğu şekilde vizyon, hedef ve projelerimi merak eden olabilir.
İÇİŞLERİ BAKANI OLUNCA PROJELERİM
* Sınır komşularla sıfır ya da (0) sorun…
* Kürt sorunu çözümü…
* Tarihsel yüzleşme ve Ermeni sorununa nihai çözüm…
* Başta Alevilerinki olmak üzere inanç ayrımcılığı sorunlarına çözüm…
* Avrupa Birliği kriterlerine uyum…
* Vizesiz geçişler için anlaşmalar… (Gerçi bu döviz kuruyla zor ama olsun. Havalı bir hayal )
* Eşit vatandaşlık… (Ooooo… Abartma yeter diyen yazıyı okuyan muhtemelen okurlar vardır.)
* Barış politikaları…
* İstanbul Sözleşmesi…
Şimdi yukarıdaki bu maddeleri okuyunca eminim bazı dostlar, “Hooop! Murad, bunları biz bir yerlerden hatırlıyoruz. Ak Parti, iktidara gelme arifesinde bunları demişti. Sen de bu maddelerin aynısını söylüyorsun. Seni bakan yapınca sen de falan filan olma…” diyebilir.
Peki, sizce bu sözleri yapacağını liberal, milliyetçi sağ bir siyaset neden söyler?
Peki, sizce sadece kavga etmeyi bilen, barışı iç bünyesinde dahi tahsis edemeyen ve barındıramayan siyasi bir yapı ülkeye barış getirebilir mi?
Tarihsel yüzleşme noktasında “Bana af edersiniz Ermeni dediler” diyen bir bakış açısı yüzleşmek adına adım atabilir mi?
Alevi toplumunun sorunlarının gerçek muhataplarıyla buluşmayan bir siyaset ne kadar çözüm bulma arzusunda olabilir ki?
“Sıfır sorun” derken sınırlarımızda savaş siyasetini benimseyenler bu sözün hakkını ne kadar verebildi?
“İstanbul Sözleşmesi’nden daha iyi bir adım atacağız” demelerine rağmen, kadınların merceğinden bakmak istemeyen bir siyasi erk kadın yaşamına ne kadar doğru açıdan bakabilir?
Evet, arkadaşlar bunun çözümü ampulü sola bükerek yerinden çıkarmak ve kaldırıp atmaktır. Sağ erk siyasetlerden bu coğrafyaya asla bir huzur gelmedi, gelemez…
Ben de bu düşüncelerimle sol açıktan, ülkeye demokrasi getirecek dayanışmacı sol içinden çıkarak İçişleri Bakanı olmak istiyorum. Benim yanımda durup birlikte çözümün parçası olmaya var mısınız?
Not: Son günlerde kem küm eden sol yapılar var. Kadıköy’de yaşadığım için bu yapılar içinde siyaset yapan çok dostum var. Genelde hepsi ne hikmetse ağırlıklı olarak bu ilçede siyaset yapıyorlar. Onlara seslenmek isterim. İttifak yapmak bu dönemin zifiri karanlığından aydınlığa çıkmanın tek umudu. Ezber sözlerle sürekli akıl veren siyasetten ziyade reel gerçeklere göre adım atalım. Gelin oturup konuşalım. İnanın buna çok fazla ihtiyaç var…
Dost kurumlara tekrar sesleniyorum. Ben Süleyman Soylu’dan çok daha iyi İçişleri Bakanı olacağım…
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***