YORUM | M. NEDİM HAZAR
Yağmur kötülükleri toprakta eritmek istercesine şiddetli iniyor yeryüzüne. Ve ben burnumu buhar kaplı camlara dayamış, bir güvercin gagası telaşıyla camı tıkırdatan yağmuru izlerken kuruyorum hayallerimi.
Ben senden öğrendim hayal kurmayı ve hayal kurmanın insana verdiği cesareti.
Bilirsin işte, başım öne eğikti hep seni tanımadan önce.
Yanaklarımı utangaçlığın yangını basardı sık sık ve bu kentin insanı değilmişim zannederdim.
Bu karmaşık şehrin, bu telaşlı caddelerin…
Üzerime gelirdi hareket eden her nesne, mahmuzlanmış atlardan kaçan Kızılderili bebeleri gibi kaçınırdım sokaklardan.
Elimden tutup, pergelin bir ayağını şehrin en sağlam zeminine basarak, diğerini açmayı bana sen öğrettin.
Öğrendim ki, hayal; gerçekten olmayana değil, olmasını istediğine atılan en rasyonel adımmış. O en büyük kurgunun içindeki başka kurguları önemsemeden kendi ufkumu kurgulama temrinlerini de bana sen yaptırmıştın.
Şimdi bak, yağmur bile indiremiyor toprağa hayallerimi, o kadar güçlü yani, o kadar yenilmez ve azimli…
O büyük kâşifler, mucitler, fatihler geliyor aklıma şimdi.
Ve anlıyorum ki, önce hayal kurmayı keşfettiler sonra kendi keşiflerini. O büyük savaşçılar, uç beyleri önce hayal topraklarını titrettiler güçlü ayaklarıyla. Atlarının nalları önce hayal bulutlarını çiğnedi. Kenti kuşatan hayaletlerin nasıl tuz yemiş sümüklüböcek gibi eridiklerini ise senin öğrettiklerinden sonra kendim keşfettim. Ne ki, ‘hayal kuramayana acımalı’ dedim kendi kendime akabinde.
Hayalsiz yaşamak ne büyük bahtsızlıkmış meğer!
Korkularım bitti senin rahle-i tedrisinden geçtikten sonra.
Paranoyalarım küflü bodrumlara kilitlendi. Artık ne sonbahar beni ürkütüyor, ne karakış korkutuyor. Çünkü biliyorum her şiddetli kış, aynı şiddette bahar vaat ediyor.
Zamanın ve mekânın zincirlerini kırmayı öğretiyor hayal kurmak. İnsanı sarmalayan acziyet duvarını zir u zeber ediyor. Şimdi gün ortasında kapkaranlık bir gökyüzünün altında yapayalnızlık çekerken bile ümitsiz değilsem bunu sana borçluyum.
Bilemiyorum…
Belki şu an çok uzaklarda olan sen, içine baldıran zehirleri akıtılmış kem hayallere kurban edilmenin sıkıntılarıyla kıvranmakta, yeteri kadar hayalciliği öğretememenin ızdırabını yudumlamaktasın.
Gerçekten bilemiyorum senin gökyüzünün şu anki halini. Bir cam kenarında mısın? Bir şömine başında mı yoksa? Bahçende hayalini kurduğun geyikler, sincaplar burunlarından buhar çıkararak evin etrafını mı dolanmakta?
Ama bir şeyi çok iyi biliyorum ki, asla şikâyetçi değilsin.
Kapkara olsa da gökyüzün, zemheri genizlerini yakıyor bile olsa, kar, tipi, boran her şeyi her ü merc bile yapıyor olsa. Kalbimi kuşatan kollarını alabildiğince açıp, (hani bana öğrettiğin gibi) kalabalıkların içine karışıp o Kızılderili yavruları bulup bulup hayal kurmayı öğreten yetimlerine el mi sallıyorsun? Öyle bir coşku, öyle bir cezbe hali var ki şu an bende, bin şair binlerle şiir indirse gökyüzünden bu coşkuyu anlatamaz. Tasvir aciz kalır hayallerimi yedekleyerek burnumu dayadığım buhar kaplı camı sana anlatmakta. Burukluk yok mu sanıyorsun?
Var! Elbette var; ama coşku çağlayanları alıp alıp yuvarlıyor burukluğu çakıl taşları gibi ve haykırıyor karamsarlığa hayallerimin akarsuları: ‘Ben nehirim, sizler çakıl taşlarısınız!’
Cesaret kırılmaz bir katılığa bürünüyor hayalleri yedeğine alınca, buzdan anti-ütopyalar eriyor usul usul hayalin o buğudan soluğuna ilişince. Bilemiyorum belki haddimi aşıyorum ama…
Büyüyor umutlarım…
Beklentilerim kocamanlaşıyor…
Sabır her ne kadar aynı vakurlukta dursa da yerinde, içim bayramı bekleyen çocukların içi gibi sığmıyor kendi kendine.
Ayağı kayıp tökezleyenleri, yalpalayanları, ona buna su sıçratanları bile anlayışlı bir tebessümle izliyorum. Çünkü…
Hayal kuruyorum…
Ne yani!
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***