YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN
Metin Feyzioğlu Türkiye’de sol eğilimli bir hukuk profesörü olarak biliniyordu. CHP üyesi, CHP’li olduğu kamuoyunca bilinen, on yıllardır Türkiye siyasetinde kendisinden sıklıkla söz ettirmiş, oldukça tanınan bir kişi. Birçoklarınca – benim kullanmaktan çok hazzetmediğim – “beyaz Türk” olarak görülüyor. CHP’deki yapıyı iyi bilenler, Feyzioğlu’nun Kılıçdaroğlu ve ekibince savunulan reformist sosyal demokrat yönelime karşı olduğunu söylememde muhtemelen beis görmez. Elbette Feyzioğlu’nun Türkiye’de önemli biri (ve bu yazının da konusu) oluşu, 2013 yılından beri Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı olmasından kaynaklanıyor. Bu yazı 5 Aralık 2021’de Feyzioğlu’nun yeniden TBB Başkanı seçilememesi üzerine yazılıyor. Dolayısıyla, hem Feyzioğlu özelinde, hem de temsil ettiği siyasal pozisyon genelinde ne olmakta, bunu incelemekte yarar var.
Önce CHP genelinden başlayalım ve şunu hemen daha en başta tespit edelim: CHP’nin çok partili yaşamdaki en merkezi sorunsalı, siyasi yelpazenin neresinde konumlandırılması gerektiğine dair olan kadim sorudur. CHP merkezin solunda bir parti olarak biliniyor. Fakat aynı zamanda CHP’nin Kemalist devrimlerin ve Kemalist ideolojinin destekçisi olduğu genel geçer bir bilgidir. Altı okla temsil edilen tüm ideolojik bagaj, CHP’nin ana ruhunu oluşturur. Mesele şu ki bu bagaj, evrensel sosyal demokrasiyle veya demokratik sosyalizmle uyuşmaz. Bu uyuşmazlık yüzeysel falan değildir. Basbayağı bir kan uyuşmazlığıdır. CHP’nin Avrupa solunun tüm değerlerleriyle sorunu vardır. En temel olarak Avrupa solu liberal demokrasiyi benimser. CHP, bu konuda ciddi sorunlar yaşıyor. Seçimsel prosedür dışında, liberal demokratik değerlerin büyük bölümüyle ciddi sorunları var. Hatta birçok merkezi liberal demokratik değer, CHP bünyesince, tıpkı yeni nakledilen organı reddeden bir hasta gibi, reddediliyor. CHP’de her ne kadar (zor da olsa) sosyal demokrat olarak nitelenebilecek bir grup olsa da, ağırlıklı olarak CHP ideolojik yönelimi, sol-nasyonalist (ulusalcı) çizgidir. Ve evet, Feyzioğlu’na bağlayacak olursak, Feyzioğlu sol-nasyonalist kanat içinde yer alan bir oyuncudur.
Şimdi sol-nasyonalizm geneli ve Feyzioğlu özelinde şunları saptamalıyız: Sol nasyonalistler ya da Türkiye’de kendilerini tanımladıkları ve toplumca da bilindikleri adlarıyla ulusalcılar, mevcut rejimin muhalefet ayağıdır. Bir diğer ifadeyle, CHP ağırlıklı olarak rejim partisidir. Bununla ne demek istiyorum? Daha açık yazayım o halde: Bu ulusalcıların ağırlığı nedeniyle, 1) CHP, rejimin diskurunu; 17 Aralık 2013 “Paralel Yapı” ve “Sivil Darbe Girişimi” iddialarını kabul etti. 2) Kürt açılımlarına ezelden beri devletçi reflekslerle karşı oldu ve Çözüm Süreci’ni bir ihanet olarak gördü. 3) Gülen Hareketini düşman olarak algıladı, onu yok etmeyi kafasına koydu, 4) AB sürecindeki demokratikleşme reformlarına mesafeli oldu, desteklemedi, 5) 15 Temmuz 2016’daki resmi rejim diskurunu benimsedi. Bu 5 nokta, CHP’nin rejim partisi olduğunun kanıtıdır. Erdoğan rejimi olarak nitelenen rejim, esasında geniş tabanlı bir rejimdir. Sadece AKP-MHP koalisyonundan ibaret değildir. CHP de yukarıda kabaca özetlenen nedenlerden dolayı bu rejimin parçasıdır, güç paydaşıdır. Dahası, bu rejimin mirasçısı olmak istemektedir. CHP rejimi değiştirmeyi hedeflemiyor. Onu yönetmeyi hedefliyor.
Feyzioğlu özeline gelelim: Bu rejimin yerleşmesinde, konsolide olmasında, meşruiyet kazanmasında, eziyet politikasını sürdürmede, şüphesiz en stratejik dayanak noktası, hukuk cephesidir. Hukuk akademiyası, adliye, tüm yargıçlar, savcılar, avukatlar, bu hukuk cephesini oluşturuyor. Bu hukuk cephesinde seküler kanat (ulusalcılar ya da sol-Kemalistler, sosyal demokratlar, Marksistler ve Kürt solu, bir kısım marjinal oranda liberal ve seküler sağ kesim vs.) muhafazakar-İslamcı kanada göre baskındır. Bu nedenle, 2016’da rejim tümüyle devreye girerken, hukuk cephesinin reyi ve temayülü (oyu ve eğilimi) çok hayati bir meseleydi. Feyzioğlu bu kritik dönemeçte çok önemli bir rol üstlendi ve barolar bünyesinde rejimin dümen suyunda bir yönetimle, rejimin konsolidasyonuna destek ve Erdoğan yönetimine hayat öpücüğü verdi. Bunu yaparken, elbette Erdoğan’ın kara kaşı kara gözünün hatırına bunu yapmadılar. Perinçek tarafından hukukun siyasetin köpeği olması olarak nitelenen olgu, salt siyasetin hukuku baskıyla kontrolü altına almasına tekabül etmez. Esas stratejik olan, rıza prensibidir. Hukuk siyasetin köpeği olurken, bazı beklentiler vardı. Tıpkı köpeğe atılacak kemiğin onun sadakatinin güvencesi olması gibi, nasyonal-sol hukuk cephesi de, üç konuyla yakından ilgilenmekteydi. 1) Kürtlerle yürütülen – ademi merkeziyetçilik altında tasnif edilmesi gereken – Çözüm Süreci’nin sonlandırılması. 2) Gülen Cemaati’nin MGK tarafından formüle edilen iç tehdit algılamasına paralel olarak yok edilmesi. Bu iki konuya, bir de 3) genel olarak Türkiye’nin AB yönelimi rotasının sonlandırılması meselesini eklemek lazım. Böylece Bu üç hususta beklentileri karşılanan nasyonal-sol hukuk cephesi rejime inanılmaz can suyu oldu. Bu operasyonun başındaki isim Feyzioğlu’dur.
Bakın, daha iyi anlaşılsın diye yazayım buraya: Bu memlekette utanç verici “operasyonlarla” Kürt mahallelerini uzaktan ağır silahlarla bombaladılar, askeri helikopterden Kürt çiftçileri attılar. Meriç’i ve Ege’yi geçerek zulümden kaçan birçok KHK’lı, ailece, çoğu zaman çocuklarıyla beraber can verdi. Türkiye, 12 Eylül 1980 askeri darbesi dönemindeki rakamları geçecek şekilde, Avrupa ve Amerika kıtasına rekor sayılarda mülteci gönderen ülke konumuna düştü. AİHM kararlarına uymayan, Demirtaş, Altan ve Kavala gibi bilinen davalar dışında onlarca başka kararın gereğini yerine getirmeyen bir muz cumhuriyetine indirgendi. Yüz binlerce KHK’lı gayet iyi yetişmiş kalifiye devlet memuru abrakadabra yöntemlerle toplumdan tecrit edildi, özlük hakları gasp edildi. Yüzlerce gazeteci hapse atıldı, bu konuda Türkiye komünist Çin diktatörlüğünü geride bıraktı. AB süreci fiilen bitti. Listeyi uzatmak mümkün! Güçler ayrılığı bitirildi! Ötesi berisi var mıdır? Saraydan gelen talimatlarla Anayasa mahkemesinin kararlarını bile kale almayan alt mahkemeler TBB tarafından (yani Feyzioğlu tarafından!) sineye çekildi. Sonuç şu ki, bunca sistematik insan hakları ihlallerine ve hukuksuzluğa karşın, devletteki, özellikle de yargıdaki bu korkunç çürümeye rağmen, TBB hiçbir kayda değer muhalefette bulunmadı. Bir baskı grubu olmadı. Rejimin dümen suyunda olması yetmezmiş gibi, bir de rejimin yelkenlerine rüzgâr oldu. Bu politikanın mimarı, teorisyeni ve uygulayıcısı Metin Feyzioğlu’ydu.
Bugün (5 Aralık 2021’de) Feyzioğlu yeniden TBB başkanlığına seçilemedi ve Feyzioğlu dönemi kapandı. Feyzioğlu’nun seçimi kaybettikten sonraki allak bullak olmuş surat ifadesi, elbette ki bu dönemin uzun süre hafızalarda kalan imajlarından biri olacak. Şüphesiz, olumlu bir gelişmedir. “Artık ülkemizde hiçbir avukat, hiçbir baro yalnız; hiçbir yurttaş savunmasız bırakılmayacak” mesajını önemsiyorum. Bu mesajın arkasında durmasını umuyorum. Yine de temkinliyim. TBB’nin yeni başkanı ve yönetiminin, ülkede hukuk olmadığını tespit ederek göreve başlaması yerinde olacaktır. Zulüm gören, sistematik insan haklarının yaygınlaştığı, bağımsızlığını tümden yitirmiş yargının kanıksandığı atmosferden çıkılması için TBB kritik bir rol oynayabilir. Bu bağlamda rejim için Feyzioğlu gibi sadık bir müttefiki kaybetmek yıkıcı olmasa bile, baş ağrısıdır.
Feyzioğlu gibi, rejimle işbirliği içinde, hatta onun güç paydaşı olan tüm kamusal veya sivil toplum kurum ve kuruluşlarının, bu kurum ve kuruluşların yönetici ve memurlarının (TÜİK gibi!) ayaklarını denk almalarını öneririm.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***