Bütçenin Genel Kurul’a gelmeden işlemez hale geldiğini söyleyen CHP’li Abdullatif Şener, “Ülkenin parasını harcayanların denetlenebileceği ve sorgulanabileceği yeni bir düzenlemeye ihtiyaç vardır” dedi.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin 4’üncü bütçesi olan 2022 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi 6 Aralık’tan itibaren 12 gün boyunca Genel Kurul’da görüşülmeye başlanacak. AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın imzasını taşıyan “2022 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi”ne göre giderler için 1 Trilyon 750 Milyar TL, bütçe gelir beklentisi ise 1 Trilyon 472 Milyar TL olarak belirlendi. Net borçlanma beklentisi ise 278 Milyar TL olarak öngörüldü. 2022 Yılı Bütçesi için faiz harcamaları miktarı 240 Milyar TL oldu.
Genel Kurul’da görüşülecek bütçe de öngörülen gelir-giderler ve borçlanma verileri ise teklifin sunulduğu dönemde 9,27 TL olan dolar kuru üzerinden hesaplandı. Bütçenin görüşüldüğü 38 gün içerisinde dolar ise 13 ila 14 bantlarında seyrediyor. Şimdiden getirilen teklifin öngörülen hesapların dışına çıkıldığı görülse de iktidar muhalefetin ek bütçe teklifi önerilerini veya bütçenin revize edilmesine dair bir adım atmış değil. Komisyon sürecinde kamu-özel işbirliği, garanti ödemelerine yönelik eleştirilerin yapıldığı bütçe görüşmelerinin Genel Kurul sürecinde de dövizdeki kur değişimlerle birlikte gelinen nokta muhalefetin gündeminde. Pazartesi başlayacak bütçe marotunun da iktidarın ekonomi yönetimindeki kulvar değişimi ve bunun piyasalara yansımaları gündeme gelecek.
Açılış, kapanış ve 2022 Yılı Merkezi Bütçe Kanunu Teklifi’nin maddeleri üzerindeki görüşmeler 4 gün sürecek. Kamu idarelerinin bütçe ve kesin hesapları üzerindeki görüşmeler ise 8 turda ele alınacak. Görüşmeler 17 Aralık Cuma günü yapılacak kapanış konuşmalarıyla tamamlanacak.
Mezopotamya Ajansı’ndan Berivan Altan, AKP’nin kurucuları arasında yer alan Maliye eski Bakanı ve CHP Konya Milletvekili Abdüllatif Şener ile bütçe hakkını, komisyon görüşmeleri ile 2017 Anayasa değişikliğinin bütçe hakkına yansımalarını konuştu. İktidarın halka söylediği ile Meclis’e sunduğu bütçe arasındaki çelişkiye dikkati çeken Şener’in sorulara verdiği cevaplar şöyle:
Türkiye’de Uzun zamandır bütçe hakkının yok sayıldığı belirtiliyor. Siyasi partilerin ve toplumun aktif bir katılımı olmadığı yönünde tepkiler var. Bu açıdan bütçe hakkı nedir ve nasıl ortaya çıkmıştır?
İnsanlık ve devletler tarihine bakıldığında bütçeler demokrasinin ortaya çıkmasına yol açan belgelerdir. 1215 Magna Carta olarak bilinen ilk Anayasa sürecinde; İngiltere’de halk kralların istediği zaman istediği vergi toplanmasına tepki gösterir. Kralların halktan vergi toplama yetkisinin olmadığını savunur, halktan ne kadar vergi toplanacağına halkın temsilcilerinin karar vermesi gerektiğini söylerler. Böylece halk tepkileri sonucu parlamento oluşmuştur. Önce oluşan meclisler vergilerin ne kadar, hangi kurumlardan alınması gerektiğine karar vermiş. Bir süre sonra krallar harcamayı yaptığı ve artan harcamaların da yeni vergi ihtiyacını baskılaması üzerine halk ve aydınlar kralın ne kadar harcama yapacağı, hangi alanlara harcama yapacağına da halk temsilcileri karar vermelidir, demiştir. Bu süreç sonunda parlamentolar, yürütmenin dışında ayrı bir erk olarak oluşmuştur. Halktan toplanacak vergilere ve yürütme organın ne kadar ve nereye harcama yapacağına dair karar vermeye başlamıştır. Buna bütçe hakkı diyoruz. Bütçe hakkı halkın temsilcileri aracılığıyla kullandığı bir haktır. Dolayısıyla egemenliğin halkta olduğunu da gösteren bir süreçtir. Bütçeler gelecek bir yılla ilgili olarak devletin toplayacağı tüm vergi ve diğer gelirleri belirleyen ve harcama yapılmasına izin veren bir belgedir. Burada izni ve yetkiyi veren Meclis’tir.
Eskiden bütçe müzakereleri Meclis’te çok daha uzun görüşülürdü. Mesela 1982 Anayasa’sından önce yürütme organı 3 ay önceden bütçe teklifini Meclis’e gönderirdi. Komisyonda, Genel Kurul’da daha uzun görüşülürdü. 1982 Anayasa’sı bunu iki buçuk aya indirmiştir. Şimdi iki buçuk ay önceden Meclis’e gelmekle birlikte ki bunun tamamı sadece bütçe görüşmeyle geçmez. Genel Kurul süreci daha darlaştırılır. Görüşmeler daha kısa sürede bitirilir. Temel anlamı zayıflamaya Orta Çağ Devletlerinde olduğu gibi yine yürütme organına gücün geçmeye başladığı ülkelerde Meclis’in etkinliği zayıflıyor. Türkiye’de de öyle olmuştur.
Komisyon görüşmeleri sırasında özellikle muhalefet partileri görüşmelerin canlı yayınlanmasını istedi. Ancak komisyonda çoğunluk AKP ve MHP’de olmasından kaynaklı bu talep kabul edilmedi ve sadece bakanların sunumları kamuoyuna yansıtıldı. Neden bu talep kabul edilmedi?
Bütçeler daha çok muhalefetin sesini duyurduğu metinlerdir. Türkiye’de de eskiden öyleydi. Mesela televizyonun olmadığı dönemlerde radyolar vardı. Radyoda Plan ve Bütçe Komisyonu’nda konuşan tüm milletvekillerinin konuşması özet olarak verildi. Daha sonra tek bir televizyonun olduğu dönemde yani TRT’nin olduğu dönemde de bütün komisyon üyelerinin konuşmalarının özeti Meclis saatinde verilirdi. Bugün geldiğimiz nokta maalesef hiçte iç açıcı değil. Bütçe görüşmeleri hükümetin propagandasına çevrildi. Halbuki bütçe hakkını temsil eden Meclis’tir. Meclis ne diyor? Milletvekilleri ne diyor? Özellikle de muhalefet milletvekilleri ne diyor? Bu bütçenin en önemli tarafıdır.
AKP’nin son dönemlerinde hükümet bütçesini Meclis’e gönderiyor. Komisyon görüşmelerinde sadece bakan açıklamaları sırasında canlı yayın yapılıyor. Bütün kameralar bakanın bütçe sunumunu dinliyor, sonrasında komisyon başkanı kameraları salonun dışına çıkarıyor. Milletvekillerinin konuşmalarını kameraların çekmesine izin verilmiyor. Milletvekilleri buna itiraz ettiler, komisyonun tamamının canlı yayınla yapılması savunuldu. Aslında bu bütçenin ana mantığına da bütçenin ortaya çıkışına da uygun bir taleptir. Bu talep komisyon başkanı tarafından sürekli reddedildi. Çünkü talimat yukarıdan öyle geliyor. Talimat nasıl gelirse komisyondaki milletvekilleri ve komisyon başkanı da ona göre işlem yapıyor.
Neden?
Çünkü o kadar çok kanun ihlalleri, bütçe ihlalleri, yanlış politikalar var ki; bunları tüm vatandaşların göreceği şekilde alenen tartışılmasından rahatsızlar. İstiyorlar ki vatandaş bu ülkenin nasıl yönetildiğini bilmesin. Biz hangi açıklamayı yaparsak onu duysunlar ve sonunda da oyları bize versinler, istedikleri bu. Bu bir taraftan da muhalefetin sesini kısma politikasıdır. Yanlış bir politikadır. Zaten 2017 Anayasa değişikliğiyle bütçenin anlamı tamamen ortadan kalkmıştır. Bütçe hakkı dediğimiz kavram tamamıyla ortadan kalkmıştır.
Bütçe hakkının ortadan kalkmasında yeni rejimin etkileri nelerdir?
Anayasa değişikliği öncesi bir hükümetin bütçesi Meclis’te reddedildiği zaman hükümet düşerdi. Çünkü bütçesi Meclis’te kabul edilmeyen hükümetin para harcama, vergi toplama yetkisi olmayacağı için hükümet düşer ve yeni bir hükümet kurulurdu. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçildikten sonra bu Meclis hükümetin gönderdiği bütçeyi reddetse dahi bütçe yürürlükte oluyor. Hükümet geçen yıl bütçesine enflasyon oranında artış yapmak suretiyle hem vergileri toplayabilir hem de harcama yapabilir. Meclis’te bütçenin görüşülmesi 2017’den sonra sembolik bir hal almıştır. Bu tamamen tarihe, akla aykırıdır. Demokrasinin temel ilkelerine ve bütçe sistemine aykırıdır.
Bütçe görüşmelerinde muhalefetin eleştiri odağında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi yer aldı. Yeni rejimin bütçeye yansıması nasıl oldu?
Bütçenin yapısı itibariyle çok önemli bir değişiklik görmüyor. Performans bütçeye geçildiği söyleniyor ama uygulama söylenen niteliği ortaya çıkarabilecek nitelikte değil. Performans bütçeye göre yeni tasnif biçimlerinin olması performansa dayalı olduğunu göstermiyor. Şeklen çok önemli bir değişiklik ortaya çıkmamış. Bütçe mantığında da onaylanma ve Meclis’in -yani halk temsilcilerinin- bütçe üzerindeki hakimiyeti ortadan kalkmış olmakla birlikte.
Geçen yıl genel görüşmelerde espiri olması için Cumhurbaşkanı Yardımcısına şu cümleleri kullanmıştım. Bu espiri yeni sistemde bütçenin halini göstermeye yönelikti. Espiri şöyleydi; ‘Sayın Cumhurbaşkanlığı’na teşekkürlerimi iletin. Çünkü buraya bütün bakanlıkların bütçesine bir TL koyup, geri kalan tüm kalemleri yedek ödeneğe koymak suretiyle yıl içinde tüm bakanlıkların ihtiyaçlarına ne kadar para gönderileceğine Cumhurbaşkanı resen yedek ödenekten yönetmeye kalkabilirdi.’ Gerçekten de bu duruma düştü. Eğer siz bütçede temel mantığı ortadan kaldırırsanız; bu bütçenin tamamını da şeklini de bozmaya imkan sağlayacak yolu açar. Bu bakımından bütçeye eskisi gibi parlamentonun gücünü gösterdiği halk temsilcilerinin gücünü gösterdiği, yasamanın hükümetten bağımsız ve ayrı erk olduğunu gösterme niteliğini çok zayıflatmış vaziyettir.
Döviz kurunda yükseliş devam ediyor. Bütçenin gerçekleşme ihtimali nedir?
Hükümet bütçe ödenek sınırlarını aşarak; harcamalar yapıyor. Normalde ödenek sınırları aşıldığında yeniden ek bütçe Meclis’e getirmesi gerekiyor. Böyle bir yola şuana kadar başvurmuş değil. Bütçe, kanun dinlemeyen bir hükümet yapısı var. 2022 yılı bütçesinde dolar kuru 9,27 TL’den tahmin edilmişti. O tahmine göre bütçe hazırlandı. Halbuki bütçede bazı ödenekler var ve bunlarda dolar kuruna bağlı. Mesela borçların faiz ödemeleri bütçede görülür. Borcun anaparası hazine tarafından idare edilir. Türkiye’de adettir eski borçlar daha fazla borç alınarak, ödenir. Bir taraftan borç alır, bir taraftan borç öder. Faizler bütçeden vergi gelirleriyle ödenir. Devletin dövize dayalı çok fazla borcu var. 2022 yılı bütçesine bu borç faizleri için ödenecek miktar 240 milyar TL konulmuş ama bunu dolar kurunun 9,27 olduğu hesabıyla yapmışlar. Halbuki kur yükseldi. Dövize dayalı borçlanan faizleri de TL cinsinden daha da yükseldi. Şimdiden faiz ödemeleriyle ilgili rakamın tutmayacağı anlaşılıyor. İkincisi KÖİ (Kamu-Özel İşbirliği) var. Yollar, hastaneler, köprüler… Geçsin geçmesin araba, yolcu garantisi verilmiş. Hasta garantisi verilmiş. Bu ödeme garantileri içinde 42 milyar TL koymuşlar ama kur hesabını da yine 9,27’ye göre yapmışlar. Şimdi kurun geldiği duruma göre KÖİ’lere ödeme garantileri 2022 yılında 59 milyar TL’ye çıkmıştır. Yani 17 milyar TL artmıştır. Şu anda karşılığı yok. Komisyondan Genel Kurul’a gelmeden bütçe işlemez hale gelmiş, ödenekler tutmaz hale gelmiştir. İstikrarsızlık, ekonomik kriz, yanlış yönetim sürekli gelir-gider dengelerini bozuyor.
Yıl içinde iktidarın bunu yönetme durumu var mı?
Yıl içinde herhalde -ya- vergileri arttıran kanunlar getirecekler veyahutta borçlanma yetkisini artıran kanunlar getirecekler. O kanunlarla da bütçeyi delecekler, demektir. Bütçe de bir kalemde oynama olduğu için ek bütçe kanunu gelmesi gerekir. Ama öyle bir alışkanlıkları yok. Bakalım ‘Ali kıran baş kesen, biz ne yaparsak yanımıza kâr kalır’, ‘Anayasa demek nedir ki; kanun dediğin nedir ki; biz bildiğimizi okuruz kimse de bizden hesap soramaz’ diyen bir iktidar var ve bu yapıyı da ortaya çıkaran 2017 Anayasa değişikliğidir. Türkiye’deki yapıların nasıl bozulduğu Cumhurbaşkanlığı Sistemi’yle bütçeyi birlikte düşünmekten geçiyor. Normal demokrasilerde kurumlar arasında denge-denetim ve kontrol olur. Parlamentonun iki ana işlevi vardır. Biri yasa çıkarmak ikincisi de hükümeti denetlemek. Bu yeni düzenlemeye göre Meclis’in hükümeti denetleme yetkisi hemen hemen tamamıyla kaldırılmıştır. Ya hukuki olarak ya da fiilen kaldırılmıştır.
Eski denetim mekanizmaları içerisinde sözlü soru önergesi vardı. Milletvekilleri istedikleri konuda günübirlik Meclis’te kürsüde sözlü soru sorarlardı. Bakanlar buna cevap vermek zorundaydı. Sözlü soru önergesini kaldırdılar. Veya eskiden gensoru vardı. Hükümet kurulurken; Meclis’in güvenoyunu alırdı. Hükümet yoluna devam ederken, parlamento eğer bir bakanın yanlış iş yaptığına karar verirse yani gensoru verirse -şu bakan anayasa ihlali, yolsuzluk yapmıştır, Türkiye çıkarlarını savunacak politika uygulayamamıştır- milletvekillerinin de salt çoğunlukla oy vermesi halinde o bakan düşerdi. Hükümet hakkında gensoru verirdiniz; kabul edilirse hükümet düşerdi. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde gensoruyu kaldırdılar. Parlamentonun gensoruyla ne hükümeti ne de bir bakanı düşürme yetkisi kalmadı. Ama daha önemli bir mesele var o da soruşturma önergesi de maalesef fiilen işlemez hale gelmiştir.
Soruşturma önergesinin önemi nedir? Hangi durumlarda kullanılıyor?
Bir bakanın yolsuzluk yapması halinde belli sayıda milletvekili yani bir muhalefet partisinin rahatlıkla vereceği bir soruşturma önergesi Meclis’te görüşülür. Komisyon kurulur, suçlu bulunursa Meclis onu çoğunluk oyuyla oyladığı ve kabul edildiği takdirde o bakan ya da başbakan veya Cumhurbaşkanı Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesi’nde yargılanırdı. Şimdi 2017 Anayasa’sını öyle bir değiştirdiler ki; eskiden grubu olan bir muhalefet partisinin verdiği bu soruşturma önergesini şimdi verebilmek için 301 milletvekilinin imzasına ihtiyaç var. 301 milletvekilinin imzasına ulaşmadığınız takdirde soruşturma önergesi veremiyorsunuz.
Halbuki gensoru ve soruşturma önergeleri Meclis’te reddedilse bile o bakanın ya da hükümetin kanuna aykırı icraatlarını, yolsuzluklarını tartışmak suretiyle kamuoyu ve halka mal edilirdi. Kamuoyunun bilgilenmesine yol açardı. Şimdi bu bilgilendirmeye yol açacak önerge hakkı parlamento elinden alınmıştır. Soruşturma önergesini 301 milletvekiliyle vereceksiniz, kabul edecek, komisyon kurulacak, komisyon raporu onaylanacak. Suçlu bulunursa hükümet ya da bakan Genel Kurul’a gelecek ve 400 milletvekilinin oyuyla ancak Yüce Divan’a yargılanmak üzere gönderilebiliyor. Şu andaki Meclis bileşimini düşünecek olursanız, muhalefetteki tüm partiler CHP, İYİ Parti, HDP, MHP, bir iki milletvekili olan partiler ve bağımsız milletvekillerinin tamamı oy verse bir 50 milletvekili de AKP’den oy verse yine bakanın Yüce Divan’a gönderilmesi mümkün olmuyor. Bu da soruşturma önergesini de anlamsız kılan bir iktidar var, anlamına gelir. Böyle olunca nasıl olsa gensoru ile Meclis’in düşürme yetki yok. Nasıl olursa soruşturma önergesiyle fiili olarak Yüce Divan’a gönderme yetkisi yok. ‘O halde biz istediğimizi yaparız, canımız istediği zaman Anayasa’ya uyarız, canımız istediği zaman uymayız. Yeri gelir kanuna uyarız, yeri gelir uymayız, kimsede bizden hesap soramaz’ diyen bir hükümet yapısı ortaya çıkmıştır.
Sorgulanmayan ve sorgulanamayan iktidarlar, yanlışlarında azgınlaşırlar…
Sorgulanmayan ve sorgulanamayan iktidarlar, yanlışlarında azgınlaşırlar. Bu iktidarın neler yaptığını, ne kadar büyük yolsuzluklara bulaştığını kimse hayal bile edemez. Günün birinde bunlar ortaya çıktığı zaman herkes şaşıracaktır. Bir bütçe kadar da bu ülkede yolsuzluk olmuş, haberimiz olmamış, diyecektir. Vahim bir tabloyla karşı karşıyayız. Onun için Türkiye’nin normalleşmesi için bir hükümet değişikliğine ihtiyaç vardır. Bu iktidar değişikliği ile birlikte de sistemin denge, denetim ve kontrol mekanizmalarının tekrar kurulacağı, ülkenin parasını harcayanların denetlenebileceği ve sorgulanabileceği yeni bir düzenlemeye ihtiyaç vardır.
Bütçe görüşmelerinde sert eleştirilere karşı muhalefet vekilleri hedef alındı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Özel bir sebebi var mı?
Burada bir problem var tabii ve bunun özünde şu var. Muhalefet sert eleştirdiği zaman hükümetin yanlışlarını vatandaşın önüne dökmeye çalıştığı zaman bunu şiddetle bastırmaya çalışıyorlar. Suçlayarak, karşı tarafı kriminalize ederek, devlet sırrı, milli menfaatler diyerek… Bunlar ‘devlet sırrı, ticari sır, banka sırrı’ dediklerinde bu ‘milli menfaatimizdir, devletin menfaatidir’, dediklerinde hep kendi menfaatlerini hesaplıyorlar. Bunların ortaya dökülmesi ve vatandaşların hakkının nasıl gasp edildiği anlatılmaya başlandığınızda da tempoyu yükselterek, şiddetle bastırmaya başlıyorlar. İktidar vekillerinin bu şiddetle muhalefete yönelik sertliklerinin altında bir de Cumhurbaşkanı’nın genel başkan olması ve tekrar seçimlerde onun liste hazırlaması nedeniyle bir de bakanlarında genel başkanlarına yakın olduklarını düşündükleri için gelen bakana ne kadar Cumhurbaşkanı’na bağlı olduklarını göstermeye çalışıyorlar. Bunu gösterme çabasıyla bunu yapıyorlar.
Burada da bir terslik var. Cumhurbaşkanının genel başkan olduğu bir ortamda yasama organı ayrı bir erk niteliğine kavuşması mümkün değildir. ABD’de Başkanlık Sistemi var. Oradaki başkanlarda partili başkanlardır ama Amerikan Anayasa’sı der ki; Cumhurbaşkanları mensubu oldukları partinin değil genel başkanı, yürütme ve denetim kurullarında görev alamaz, der. Yürütme organında yer alamıyor, MYK’sına bile giremiyor hatta Parti Meclisi’nde dahi yer alamıyor. Partinin Yüksek Disiplin Kurulu’na bile giremiyor. Sadece sembolik olarak partili bir başkan var. Türkiye’de öyle değil. Cumhurbaşkanı Meclis’te en çok milletvekili olan partinin genel başkanlığını yapıyor. Bu genel başkan ise Türkiye’deki Siyasi Partiler Kanunu’nun fiilen işleyişine göre ki -ben nasıl aday belirlediğini bilirim- eline kağıt kalem alıp, 600 milletvekili adayını tek tek belirliyor.
Tüm milletvekillerini Erdoğan’ın kendisi mi belirler?
Fiilen kendisi belirler. Hukuken değildir. Parti Meclisi’nde onaylanır ama… Parti Meclisi acaba listedekileri görüp mü onaylıyor, görmeden mi imzalıyor o bile tartışılır. Bunu şu anda içeridekilerin söylemesi lazım belki. Ama genel başkanın Adalet ve Kalkınma Partisi’nin PM’sine sunduğu aday listesinin tek bir tane değişme ihtimali yoktur. Bana örnek versinler. Son 3-5 seçimden. Parti yürütme organından bize şu liste geldi ve biz Parti Meclisi’nde şu ismi değiştirdik desinler, mümkün değil. Hatta MYK, MKYK’ya listeyi gönderir. Genel başkan yardımcılarının da olduğu yerdir MYK ama oradaki listede sadece genel başkanın listesidir. Böyle bir yapı var. Bunu bilen milletvekilleri ne yapıp edip, bir fırsat oluşturup, genel başkanlarının gözünde mutebar insan olma çabası ve mücadelesi veriyor. Tekrar önümüzdeki seçimlerde listeye girebilmek için ve böyle olunca da komisyon büyük bir fırsat. Bakanların Meclis’te olduğu iki gün var. Birincisi bütçe nedeniyle Plan ve Bütçe Komisyonu’na senede bir kere geliyorlar. Bir de yine bütçeleri nedeniyle Genel Kurul’a bir kez geliyorlar. İki kez gelişleri var. Plan ve Bütçe Komisyonu daha az sayıda milletvekilinin katılım yaptığı bir yer olduğu için göze girmenin en etkin yeri de burasıdır. Bu yapı gerçekten demokratik bir yapı değildir.
Uluslararası metinlerde Türkiye demokratik kurumlar arasında değil…
Uluslararası metinlerde de Türkiye demokratik ülkeler arasında değil. Demokrasi sınıflandırması vardır. Gelişmiş demokrasiler ve aksak demokrasiler vardır. Hatta ABD bile gelişmiş demokrasi sayılmaz, aksak demokrasilerin sonlarında hibrit rejimlere yakın görünür. Ama Türkiye aksak demokrasiler içerisinde de gözükmüyor. Diktatörler ile aksak demokrasi arasında hibrit rejim olan ülkeler var. Türkiye bu hibrit rejim içerisinde olan ülkelerin de diktatörlere yakın sınırlarında yer alıyor. Diktatörlüğe yakın ama diktatörlükle aksak rejimler arasındaki hibrit rejimler içerisinde olan bir ülke olarak anlatılır ve sınıflandırılır. Türk demokrasinin geldiği nokta bu. Halbuki biz yıllarca Türkiye’nin aksak da olsa bir demokrasisi var ama bu aksak demokrasiden kurtulması lazım diyerek, bütün partiler son 50 yılda demokrasinin niteliğini arttırmak için mücadele ediyordu. Sonunda bir iktidar geldi, Türkiye’yi aksak demokrasi olmaktan da çıkardı. Neredeyse tam mutlak diktatörlüklere doğru sürükleme yolunda mesafe almaya çalışıyor.
Yeni ekonomi yönetimi söylemleriyle birlikte bir bütçe döneminde daha Hazine ve Maliye Bakanı değişti. Bakanlıkların görevden alınmasını değerlendiriyorsunuz?
Şimdi yine 2017 rejimi ile birlikte önce nasıl bir garabet bir durumun ortaya çıktığını bir kez daha anlatmak istiyorum. Biliyorsunuz Berat Albayrak’ta milletvekiliydi, Lütfi Elvan’da milletvekiliydi. Yeni sistemde bir milletvekili bakan olursa vekilliği düşer. Bakanlıkta Cumhurbaşkanı’nın elindeki bir koltuktur. İstediğini getirir, oturtturur bir günlüğüne bakan yapar. Canı sıkılır ertesi gün kulağından tutar, bakanlıktan atabilir. Şimdi burada ortaya şöyle bir durum çıkıyor; zaten milletvekili olan Berat Albayrak, bakan olmuştu ama sonunda bakanlıktan istifa etti. Bakan olurken milletvekilini kaybetmişti, bakanlıktan istifa edince de bakanlığı da düştü. Ama yasama dönemi devam etmesine karşı milletvekilliğine dönemiyor. Sonunda bir vatandaştır. Aynı şey Lütfi Elvan’ında başına geldi. Dolayısıyla bu rejimde bakan olmak, eski bakanları gibi olmak anlamına gelmiyor. Bu rejimde bakanlar Cumhurbaşkanı’nın memurları gibidir. Görevden aldığı an işi biter.
Geçmişte bakanlık yaptınız. Partinizle ihtilafa girdiniz mi? O dönemde sizin de “görevden affınız” istendi mi?
Eskiden bakanlar cumhurbaşkanları da tarafsız olduğu için veya daha önceki dönemlerde seçildiğinden dolayı üçlü kararnameyle -başbakanın teklifi, cumhurbaşkanının onaylanmasıyla- görevden alınabiliyordu. Dolayısıyla başbakan şu bakanı görevden alacağım dediği zaman cumhurbaşkanı ‘hayır, imzalamıyorum’ derdi, bakanları görevden alınamazdı. Bakanlar seçilmiş olduklarından daha demokratik bir ortam olduğu için seçmen tabanları vardı. Başbakan da seçmen tabanı olan bir bakanın görevden alınmasını rahatlıkla günü birlik kararlarla oluşturamazdı.
Mesela 4,5 yıl boyunca onlarca konuda benim o dönemde başbakanla aramda ihtilaf oldu. Önüme gelen pek çok şeyi imzalamadım. Pek çok şeyi de kamuoyuna açıklamak zorunda kaldığım için basına açıklama yaptım. Hatta aylarca benim imzalamadığım bazı kararlar basında tartışıldı. Buna rağmen Tayyip Erdoğan benim görevden alınmamla ilgili cumhurbaşkanına teklifle gidememişti. Çünkü oradan dönebileceğini biliyordu. Görevden alsa bile seçmen tabanındaki etkim nedeniyle kendi siyasi konumuna zarar vereceğini düşündüğü için böyle bir şey düşünmemiştir. Aday olmayacağım dediğim zaman bile siyaseten kendi konumu açısından olumsuz olabileceği izlenimiyle iki saat beni tekrar milletvekili adayı olmam için ikna etmeye çalışmıştır. Ama ikna edememiştir. Anayasa değişikliğinden önce bakanlar, milletvekilleri bugüne göre çok daha etkin, güçlü ve fonksiyoneldiler. Halkla daha fazla bütünleşmişlerdi. Şimdi böyle bir şey yok. Bakanların ne halk tabanları var ne de hukuki statüleri eski statü değil.
Eskiden bakanlar kurulu denildiği zaman bunların ortak kararları olur, ortak politikaları olur. Meclis’ten çıkan her kanun Bakanlar Kurulu tarafından yürütülür, diye son maddesinde yazardı. Şimdi bütün kararlar Cumhurbaşkanı kararıdır. Meclis’ten geçen her kanununda son maddesi ‘Bu kanunu Cumhurbaşkanlığı yürütür’ deniyor. Anayasa değişikliği ile sistem tekilciliğe dönmüş ve onu temsil eden kişi bu kadar denetimden yoksun, ülkenin tüm parasını ve kamunun tüm gücünü eline verdiğiniz zaman doğru iş yapamaz. İnsanlar nefsine hâkim olamazlar. Nefislerinin peşinde koşmaya meyyaldirler. Kur’an da bir ayet vardır. Der ki; ‘İnsanoğlu bir dağ dolusu altın olsa bir dağ dolusu altın ister’ Bu insanın zaafını anlatan bir ayettir. Bu zaaf kurumlar tarafından denetlenme imkânı olmayan, sorgulanamayan bir tekilciliği ortaya çıkarırsa, onu temsil eden kişinin yapacağı yanlışları hayal bile edemezsiniz.
AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘faiz sebep enflasyon sonuç’ diyerek, yeni ekonomi politikasını devreye koyduklarını söyledi. Ancak döviz kurundaki artışla piyasalar allak bullak oldu. Bu politika ile iktidar faizleri ortadan kaldırabilir mi?
Bu politika faizi düşürme politikası değildir. Kamuoyuna yanlış anlatıyorlar. Hükümet veya Merkez Bankası -gerçi hükümetin talimatıyla iş yaptığı için- politika faizini düşürdü ama devletin borçlanma faizi artıyor. Politika faizini düşüren ancak devletin borçlanma faizini artıran bir karar almıştır. Son derece önemli bir hadisedir. Politika faizi Merkez Bankası ile bankalar arasındaki para alışverişinde kullanılan faiz demektir. Bu da Merkez Bankası’nın bankalara düşük faizle para vereceği anlamına gelir. Peki bu bankalar ne yapıyor? Devlete borç para veriyorlar. Devletin borçlanma faizi politika faizi düştükçe artıyor. Çünkü ekonomide risk primi artıyor. Ekonomi de riskler arttıkça devletin borçlanma faizi artar. Bu faizi azaltmaya başladıklarından itibaren devletin borçlanma faizi sürekli artıyor. Bankalar, Merkez Bankası’ndan yüzde 15 faiz ile para alacak, sonra bu parayı hazineye yüzde 20 faizle satacak. Kendi parasını kullanmadan Merkez Bankası’ndan aldığı parayı satmakla yüzde 5 faiz kazancı olacak. Bu ise hem bütçedeki faiz miktarını arttıracak hem hazinenin borç ödeme zorluklarını artıracak.
Politika faizi düştüğü andan itibaren ekonomideki risk algısını arttırdığı için kur yükseliyor. Döviz kurunu yükseltiyorsunuz. Döviz kurunun yükselmesi yabancı paranın değeri TL’ye karşı arttırmak anlamına gelir. Milli paranın değerini düşmesi anlamına gelir. Bu dönem ‘paranın pul olduğu dönem’ derler ya işte bu dönem o dur. Paramız değer kaybediyor. Tüm vatandaşlar iç piyasada maaşını TL ile alır, ödemesini TL ile yapar. Siz bunun değerini düşürdükçe bu parayı kullanan insanları yoksullaştırıyorsunuz. Aynı zamanda kur artışı politikası yoksulu daha yoksul, zengini daha zengin yapan bir politikadır. Gelir dağılımını bozan bir politikadır. Aynı zamanda enflasyonu arttıran bir politikadır. Enflasyon arttırıyorsunuz. Şeker birkaç hafta önce bir paket küp şeker 6,75 TL’ydi şimde 11 TL olmuş. İkiye katlanmış. Mazot 10 TL’ye dayanmış, çiftçi inanamıyor. Bu ülkede 6 ay önce ‘mazot 10 TL’ye dayanacak’ deseydiniz kimse inanmazdı. Gübre felaket, fırlamış. Elektrik, doğalgaz faturaları öyle. Un fiyatı uçmuş. Bu politika aynı zamanda enflasyonist bir politikadır, bütçe açıklarını artıran bir politikadır.
Dövizdeki artışların dış borca etkileri nasıl olacak?
Borçların faizleri bütçeden ödeniyor. Devletin 143 milyar dolar dış ve dövize dayalı iç borcu var. Dolar kuru 10 kuruş arttığında devletin borçları da artıyor, faiz ödemeleri de artıyor. Bu da bütçe açığını arttırıyor. Hem ülke borçları artıyor hem de devletin borçları artıyor. 425 milyar dolar tüm ülkenin dış borcu var. Her 10 kuruş arttığında 42 milyar TL dış borcu artıyor. Borç almasanız bile bu borç 42 milyar artıyor. Bir hafta içerisinde 100 kuruş artmıştır ki daha fazla. 100 kuruş üzerinden hesap etsen 425 milyar TL dış borcunuz artmış. Sadece bu yıl için kur artışlarının dış borçları ne kadar arttırdığına bakarsak, 2022 yılı bütçesinden daha fazla eder. Bu artış 2 trilyon 300 milyar gibi halbuki bütçe 1 Trilyon 750 milyar TL’dir. Durduğu yerde ülkenin dış borçları hiç borç almadan bütçe giderlerinden daha fazla arttı.
Bu ne işe yarıyor o zaman bu kur artışından birilerinin kazanıyor olması lazım. Yandaşlara verdiği bir takım döviz garantili işler var, bunlar hemen bir haftalık kur artışı nedeniyle bile 17 milyar ilave hazineden garanti alacaklar. Veya ülkede kara para var ve bu kara para dövizde dolaşıyor. Kara para sahiplerinin ellerindeki dövizler durduğu yerde değer kazanıyor. Siz iş yapsanız, çalışsanız bu kadar para kazanamazsınız. Türkiye’de çalışanları perişan eden, elinin emeğini alnının terini bu ülkenin refahı, istihdam kapasitesi artsın diyen insanları değil, hiçbir şey yapmadan stokçuluk yapanları, kara para çevirenleri zenginleştiren bir politikadır.
İktidar sözcüleri ise ihracatı arttırarak, cari fazla verileceğini ve buradan yola çıkarak da ekonomideki krizi çözeceklerini söylüyorlar. Siz bunu gerçekçi buluyor musunuz ya da Türkiye’deki ekonomi alt yapısı iktidarın açıklamalarını destekleyebilir mi?
Bu gerekçede doğru değil. Türkiye’de ekonomik krizlerin yaşandığı her dönemde zaten bütçede cari fazla vardır. Kur aniden yükseldiği zaman pahalı hale gelen ithalat azalır. İhracatta karlı hale geldiği için herkes elinde ne var ne yok dışarı satmaya çalışır. İç piyasayı bırakır, dışarı satmaya çalışır. Sizin üretim kapasiteniz, üretim bileşiminiz, üretimde kullandığınız teknoloji geleneksel ise yeni üretim teknolojilerine geçmediyseniz, üretim kapasitesini kısa sürede artıracak bir yatırım kabiliyetiniz yoksa -çünkü yatırım kabiliyeti sermayeye bağlı, dış borç almadan sermaye oluşturamıyorlar- bu takdirde ekonomiyi yeni koşullara adapte edemeyeceğiniz için söylenilen denge bir yıl ancak sağlanabilir. Sonrasında yeniden açık verir. Ekonominin yeniden yapılandırılması lazım. Sanayi ve piyasanın yapısının bu dengeyi sürdürebilmeye müsait olması lazım.
Türkiye’de eski krizlere bakın, 2001 krizinde de cari fazla var. 2009 krizinde de cari fazla var. 2018 Ağustos’unda kriz çıktı, 2019’da da cari fazla var ama ekonominin yapısı bunu sürdürmeye müsait olmadığı için ertesi yıldan itibaren tekrar cari açık verilmeye başlanmıştır. Ekonomide bir şey geliştirilmedi ki sürekli rant teşvik edildi. O halde ekonomide sürekli dengeyi sürdürebilecek iş değil. Denge kurulduğundan piyasalar emin olacak, tekrar bir şok yeme ihtimalini görmeyecekler, ekonomide dış dengenin kurulduğuna da inanmaları lazım. İnanabilir mi piyasalar inanamazlar. Çünkü hükümet ekonomideki politika değişikliğine rağmen Meclis’e sunduğu bütçe dokümanların da 2022 yılında dış ticaret açığı 47 milyar dolar olacak, cari açık 21 milyar dolar olacak, diyor. 2023 yılında dış ticaret açığı 52 milyar, 2024 yılında da dış ticaret açığı 54 milyar dolar olacak, diyor. Yani halka söyledikleri ile Meclis’e getirdikleri doküman aynı şeyi söylemiyor. Meclis’e getirdikleri doküman da dış ticarette cari açığın 2022, 2023 ve 2024’te devam edeceği yer alıyor. Resmi söyledikleri ile propaganda amaçlı söyledikleri birbirine benzemiyor, kendileri de inanmadıkları şeyleri söylüyorlar.
KAYNAK: MEZOPOTAMYA AJANSI – BERİVAN ALTAN
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***