İnsan hayatında hatalar yapar. Yanlış düşünceleri destekler. Politik tercihlerinde yanılır. Hayatın değişken ve hareketli akışı içinde insanların pek çok hatası tolere edilebilir. Fakat kimi insanlar vardır ki kötülüğü kanıksamıştır; yaptığı kötülüğün farkında bile değildir. Kötülüğün kötülük olduğunu düşünemeyecek kadar “özünü gaflete salmıştır”. Yaptığı işlerde ve düşüncelerinde hatalı olduğunu kabul etmemesini kastetmiyorum. Kastettiğim, kötülüğün farkında olmamak, kötülüğü kavrayamamak durumudur.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 500 personelini lüks bir otelde ağırlaması herkes tarafından tenkit edildi. Hükümeti ve icraatlarını destekleyenler bile en azından ekonomik krizin olduğu bir dönemde yapılan bu israfı doğru bulmadıklarını dile getirdiler. Lakin Diyanet’e yakın isimler, hatayı kabul etmek yerine sosyal medyadan, otelin fiyatının çok ucuz olduğu bilgisini yayarak, tenkitleri boşa çıkarmaya çalıştı. Daha sonra Diyanet doğrudan bir basın açıklamasıyla, bu programların 2017 yılından itibaren yapıldığını ve amacının da din görevlilerinin terör örgütleriyle daha etkin mücadelesi olduğunu vurguladı. Ayrıca “..sezon dışında uygun şartlardaki mekanlar tercih edilmektedir” diyerek özellikle fiyatın ucuz olduğunun altını çizdi.
İşte meselenin bamteli burası. Ucuz ise din görevlileri milletin parasıyla lüks otelde tatil yapabilirler anlayışı, yani kötülüğü fiyata ve maliyete bağlama düşüncesi, içine düşülen ruh sefaletinin bir göstergesidir. Bu anlayışa göre ucuz ise pekâlâ kötülük yapılabilir hatta günah da işlenebilir.
Peki kötülüğü fiyatlandırmak mümkün müdür? Bu aslında şimdiye kadar sefahat alemlerinde, batakhanelerde günü gün edip berduşluk yapamadık; çünkü paramız yoktu. Şimdi paraya, güce makama kavuştuk, artık bu zevklerden biz de yararlanmalıyız, anlamına gelmez mi? İşte bu anlayış muhafazakâr kitlenin şu an yaşadığı en büyük krizdir. Bundan dolayı da dindarların kurumsal temsilcisi konumundaki Diyanet’in bu krizi daha belirgin ve görünür kılan uygulamaları her kesimin tepkisini çekiyor. Halbuki gerçekten dine ve ahirete inanan insanlardan öncelikle beklenen dinin zühd, kanaat, iradi fakirlik gibi manevi ve ruhani yönlerini ihya etmek, yoksullara yardım etmek, yetimlere sahip çıkmak, mağdur ve mazlum toplumsal sınıfların dertleriyle ilgilenmektir. Diyanet’in dindarlar arasında nüks eden lüks düşkünlüğü hastalığını tedavi etmek yerine, israf, şaşaa ve dünya-perestlikte devletin diğer kurumlarıyla yarışa kalkışması, dine ve dindarlara karşı gelişen olumsuz tepkinin daha da büyümesine sebep olmaktadır.
Diyanet’in lüks ve israfı kötülük olarak algılamaması, şimdi fırsat bulduk biz de dünya nimetlerinden istifade edelim anlayışı yalnızca Diyanet’in değil aynı zamanda dinin toplumsal itibarını da yaralıyor. İş bulamayan gençlerin intihar ettiği, ekonomik ve sosyal krizin toplumun her kesimini etkilediği bir dönemde din adamlarının lüks ve israftan rahatsız olmaması yeni nesillerin dine olan bakışını bulandırmaktadır. İnançsızlık, özellikle gençler arasında, son dönemde hızla arttı. Bu artışın temel sebebi bilimde dini inançların anlamsızlığını gösteren yeni buluşların ortaya çıkması ya da inançsızların yeni bilimsel argümanlar geliştirmesi değil. Bu yeni inançsızlık dalgası bilimden beslenmiyor tam aksine ahlaki problemlerden kaynaklanıyor. Bugün inançsızlığın hızla yayılmasının temel sebebi inançlı görünen insanların ahlaki düşkünlükleri ve hoyratlıklarıdır.
Görebildiğimiz kadarıyla, Diyanet’i yöneten zihniyet hala meselenin otelin fiyatıyla alakalı olduğunu zannediyor. Hadi diyelim otel yöneticileri size indirim yaptı 500 kişiye daha ucuza hizmet verdi. Otel sahiplerinin bu fedakarlıkları karşılığında hükümetten alacakları ihale, kredi, vergi affı kimin cebinden çıkacak? Hadi diyelim, beş yıldızlı otelin sahipleri çok fedakâr ve dindar insanlar, din adamlarına saygı ve hürmetlerinden dolayı böyle bir indirim yapmak istediler. Diyanet’in 500 kişiye indirim yaptıracak bu itibarı Diyanet yöneticilerinin tatil keyfi için kullanmak yerine fakir ve yardıma muhtaç insanlar için kullanması gerekmez miydi?
Sezon sonu uygun fiyata kiraladınız diyelim, sıradan bir devlet memuru o otellerde sezon sonu da olsa konaklayabiliyor mu? Sizi ayrıcalıklı kılan ne? Basın açıklamanızda belirttiğinize göre, rejimin güya terör örgütü ilan ettiği gruplarla yaptığınız mücadele için personelinizi hizmet içi eğitime tabi tuttuğunuzu iddia ediyorsunuz. Bu yaklaşım ya bir kısım çevrelere ideolojik misyonu hatırlatma ya da tehdit anlamına gelir. Daha açık söylemek gerekirse, ya iktidarın taleplerini diyanet mensuplarına kabul ettirmek için onları lüks otellerde ağırlamamız gerekiyor diyorsunuz ya da biz terör örgütleriyle mücadele ediyoruz, diyerek Diyanet’in rejimi koruduğu imasıyla aba altından sopa gösteriyorsunuz.
Rejimin belirlediği politik düşmanlarla mücadele etmek dini bir kurumun amacı olamaz. Dini temsil iddiasında olan bir kurumun referansı yalnızca dindir. Dinin kaynakları arasında da devletin kutsal amaçları diye bir referans kaynağı yoktur. Devletinizin kutsal olduğunu iddia ediyor ve sizin için dinin üstünde bir konumu olduğuna inanıyorsanız, bunu açıkça deklare edin de yaptığınız hatalardan dolayı insanlar İslam dinine düşman olmasın.
Lüks otellerde konaklamaların 2017 yılından itibaren başlamış olması da 15 Temmuz sahte darbesinden sonraki süreçte Diyanet’e biçilen rolü ifşa ediyor aslında. Diyanet teşkilatı, bu süreçte din hizmetlerini temsil eden bir kurum gibi değil, güvenlikten sorumlu bir kurum gibi hareket etmiştir. 2017 sonrasında da asli görevi iktidar partisinin düşman olduğu dindar ve dine saygılı insanlardan oluşan bir hareketle mücadele etmek olmuştur. Bu maksatla kongre düzenlemiş, rapor hazırlatmış, camilerde hutbe ve vaazlar vermişlerdir. Şimdi bu mücadelenin meyvelerini lüks otellerde aldıklarını düşünmektedirler. Politikacılar her türlü yanlışlıklarını rejim düşmanı ilan ettikleri hareketlerle mücadele ediyoruz gerekçesiyle perdelediği gibi Diyanet de onları takip ederek, aynı gerekçenin ardına sığınmaktadır.
Dini bir cemaati tekfir etmek, sonra da terör örgütü ilan edip onunla yaptığı mücadelede her türlü lüks harcamayı hak ettiğini düşünen Diyanet Teşkilatı hem dine ihanet etmekte hem de toplumsal birlik ve beraberliği yok etmektedir. Ayrıcalıklı olmak, farklı yaşamak, dünya lezzetlerinden ve zevklerinden yararlanmak arzusuyla Diyanetçiler, din ve dindarlarla mücadeleyi isteyerek ve bilerek yapmaktadırlar. Diyanet yöneticilerinin partiye hizmet ve sadakat karşılığında yaşadıkları lüks hayat, din adamlarının toplum içindeki itibarını da doğrudan etkilemektedir. Geçmişte eleştirirler ‘’sahte şeyhler’’ ‘’menfaatçi din adamları’’ gibi sınırlandırıcı ifadelerle yapılırken şu an ayrım yapılmadan bütün din adamları topluca tenkit edilmektedir.
Diyanet lüks otel kiralama ile alakalı yaptığı basın açıklaması ile dini bir teşkilat olmadığını terörle mücadele eden, devletin güvenlik birimleriyle birlikte çalışan, istihbarat ve endoktrinasyon ile görevli bir birim olduğunu böylece deklare etmiş olmaktadır. Tabii bu noktada samimi ve gerçek dindarların şöyle demesi gerekir: Madem görev tanımınızı, terörle ve rejim karşıtlarıyla mücadele üzerinden yapıyorsunuz, o halde elinizi dinin üzerinden çekin, gerçek görev ve misyonunuzu açıkça ilan edin, insanları kandırmaktan ve dini istismar etmekten vazgeçin.
Şu an insanların dine en fazla ihtiyaç duyduğu zamanlardan geçiyoruz. Bütün dünya hastalık, ekonomik kriz ve sıcak çatışmalarla çalkalanıyor. Tüm bu krizlerin ortasında Diyanet teşkilatı, göreve yeni başlayan personeline kara propaganda ve terörle mücadele eğitimi veriyor. Toplumun bir kesimini şeytanlaştırmak amacıyla, “sapkınlık” ithamı içeren raporlar yazdırmak yetmedi, şimdi politik rollerini daha da pekiştirmek için lüks otellerde toplantılar düzenliyor, Devlet’in güvenliğini, birlik ve beraberliğini koruyoruz, adı altında yüzyıl önceki cumhuriyet kurucularının tehdit algılamasını bugüne taşımaya çalışıyorlar. Askeri vesayet, istihbarat vesayeti derken şimdi bir de Diyanet’in vesayeti ile karşı karşıya kaldık. Fakat unutmayalım, insan vicdanı özgürlüğe aşıktır. Bir müddet tahammül eder bazen zorbalığa ama asla sürekli değil.
AYHAN TEKİNEŞ
Kaynak: Kronos
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***