İZMİR – Türkiye’de 8 başbakan ve 13 hükümeti tarihe gömen Kürt sorununundaki çözümsüzlük, 20 yıllık AKP iktidarını büyük bir ekonomik ve siyasi krize mahkum etti.
Türkiye’nin demokratikleşmesinin önündeki en büyük engel olan Kürt sorunu, ülkede iktidara gelen hükümetler tarafından onlarca yıldır çözüme kavuşturulamadı. 21’inci yüzyılın başlarında yaşanan gelişmeler doğrultusunda, salt Türkiye’nin bir iç sorunu olmaktan çıkan mesele, bölgesel ve uluslararası bir mesele haline geldi. Özellikle Suriye iç savaşının ardından Kuzey Suriye’de statü kazanan Kürtler, uluslararası arenada da aktör olarak yer almaya başladı. Fakat sınırlar aşan sorunun çözümünde güvenlik politikalarını önceleyen iktidarlar, Türkiye’ye ekonomik ve siyasi krizler, halklara ise yoksulluktan başka çözüm sunamadı.
ÖZAL OHAL’İ KALICILAŞTIRDI
1978 yılında PKK’nin kuruluşuna kadar varlığı kabul edilmeyen Kürt sorunu, 1984 yılındaki silahlı eylemlerin ardından “terör sorunu”, “Güneydoğu Sorunu” ifadeleri ile anılmaya başlandı. Kürt sorununda güvenlik politikalarını ilk olarak kalıcı hale getiren Turgut Özal, başbakanlığı döneminde, geçici statü ile ihdas edilen köy koruculuğu uygulamasından sonra 19 Temmuz 1987’de 11 ili kapsayan Olağanüstü Hal’i (OHAL) devreye koydu.
90’LI YILLAR
1990’lı yıllara gelindiğinde söylem olarak sorunun varlığından bahsedilmeye başlandı. Fakat bu yıllarda sözde kalan vaatler savaşın tırmandırılmasıyla devam etti. Temmuz 1990 Sosyal Demokrat Halkçı Parti’nin (SHP) Kürt Raporu’nda “Doğu ve Güneydoğu Anadolu sorunu da, Kürt sorunu da Türkiye’nin demokratikleşme ve demokratik haklar sorunu ile iç içedir” ifadesi yer alırken, Kürt kentlerine OHAL’i kalıcı hale getiren Turgut Özal 14 Ekim 1991’de şöyle dedi: “Kürt meselesini mutlaka çözeceğim. Bu benim milletime yapacağım son hizmetim olacaktır. Bu meseleye bir çözüm bulamazsak büyük devlet olamayız.” Ancak sonrasında SHP çözüm için adım atmadı. Sorunun çözümü için adım atacağını söyleyen Özal ise, hala şüphesini koruyan bir şekilde öldü.
SİYASİ İSTİKRARSIZLIK
Yine dönemin iktidar yöneticilerinden olan, ne “Kürt realitesini tanıyoruz” diyen Süleyman Demirel, ne de “Avrupa Birliği’nin yolu Diyarbakır’dan geçer” diyen Mesut Yılmaz, sorunun çözümü için adım atmadı. Hatta sorunun çözümü konusunda “İspanya’nın tecrübesinden biz de yararlanacağız” diyerek çözüm için ‘Bask Modeli’ni işaret eden Tansu Çiller, daha sonra faili meçhuller ve yargısız infazlar ile anılır oldu. Kürt sorununda savaşta ısrar edilen bu yıllar aynı zamanda Türkiye siyasi tarihinin en istikrarsız dönemi oldu. Türkiye 1991 ve 2002 genel seçimleri arasında 9 ayrı hükümet tarafından yönetildi.
KÜRT SORUNU TANIMI
2002 seçiminde iktidara gelen AKP de hep çözüm vaat ettiği Kürt sorununu çözümsüz bıraktı. “Kürt Sorunu” tanımını kullanan iktidar, çözümü dillendirirken askeri operasyonları artırdı. 2013 yılında başlatılan çözüm süreci de dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan’ın masayı devirmesiyle 2015’in ilk aylarında son buldu. Çözüm sürecinde devreye sokulan “Çökertme planı” ise bugün hala Kürtlere karşı yürütülme devam ediyor.
8 BAŞBAKAN, 13 HÜKÜMET DEVRİLDİ
PKK’nin aktif olarak sahaya çıktığı 1984 yılından itibaren 8 farklı başbakanın kurduğu 13 hükümet devrildi. Sorunun çözümüne yönelik adım atamayan tüm liderler, sorunun daha da büyümesine ve siyasi krizlere neden oldu. Bir krizle gelen iktidar başka bir krizle tarih oldu. Sokaktan Meclis’e kadar erken seçim çağrılarının yükseldiği bir dönem AKP’nin de çözümsüzlükle tarih olacağı belirtiliyor.
Barış Vakfı Genel Başkanı Hakan Tahmaz ile Türkiye’de hükümetlerin Kürt sorunundaki çözümsüzlüğü değerlendirdi.
KÜRTLER ANA UNSUR
AKP iktidarına kadar Kürtlerin varlığını inkar eden bir anlayışın olduğunu söyleyen Tahmaz, ancak AKP’nin de Avrupa Birliği’ne (AB) girmeye çalıştığı için Kürt sorununu araçsallaştırdığını anımsattı. Tahmaz, “O dönem yapılan yasal değişiklikler bir demokratikleşme ufkuyla değil AB beklentilerini siyasal ranta dönüştürme amacıyla yapıldı. Bu dönem Türkiye’nin hegomonik güçleri, ordu, cumhuriyetçiler ve milliyetçiler sorunun çözümü konusunda negatif rol oynadı. İktidara karşı demokratik bir mücadele hattını sağlam temellerde örülmemesi de bu işi kolaylaştırdı. Burada en ağır faturayı ise Kürt sorununda ödedik. AKP bugün mutlak iktidar isteyen tek adam rejimini kurma yolunda yol aldı. Ama bu süreç aynı zamanda bu sorunun tüm boyutlarıyla kavranması açısından da pozitif sonuçlar üretti. Bugün Türkiye’nin geleceği açısından Kürt siyasal dinamiği, partileri ya da Kürt seçmeninin politik tutumu Türkiye’nin geleceğini belirleyen ana unsur haline gelmiştir” dedi.
GÜVENLİK POLİTİKASI
Türkiye’nin bir geçiş döneminde olduğunu vurgulayan Tahmaz, ülkenin geleceğinin iktidar ve muhalefet bloğunun HDP’ye karşı alacağı tutumla bağlantılı olduğunu aktardı. Çözüm sürecinin sona ermesinden sonra yaşanan süreci toplumsal çürüme olarak tarif eden Tahmaz, “İktidarın sorunlara çözüm bulma becerisinden yoksunluğu, isteksizliği aynı zamanda muhalefetin etkin olacağına ilişkin toplumda halen büyük bir güvensizlik, umutsuzluk var. Özellikle ekonomik krizle ilgili insanlar yarın sabah nasıl bir Türkiye’ye kalkacağını bilmiyor ve bir kutuplaşma siyaseti bütün toplumu sarmış. Bunun kaynağında bu çözüm sürecinin çok kolay heba edilmesi yatıyor. Bu anlayışın arkasında ise ‘beka’ ve güvenlik politikaları var. Türkiye tarihinde bütün iktidarlar Kürt sorunundaki çözümsüzlükleriyle kaybettiler” diye belirtti.
MUHALEFETİN DURUMU
“Bize gelecek vadeden siyasi partiler büyük bir siyasi ayrımcılığa teslim olmuş durumdalar” diyen Tahmaz, iktidarın HDP’yi kriminalize ettiği için muhalefetin de onunla görünmek istemediğini aktardı. Türkiye siyasetinin belirleyici unsurunun güvenlik siyaseti olduğunu kaydeden Tahmaz, “Güvenlik siyaseti toplumdaki tüm sorunları güvenlik merkezinden bakmaya yol açıyor. Toplum ‘tehdit var’ denilerek dizayn ediliyor. Fakat bir yandan da CHP lideri, Kürt meselesinin çözümünde muhataplıkla ilgili, yeni bir şey mi oluyor sorusunun sorulmasına yol açan, hatta iktidarı tedirgin eden sözlerde söyledi. Aslında toplumun bu sorunun varlığına yaklaşmasını sağlayan bir pozisyon aldı. Aynı zamanda gelen tepkileri savuşturmak için ‘Kandil’i yıkacağız’ lafını etti. Bu da Kürt meselesine bakışında devletin bakış açısıyla arasındaki farklılığın derin olmadığını gösteriyor” ifadelerini kullandı.
‘KÜRTSÜZ DEMOKRASİ OLMAZ’
Gelinen noktada Kürt siyasal hareketini sürece dahil etmeden Türkiye’nin nefes alma şansının olmadığını vurgulayan Tahmaz, “Bu sadece Türkiye’nin iç meselesi olmaktan da çıktı. Suriye meselesi Türkiye’yi sıkıştıran bir konuma geldi. Türkiye’nin dışında bütün aktörler Suriye’de normalleşmeye gidiyor. ‘Kürtlerin kazanımına hiçbir yerde izin vermem. Benim için tehdittir’ diyen Türkiye bu konuda yalnız kaldı. Nereye kadar direnecek. Bir iktidar bu siyaseti ilelebet sürdüremez” dedi.
KÜRTLER DIŞARIDA BIRAKILAMAZ
Kürt sorununun çözülebilmesi için bütün aktörlerin sürecin içinde olması gerektiğini söyleyen Tahmaz, şöyle devam etti: “Abdullah Öcalan ve Kandil’i dışlamak mümkün değil. HDP dışında dini ve siyasi liderler vardır. Bunların hepsini çözümün bir parçası haline getirmek gerekiyor. Sorunun ağırlığı toplumsal güce göre şekillenir. Mesela toplum Türkiye’de çözüme dair bir gelişme olduğu zaman iktidarlar İmralı ile görüşmeleri normalleştiriyor. Ne zaman şiddet, çatışma politikalarına yeniden dönülüyorsa İmralı tecride alınıyor. Önce bu hukuksuzluğu düzeltmemiz lazım. Sonra çözümün nereden başlayacağını konuşabiliriz. CHP parlamentodan başlayacağım diyor. Elinde silahı olanın silahı elinden almak için onunla konuşmak gerekir. Barışa hizmet eden hiçbir aktörü dışında tutamazsınız. Bunun yolu keyfiyete bağlı olmayacak. Bugün görüşürüm yarın görüşmem diyerek olmaz. Bu sorun çözülmediği sürece Türkiye’nin normalleşmesi mümkün değil. Çünkü hep bir engel olarak ayağınıza değer.”
MA / Tolga Güney
Kaynak: Mezopotamya Ajansı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***