1917 Şubat’ında Petrograt’ta kadınlar ekmek fırınlarını basmadan bir gün önce, bütün sol fraksiyonlar da dâhil olmak üzere Rus toplumu derin bir uykuda ve atalet içinde görünüyordu. Karamsarlık her yanı sarmıştı. Lenin, sürgünde bulunduğu Zürih’te, çevresindekilere, “bizim kuşak devrimi göremeyecek” diyor, Troçki Amerika’da, ağırlıklı olarak sanat ve kültür sorunlarıyla ilgileniyordu.
RSDİP Bolşevik fraksiyonunun, yönetiminde Stalin’in de yer aldığı gazetesi Pravda, Çarlık hükümetinin, Rus halkını bitkin düşüren savaşı sürdürme çabalarını neredeyse destekliyordu. İşte bu koşullarda, kadınların fırınları basmasıyla başlayan 1917 Şubat Devrimi, gökyüzünde aniden çakan bir şimşek gibi ortalığı aydınlattı.
1968 öğrenci hareketi, 10 Haziran günü, devrimci grupların güçlü olduğu SBF ve ODTÜ’de değil, o zamana kadar “apolitik” olarak bilinin DTCF’de, sınavdan çıkan öğrencilerin bir anda okulu işgal etmesiyle başladı ve bir gün sonra Hukuk Fakültesi’ne, oradan da İstanbul’a sıçradı. Toplumu sarsan kitlesel bir öğrenci hareketinin patlak vereceğini, ne FKF, ne DTCF Fikir Kulübü ne de diğer fakültelerin fikir kulüpleri öngörebilmişti.
15-16 Haziran 1970 büyük işçi hareketi, beklenmedik bir zamanda başladı ve iki gün boyunca İstanbul’u birbirine kattı. Böyle büyük bir işçi hareketinin olacağını sol da, işçi sendikaları da rüyasında bile görememişti.
Çok yakınlardaki 2013 Gezi mücadelesi de, Mayıs ayının sonunda, Taksim Gezi Parkı’ndaki birkaç ağacın kesilmesinden dolayı patlak verip yaz boyunca bütün ülkeyi sardı. Sol, bu başkaldırıya sonradan katıldı. Bir anda kitleler öncü, örgütler artçı olmuştu.
Örnekler daha da çoğaltılabilir ama bu kadarı yeterli sanırım.
Bu saptamalardan hareketle şunu belirtmek istiyorum: Birincisi, toplumsal başkaldırılar öngörülemez; ikincisi, toplumsal başkaldırının esas öznesi, sol örgütler vb. değil, toplum okyanusunun derinliklerindeki, uykuda olduğu sanılan ve gözlenemeyen toplumsal katmanlardır.
Toplumsal başkaldırılar neden öngörülemez ve neden beklenmedik bir anda ortaya çıkarlar? Çünkü toplumsal başkaldırının öznesi olan toplumsal kesimler, “düzensiz duyarlı insan davranışları”ndan[1] doğan karmaşık bir yapıya sahiptir ve bir okyanusun dibi gibi, görülemeyecek, gözlenemeyecek kadar derinlerdedir.
Dahası, tek tek bireylerin ya da siyasal grupların, partilerin vb. aklı ile toplumun aklı birbirinden çok farklı çalışır. Dolayısıyla da siyasal akıl ile toplumsal aklın saatleri birbirine neredeyse hiç uymaz. Siyasal akıl ya da akıllar “tamam, şimdi” dediği zaman toplumsal akıl yerinden bile kıpırdamaz. Siyasal akıl, çabalarının semere vermediğini görüp umutsuzluğa kapıldığında ise toplumsal akıl aniden başkaldırıya yönelir ve bunun için kimseden işaret beklemez. Onun için saat dolmuştur ve ân o ândır.
Bu yüzdendir ki, sokağa dökülen gruplara, gençlere saygı duymakla birlikte, çabalarının bir “öncü” hareketliliğinden öteye gitmeyeceğini söylemek (bugün önemli bir toplumsal hareketliliği temsil eden kadın eylemleri değil kastettiğim) zorundayım. Toplum, ekonomik krizin şu aşamasında “öncü”lerin çabalarıyla hemen harekete geçmeyecektir. Bu yüzden, “aman sokağa çıkmayın, provokasyona gelmeyin” diyen siyasal muhalefetin telaşı da yersizdir. İktidarın, muhalif partilerin ileri sürdüğü gibi, gençlik gruplarının barışçı gösterilerinden provokasyon amacıyla yararlanmayı düşündüğünü ise hiç sanmıyorum. Hatta iktidarın bu kadarına razı gibi bir hâli var.
Beklemek ve “okyanus”un dibinden gelecek uğultuya kulak vermek en doğrusu gibi geliyor bana. Toplumun saatinin tiktaklarının yankılarını duyabilen hassas “sismograf aletlerine” ihtiyacımız var. O ânı yakalamak için bu bile yeterli mi, emin değilim!
[email protected]
[1] Tayfun Gönül’ün Gediz Akdeniz ile Söyleşisi: Düzenden Kaosa Zuhur, Kaos, 2008.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***