YORUM | AHMET KURUCAN
Okumaya başladığınız bu yazının bir haftadır Türkiye’nin siyasi gündemini belirleyen CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun helalleşme çıkışı ile direkt alakası yok. O çıkış bir türlü “biz” olamamış Türkiye toplumunun anayasal vatandaşlık ekseninde “biz” olmasına yönelik bir çağrı. O çağrı kurumsal ya da kolektif kimlik düzleminde maziye doğru bir yolculuk yapıp herkesin ve her kesimin yanlışları ile yüzleşmesi, zulüm ettiği insan ve gruplardan özür dilemesi, İslami literatürdeki kavramla helallik alması istikametinde tarihi ve önemli bir açıklama. Benim yazımda bahsedeceğim şey ise ferdi düzlemde ve an itibariyle yaşanan somut bir hadise.
Türkiye’den bir kardeşimiz aradı. Çocukluk yıllarından can-ciğer kuzu sarması oldukları bir arkadaşından söz etti. Allah sağlık, sıhhat ve afiyet içinde uzun ömürler versin ama sahip olduğu amansız bir hastalık nedeniyle bugün-yarın vefatı beklenen birisiymiş. Yani sekerât-ı mevt halindeymiş. 15 Temmuz sonrası farklı cephelerde yer aldıklarını bilen bir başka arkadaşı ona demiş ki: “Çok güzel arkadaşlıklarınız oldu eski dönemlerde, yemişliğiniz, içmişliğiniz, gezmişliğiniz var, hakkınız birbirinize geçmiştir, helal et, sekerât-ı mevt kaç gündür.” O da benim telefon numaramı bir şekilde bulmuş ve bana telefonda biri soru, diğeri kanaat iki cümle söyledi: “Helal edeyim mi? İçimden gelmiyor.”
Neden bana telefon ediyor? “İçinden gelmiyorsa, rejimin diskurunu kullanıp kendisine terörist deyip münasebeti kesme gibi haklı bir nedeni varsa helal etmez, niye böyle şahsi bir mesele için seni arıyor?” diye düşünebilirsiniz. Ben de merak ettim bunu. Çünkü kararını vermiş ve benim onaylamamı bekliyordu. “Kırılma noktanız nedir?” dedim. Cevabı şu oldu: “Kendisinin de çok ama çok iyi tanıdığı bir akrabam 15 Temmuz sonrası darbeye teşebbüs ve üst düzey yöneticilikten içeri alındı. Bir gün onun hakkında konuşurken bana dedi ki: “Onu çok iyi tanıyorum. İddia ettikleri gibi onun katiyen darbe ile alakası yoktur. Namazında niyazında dört dörtlük bir insandır. Ama 250 şehit de orada duruyor.”
İşte bir taraftan akrabasını takdir ederken diğer taraftan 250 şehit var diyerek takdirini bir nispette geri alması onun bana söylediği “helal etmek içimden gelmiyor” kaydının gerçek sebebi.
Pekala ben ne dedim? Ben telefonda ahizenin öbür ucundan yapılan bu açıklamaları dinlerken siyasetin kamplaştırıcı ve kutuplaştırıcı öfke ve nefret saçan dilinin verdiği bir sonuç bu, diye düşündüm. Kaldı ki Türkiye son 6 yılda zirve yapan bu söylemler ve onların oluşturduğu sorunlarla aslında kuruluşundan bu yana boğuşuyor. Öyle örnekler biliyoruz ki bir asra yaklaşan Cumhuriyet Türkiye’sinin tarihinde bırakın aynı mahallede iki komşuyu, iki arkadaşı aynı ailede içinde babanın oğula, annenin kızına, dede ve ninenin torunlarına düşman olduğu nice örnekler yaşanmış ve hala yaşanıyor. Dolayısıyla benim için şaşırtıcı değil.
Şunu dedim ona: 15 Temmuz 2016 sonrası bunu söylediğine göre o günün psikolojisinden etkilenmiş olabilir. Devletin darbe teşebbüsü ile alakalı resmi açıklamalarına “devlet yalan söylemez” diye inanmış olabilir. Orantısız bir güç kullanarak Cemaat’in tüm fertlerinin üzerine gelindiği için korkmuş olabilir. İlkokul mezunu orta halli işinde, aşında bir insan. Derin siyasi analizler yapabilecek bir kapasiteye sahip olmadığı gibi bilgi ve tecrübesi de yok. Dolayısıyla böyle bir insandan bir zamanlar Veysel Ayhan’ın “15 Temmuz’un cevaplanmayan 25 sorusu” başlıklı yazısında olduğu gibi 15 Temmuz ile alakalı resmi söylemlerle hakikatler arasındaki boşlukları ve çelişkileri görmesi ve bunları sorgulamasını bekleyemezsiniz.
Kaldı ki Veysel Bey’in o yazısının çok çok daha ötesinde askeri uzmanlardan tutun devlet bürokrasisinde yerini alan görevlilere, mahkeme tutanaklarında yer alan ifadelerden tutun bağımsızlığını kısmen koruyabilmiş ve yurt içinde korku çeperini aşan gazetecilerin yaptıkları derinlikli tahliller var şimdi. Mesela o arkadaşının “Neden 15 Temmuz meclis araştırma raporu yayınlanmadı? Neden mahkemeler duruşmaları TRT’den canlı yayınlanmıyor? Neden bu konuda Meclis’e verilen araştırma önergeleri AKP ve MHP oyları ile reddediliyor? Neden Hulusi Akar bu darbe teşebbüsüne rağmen yerini korudu hatta ikbal basamaklarını tırmandı? Neden Hakan Fidan darbe komisyonuna sözlü ifade vermeye gitmedi?” gibi sorular sorması beklenir. Çok basit sorular bunlar. Uzman olmaya da gerek yok. Velev ki A Haber bile olsa gündelik haberleri dinleyen her insan sormalı bu soruları ama elini vicdanına koy ve kendine sor: Onun bunları düşünebileceğine, düşünse bile o korku cumhuriyetinde bunları seslendirebileceğine inanıyor musun?
Konuşmamız bu minval üzere devam ederken bir şey daha dedim: 15 Temmuz sonrası başlatılan ve hala devam eden cadı avı sürecinde anne-baba kendi evladını devlete şikayet etti. “Benim oğlum/kızım Cemaat mensubudur, gelin alın” dedi. Yıllarca hapis yattı nice insan anne babasının şikayeti üzerine. Halbuki işin aslına bakarsanız bir zamanlar oğlunun kızının Cemaate mensup okullarda okuması, yurtlarda kalması kararını veren bizzat o baba ve o anneydi. Oğul ya da kız sırf bu iltisak nedeniyle terörist ise, o teröristin yetiştirilmesine vesile olan, hukuki dille ifade edecek olursam teröre yardım ve yataklık yapan bizzat o babadır, o annedir. Dolayısıyla onların da mevcut kanunlar çerçevesinde yargılanması, tutuklanması ve hapis cezası alması gerekir. Bu zaviyeden bakacak olursan arkadaşının akraban için söylemiş olduğu söz belki de çok masum kalıyor. Öyle değil mi dedim?
Benim bu bağlamda vermek istediğim mesaj onun hakkını helal etmesi istikametindeydi. Onun da bunu anladığına adım gibi eminim. Ama aklı ikna olsa da kalbi tatmin olmamıştı ve bu ses tonundan belliydi. Nitekim telefon konuşmasını sonlandırırken benim bu kanaatimi haklı çıkartan bir söz söyledi; “Eh bakam!” Bizim oraların meşhur sözüdür. Bir mevzuda nihai kararı veremediğin ve “İşi oluruna bırakıp bakalım sonucu ne olacak bekleyip görelim” manasını taşıyan bir ifadedir bu.
Haklı mı? Bilemem. Ama bildiğim bir şey var: 6 yıldır hayat ona zehir. Ölüm yolda bulunmuş bir inci. Parçalanmış bir ailenin sahibi ve sorumlusu. Çalışacak iş bulamıyor Cemaate iltisakı nedeniyle. Bu aşamada onu anlıyorum demek büyük bir iddia olur ama anlamaya çalışıyorum. Kalbi kırık. Yıllar süren sık dokulu arkadaşlık münasebeti içinde gördüğü, bildiği ve takdir ettiği akrabasına sırf iktidarın diskuruna kanarak “250 şehit de orada duruyor” demesi zehirli bir hançer gibi bağrına saplanmış ve o zehirli hançerin açmış olduğu derin yarayı kapatamamış.
Ne diyelim? Allah’ın beyanı tam da burada nasıl düşünmemiz gerektiği konusunda bir rehber: “Herkes kendi karakter ve seciyesine göre hareket eder.”
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***