YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN
Kapalıçarşı’da 10 Kasım 2021. Esnaf saat 9’u 5 geçe saygı duruşuna geçiyor. Alışverişe gelen insanlar da öyle. O arada müşteri olduğu anlaşılan biri yürümeye devam ediyor. Saygı duruşunda bulunan esnafın bir bölümü, yürüyen adama sözlü olarak tacizde bulunuyor. Adam onlara doğru dönüyor. Ardından bir itişme yaşanıyor. Etraftakilerin de katılımıyla saygısızlık yaptığı iddia edilen adama bir “ders” verilmek istenmekte! İnsanlar birbirlerine bağırıyorlar. Bunların tümü saygı duruşu esnasında yaşanıyor. Aradan birkaç gün geçiyor. Zafer Partisi genel başkanı Profesör Ümit Özdağ Kapalıçarşı’ya gidiyor. Olayın gerçekleştiği yerde, “saygısızlık eden” adama “haddini bildiren” esnafla birlikte bir video çekimi yapıyor. Genç adam “Türkiye Cumhuriyetini kuran Mustafa Kemal Atatürk’tür. Saygıyla anıyoruz!” diyor.
Nedense Türkiye’de elmalarla armutların birbirine karıştırılmasından ısrarla vazgeçilmiyor. Atatürk’e 10 Kasım’da saygı duruşunda bulunmak güzel bir gelenek. Fakat bunun bir zorunluluk olmasının, hatta bu geleneğe önem vermeyenlere yaptırımda bulunulmasının farklı boyutları var. Bir ülkenin kurucu liderinin ölüm yıldönümünde isteyen vatandaşların saygı duruşunda bulunmayı seçmeleri ne kadar normalse, bazı vatandaşların saygı duruşunda bulunmayı seçmemeleri de o kadar normaldir. İnsanlar birbirlerinden farklı düşünebilir, birbirlerinden farklı duygulara sahip olabilir, aynı olayı farklı açılardan görebilir, farklı sonuçlara varabilir. Atatürk gibi önemli bir tarihsel figürün devlet kurucusu ve Kurtuluş Savaşı’nın komutanı olması sıfatıyla devlet törenleriyle anılması, okullarda bu konunun 10 Kasım’larda işlenmesi, ders kitaplarında yer alması gibi yaklaşımlar ne kadar normalse, 10 Kasım’larda gönüllülük esasına bağlı saygı duruşu geleneğinin insanları zorlamaya dönüştürülmesi, saygı duruşunda bulunmayan insanların sözlü veya fiziksel tacize uğratılması o kadar anormaldir!
Birileri saat 9’u 5 geçe saygı duruşunda bulunurken, diğerlerinin olağan yaşamlarına, işlerine-güçlerine devam etmelerinden doğal ne olabilir? İnsanların yasalara aykırı olarak – ya da yasal bir dayanak olmaksızın – bir şeyi yapmaya veya yapmamaya zorlanması baskıcılıktır ve faşizmdir. Saygı duruşunda bulunan insanlara yönelik bir taciz olsaydı, o insanların da temel haklarını savunur, tacizi kınardım. Çünkü önemli olan bir özgürlüğün kullanımıdır. İnsanlar istediklerini yapıp yapmamakta özgürdür. Burada barem, yasalardır. Daha da ötesi, eğer yasayla da zorunlu kılınsaydı, bu bir saygı duruşunun zorunlu olmasını haklı çıkartmaz, meşrulaştırmazdı. Aynı şekilde, bir yasa maddesiyle saygı duruşunda bulunmayı da kanuna aykırı ilan edemezsiniz. Bu yapılırsa, hukuk devleti ile kanun devleti arasındaki ince sınırın farkına varırsınız. Her kanuni olan şey adil olmaz. Yasaların evrensel hukuk ilkelerine uygun olması, hukuk devletinin ve hukukun üstünlüğü anlayışının temelidir. Dolayısıyla, Atatürk için saygı duruşunda bulunmak ne kadar hak ise, saygı duruşunda bulunmamak o kadar haktır. Burada söz konusu olan tek barem vicdandır.
Diğer boyut, temel hak ve özgürlüklerin engellenmesidir, ki bu olayda esas önemli olan boyut budur. Bir kişi ya da grup, diğer bir kişi ya da grubun özgürlüklerine müdahalede bulunamaz, onların özgürlüklerine engel olamaz. Bir kişi ya da grup, diğer kişi ya da gruplara kendi saygı ölçütlerini dayatamaz. Saygı, öz seçimle alakalıdır ve zorunlu kılınırsa saygı olmaktan çıkar, zorunluluğa dönüşür. Saygı duruşu eğer bir saygı ifadesiyse, burada eleştirilmesi gereken şey, saygı duruşu ifa etmekte olanların, başka birinin saygı duruşuna katılmamalarından ötürü saygı duruşunu bırakıp, vandallaşmaları olmalıdır. Yürümeye devam eden vatandaş bir saygısızlık yapmıyor. Ancak saygı duruşuna katılanların bir bölümünün adamın yürümesine tepki olarak onu taciz etmeleri ve kargaşa çıkartmaları, saygı duruşunun ahenginin ve atmosferinin de tümüyle bozulmasına yol açıyor. Bu durumda saygısızlığı yapan aslında kimdir? Yürümeye devam eden vatandaş mı? Yoksa ona müdahale eden insanlar mı? Eğer Atatürk’e saygı duruşu ile minnettarlık hislerini göstermek isteyenler bu duygularında samimiydilerse, saygı duruşunun ahengini bozmamaları gerekmez miydi? Yoksa bu yapılan ritüel sadece adet yerini buldun türü bir gösteri mi? Hangisi? Eğer birincisi olsaydı, saygı duruşunun ne pahasına olursa olsun korunması ve gereğinin ifası gerekmez miydi?
Bir diğer boyut, Atatürk’le ilgili her şeyin bir tür forma, prosedüre, kurala, devlet politikasına dönüştürülmesidir. Normal ülkelerde tarihi kişilikler, devlet kurucuları, ülkelerine katkıda bulunmuş insanlar elbette ki anılır. Bu anılış kimi zaman formel törenlere de dönüşebilir. Ancak resmi bir törene katılmak ya da katılmamak zorunlu olamaz. Dahası, sokağa yansıyan bir saygı duruşu geleneği, resmi bir prosedür değildir, daha önce değindiğim gibi sadece bir gelenektir. Neden Atatürk’le ilgili her şey bir tür ayrıştırma malzemesi görevi görüyor diye sormayalım mı? Atatürk’ün tüm ülkeye mal olmuş ve toplumun büyük çoğunluğu tarafından takdir gören herhangi bir politikası, reformu, devrimi, zaferi, uygulaması yok mu ki bu kadar endişelisiniz? Neden insanların Atatürk’le ilgili olan algılarını devlet eliyle yönlendirme gereği hissediyor, Türkiye devleti?
Yine önemli bir diğer boyut, bu tür lider kültlerinin, uygulandıkları ülkelerin rejimleri hakkında bize verdiği fikirdir. Bir tarihi lideri ilahlaştırma, ona dokunulmazlık atfetme, onu eleştirilmez kılma, onu hatadan münezzeh sayma, ona doğaüstü yeti ve güçler atfetme, onun aşılmaz olduğuna, olağanüstü olduğuna, her yaptığının doğru olduğuna inanma, demokratik açık toplumlarda görülmez. Tam tersine, totaliter ve otoriter rejimlerde bu tür lider kültleri yaratılır ve devlet eliyle endoktrine edilir. Kuzey Kore’de parti başkanı lider öldüğünde insanlar normal olmayan görüntüler verir, sesli ve demonstratif biçimde ağlar, abartılı öz-eziyetlerde bulunanlar, hatta intihar edenler görülür. Ülkede hayat durur, günlerce yas ilan edilir. Sovyetler Birliği gibi örneklerde ülke kurucuları mumyalanır ve müzeye konur, düzenli olarak ziyaret edilir. Hitler rejiminde Hitler’in konumu da böyledir. Hitler savaşın sonunda intihar ederken onunla beraber yüksek rütbeli birçok Nazi de intihar eder. Liderleri olmadan yaşamalarının bir anlamı yoktur! Tüm bu totaliter-otoriter örneklerde lider, fani bir kişi olmaktan ziyade, bir tür yarı-tanrısal, putlaştırılmış, anıtlaştırılmış, devleti ve rejimi sembolize eder hale gelmiş semboldür. Oysa demokratik hukuk devletlerinde liderlerin hiçbirine böyle bir statü ve irrasyonel konum atfedilmez.
10 Kasım’da ben çocukken okullarda zorunlu saygı duruşları ve törenler olurdu. Sonradan bunlar kaldırıldı. Bu törenlerde uzun saygı duruşları ve karamsar-kasvetli programlar adetti. Haliyle herkes üzgün bir tavır takınmaz zorundaydı. Öğrencilerden biri kazara gülümseyecek ya da arkadaşlarıyla konuşacak olsa, fiziksel şiddete maruz kalırdı. Birçok kez öğrencilerin bu nedenle dayak yediklerine, taciz edildiklerine tanık oldum. Diğer bir vaka, bu törenlerin tümüyle bir askeri disiplin içermesiydi. Askeri düzen, askeri yürüyüş ve bir örneklik, tek tiplik ve sert hiyerarşik saygı, Atatürk’ü anmanın gereği olarak olağan kabul edilirdi. Bugün, bu tarihi endoktrinizasyonun etkileri yaşanıyor. Ümit Özdağ, Kapalıçarşı esnafının yaptığı “had bildirmeyi” kendince “onurlandırırken” bu üniformist ve askeri totaliter mantaliteye göre hareket ediyor. Oysa bu yapılan baskı ve şiddet, Atatürk’e saygı falan sağlamaz. Ancak devletin esas rejimini açık eder. Bu rejim demokrasi değildir. Bu devlet de bir hukuk devleti değildir. Atatürk böyle bir ülke mi var etmek istedi, emin değilim. Eğer bunu arzu ettiyse, saygı duruşu anlamlı mı, takdir sizlerin. Yok, eğer onun hedefindeki ülkenin bu olmadığına inanıyorsanız, o zaman da Kapalıçarşı’daki vandallık ve faşizanlığın 10 Kasım’ın ruhuna uygun bir davranış olmadığını söyleyebilirim.
Kognitif terapiye gereken, ciddi yaraları tedavi edilmeyi bekleyen, her şeyiyle bölünüp parçalanmış, iliklerine kadar siyasileşmiş ve kutuplaşmış bir toplum var; işte önümüzde duruyor. Hiçbir değer, ideal, norm veya lider bunları birleştiremiyor. Ülkenin kurucusu Atatürk bile! Ne yazık! Bize zulmedenler, mutlu değiller. Birbirlerinin kurdu olmuş, fırsat bekliyorlar. Korkarım 1930’ların Almanya’sı gibi, İtalya’sı gibi bir dönemde ülke. Bu tür puslu havalar hep Ümit Özdağ ve benzerlerine altın fırsatlar sunar. Son beş yılda gördüklerimiz de sanırım bu tanıyı doğrular. Acil şifalar dilemekten başka elimizden bir şey gelmiyor!
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***