Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu 28 Ekim’de “Enflasyon Raporu” üzerine bir basın toplantısı düzenledi. Toplantı AKP iktidarının para politikasının yönüne dair önemli sinyaller içeriyordu.
Toplantıya konu olan raporla Merkez Bankası yıl sonu enflasyon tahminini yüzde 14’ten yüzde 18’e yükseltti. Yani faiz indiriminin enflasyonu düşürmediğini, tersine yükselttiğini resmen tescil etmiş oldu. Ama Ağustos’a kadar “faiz oranını enflasyonun üzerinde belirleyeceğiz” demiş olan Kavcıoğlu, bu toplantıda tam bir U dönüşü yaparak, cari açık kapanana kadar düşür faiz politikasının sürdürüleceğini ilan etti. Bu açıklama, izleyen muhabirlerin gözlerinin faltaşı gibi açılmasına sebep oldu. Zira eğer para politikası cari denge sağlanana kadar düşük faiz – ucuz TL yönünde sürdürülürse, bu enflasyonda bir patlamaya yol açacaktır.
Kavcıoğlu, “ithal ikames” ile ithalatın azaltılacağını, ucuz TL ile de ihracatın artırılacağını, böylece cari denge sağlandığında, dövizkurlarının da bu noktada dengeye geleceğini söyledi. Bunun kalıcı fiyat istikrarını sağlayacağını öne sürdü. Ancak gazetecilerin sorularına rağmen “o noktaya” dair projektisonlarını ise açıklamadı. Faizlerin ve kurun hangi seviyesinde cari açık ortadan kalkacaktır?
Yapısal olarak dışa bağımlı Türkiye ekonomisinde TL’yi değersizleştirerek ithalatı kısmanın ve ihracatı artırmanın belli sınırları var. Türkiye büyüdüğü yıllarda cari açık veren, sadece ekonomik daralma yıllarında cari fazla veren bir ekonomidir. Yapılsal özelliği budur. Şimdi Kavcıoğlu, hem büyüyüp hem cari fazla vermekten söz ediyor. 2021’in ilk 9 ayında 32,4 milyar dolar dış ticaret açığı vermiş bir ülkeden söz ediyoruz. Dolar kurunun hangi noktada ithalatı yeterince baskılayacağını bugünden öngörmek ya da planlamak asla mümkün değildir. “Cari açık kapanana kadar düşük faiz” demek dolar kuru (farz-i misal) 25 TL’ye kadar da çıkarabilir. Bunun halk kitlelerine maliyeti aşırı yoksullaşma olacaktır. Aşırı ihracat yüklenmesi, fabrikada ucuz işgücü, çarşı-pazarda yüksek enflasyon anlamına gelecektir. Servetini döviz cinsinden tutanlar daha zengin olurken, gelirin TL cinsinden elde edenler (büyük coğunluk) daha yoksul olacaktır. Ucuz konut kredileri sayesinde bolca satış yapacak olan müteahitler ise bu politikadan en büyük faydayı elde edecek sermaye kesimi olacaktır.
Ayrıca Türkiye öyle mega ihracat rekorları falan da kırıyor değil. İktisatçı Oğuz Demir’in aktardığına göre ihracat 2014 seviyelerinde. O zaman dolar 2 TL’ydi, şimdi 9,6 TL. Yaklaşık 5 kat daha fazla para kazandırıyor. Aynı miktardaki ihracat (Birgün, 28.10.2021) aradaki farkı da işçilerin daha çok sömürerek çıkarmaya çalışıyorlar. Kaldı ki, ihracat artarken, ithalat da boş durmuyor! 2021 yılı Ocak-Eylül döneminde ihracat % 36 artarken, ithalat da % 23,7 artmış. İthalatın değer endeksi, kur yükselişinden dolayı arttığı için, cari açıkta da öyle dişe dokunur bir azalma da henüz görünmüyor.
İthalat ikamesi mi dediniz?
TÜİK’in son verilerine göre Ocak-Eylül döneminde Türkiye ithalattının % 76,6’sını ara mallar oluşturmuştur. (Bir Gün, 28.10.2021). Bu ara mallar ithal ediliyor. Türkiye’de işleniyor ve ihraç ediliyor. Kavcıoğlu’nun “İthal ikamesi sağlarız” demesi kolay, ama bunu yapmak hiç kolay değil. İthalatınızın dörtte üçünü oluşturan ara mallarını Türkiye’de üretmek demek sanayinin neredeyse tümüyle yeniden yapılanmalı demektir. Daha bunun ithal makinesi var, ithal enerjisi var vb.
Kaldı ki daha Ağustos’a kadar “enflasyon üzerinde reel faiz vereceğiz” deyip birden bundan çark eden bir bürokrat için, “ithal ikamesine geçiş” fazla büyük bir laf. Zira ithal ikamesi bugünkünden büsbütün farklı, başka bir sermaye birikimi modelidir. Türkiye’nin 1960-1980 dönemindeki modelidir. Bu model en başta serbest döviz karlarıyla çalışır. Dahası bu model devlet fiyat kontrollerini, yüksek gümrük vergilerini, yoğun KİT’leşmeyi (devletin fabrika kurmasını!) da içerir.
Kısacası, halk tabiriyle “Taş atmaya niyeti olmayan kayaya davranır”. Enflasyonla mücadeleden vazgeçen Kavcıoğlu da bunun üstünü “cari denge” ve “ithal ikamesi” sözleriyle örtmeye yeltenmiş. 12 Eylül darbesiyle gelen “ihracata yönelik sanayileşmenin” şampiyonu, özellike 2008 sonrasında tarım ve sanayide aşırı ithalat bağlılığının faili AKP’nin ithal ikamesi” modeline geçmesi mümkün değildi. Olsa olsa bu örtü altında yandaş sermayeye yapılacak bir takım “yerli ve milli” kıyaklar görebiliriz.
Merkez Bankası kurlara neden müdahale etmiyor?
Kavcıoğlu’nun basın toplantısında en çok gururlandığı an, Merkez Bankası (brüt) rezervlerinin 126 milyar dolara çıktığı ilan ettiği andı. Peki böylesine sağlam rezervlere sahipse, Merkez Bankası döviz kurlarının adeta kontrolden çıkmış bir görüntü veridiği bu günlerde neden döviz kurlarına müdahale etmiyor?
Öyle ya, Berat Albayrak döneminde, faiz indirimleri, Merkez Bankası’nın dolambaçlı yollardan piyasaya döviz satışıyla birlikte gelirdi. Bu amaçla Hazine ile MB arasında gizli bir protokol imzalandığını, MB nakit döviz rezervlerinin bu protokole dayanılarak kamu bankaları vasıtasıyla satıldığını çok sonraları öğrendik. Böylece bu döviz satışları Merkez Bankası’nın sitesinde ilan edilmiyor, faiz indirimlerine rağmen kurun fazlaca kıpırdamadığını gören kamouyunu yanıltmak mümkün oluyordu. “Demek ki faiz indirimleri kur artışına yol açmıyor” izlenimini yaratmak uğruna MB’nin milyarlarca dolarlık nakit döviz rezervini satması gerekmişti. 2018-2020 döneminde bu şekilde satılan ve sonra yerine konulmayan nakit döviz rezervinin 30 ile 40 milyar dolar düzeyinde olduğu hesaplanmaktadır.
Bu şimdi neden yapılmıyor? Yanıt basit: çünkü yapılamıyor. Artık Merkez Bankası’nın bu şekilde satabileceği nakit Dolar/Euro/Sterlin (rezerv para) kaynakları yoktur. Elde avuçta kalan Güney Kore Wan’u, Çin Yen’i, Katar Riyalı sıvaplarıyla dolar veya euro kurlarının gidişini etkilemek mümkün değil. Bankaların Merkez Bankası’nda zorunlu olarak tuttuğu nakit dövizleri de bu amaçla kullanmak kolay değil. Zira yerlerine konmaları gerekir. Ödünç paralarıdır bunlar. MB altın rezervleri de bu bakımdan kullanışsızdır, zira önce dolar/euroya çevrilmeleri gerekir ki MB kütlesel ölçekte dolar euro alırsa kuru düşürmek yerine daha da yükseltecektir.
Demek ki, brüt rezerv ile net rezerv aynı şey değilmiş! Zamanında elindeki nakit dolar/euro rezervlerini hesapsızca eriten, bu sebeple svap hariç net rezervleri eksi 37,5 milyar dolara düşen bir merkez bankası, döviz kurların pratik müdahalede bulunma imkanlarından da büyür ölçüde yoksundur. Ancak çok özel durumlarda, bir ekonomik bunalımı önlemek için sigorta gibi kullanılabilecek bu nakit döviz rezervleri, vakti zamanında müteahhitlere faiz dopingi yapabilmek uğruna harcandı ve tükendi. Öyleyse, bir kez daha soralım “128 milyar dolar nerede?”
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***