Fehmi KORU
Cumhur İttifakı meramına erdi sayılabilir. Karşı ittifakın –Millet İttifakı– cumhurbaşkanlığı seçiminde kimi aday göstereceğini sorguluyor ve CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nu “Ben adayım” demeye zorluyorlardı; henüz kendisinden “Ben adayım” keskinliğinde bir açıklama gelmese bile, CHP’li zihinlere liderlerinin aday olabileceği fikri yerleşti.
Sanırım AK Parti rahatlamıştır.
Kemal Kılıçdaroğlu AK Parti’yi rahatlatmak için adaymış gibi görünmek istemiş de olabilir.
Artık hangisiyse…
Şimdi de sıra Millet İttifakı’nın sorgulamasında. Onlar da AK Parti genel başkanı da olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın önümüzdeki seçimde aday olmayacağını benimsedikleri görüntüsünü veriyor ve onun yerine kimin bayrağı teslim alacağını sorguluyorlar.
O çevrelerde şu sıralarda en çok sorulan, “Tayyip Erdoğan’dan sonra AK Parti’nin başına kim gelecek?” sorusu…
Bu sorunun şimdi yeri midir, bilemem, ancak AK Parti’de o soruya cevap verebilecek kimsenin olmadığını biliyorum.
Partide önemli isimler trenden itildiği için alternatifi kalmadığı, kendi haline bıraktığı takdirde fazla uzak olmayan bir gelecekte Özal sonrası ANAP veya Demirel sonrası DYP durumuna düşebileceğini düşünerek, AK Parti genel başkanlığını cumhurbaşkanı seçildikten sonra bırakmamıştı Tayyip Erdoğan…
Kendi haline bıraktığı halde AK Parti’nin yeni genel başkanıyla gücünü sürdürebileceğini öngörebilseydi, Tayyip Erdoğan, cumhurbaşkanlığı sorumluluğu ile yetinir, her ikisi de olağanüstü ağır iki yükü birden üstlenmezdi herhalde.
Özal ne yaptı, Demirel ne yaptı?
Gençler Turgut Özal ve Süleyman Demirel’in cumhurbaşkanlığına çıkış süreçlerini hatırlamıyor olabilir.
Özal cumhurbaşkanı olmaya karar verince, Anavatan Partisi’nin başına gelecek kişiyi belirlemek için ilginç bir yönteme başvurmuştu. Partinin ileri gelenleri olarak bilinen, herbiri kendisinin başbakanlığı sırasında bakanlıklar yapmış 18 isim ilan etmiş, partinin onlardan birinin liderliğinde yoluna devam edeceğini açıklamıştı.
Basının kısa sürede ’18 büyük Türk büyüğü’ adını taktığı isimler, doğal olarak, uygun görüldükleri parti liderliği ve başbakanlık görevini en iyi kendilerinin yapabileceğini gösterme yarışına girmişlerdi.
Rahmetli Özal, Meclis’te cumhurbaşkanı seçildiği ve yemin ettiği günün akşamı, Çankaya Köşkü’nde verilen davette, içlerinden birinin başbakan olarak atanmasını bekleyen 18 ismi ters köşeye yatırmıştı.
O isimler arasında yer almayan Yıldırım Akbulut’u başbakan atayan kendisinin ilk cumhurbaşkanlığı kararnamesini imzalayarak…
Özal’dan sonra, onun vefatı üzerine boşalan cumhurbaşkanlığına aday olduğunda, Süleyman Demirel, Doğru Yol Partisi genel başkanlığı ve başbakanlığa kimin geleceğini belirlemek için farklı bir yöntem izledi: Halefini kendisi açıklamadı, adaylar arasındaki tercihi yapılacak ilk kongrede parti delegelerine bıraktı…
Halef berlilemek için iki liderin tuttuğu birbirinden çok farklı iki yöntem de Özal ile Demirel’in beklediği sonucu doğurmadı. ANAP’ta Yıldırım Akbulut da, sonraki ilk kongrede onu genel başkanlıktan deviren Mesut Yılmaz da iktidarı tek başına elde tutabilecek bir varlık gösteremediler. DYP’de de, kongreden genel başkan ve başbakan olarak çıkan Tansu Çiller’in iktidarı uzun soluklu olamadı.
Bugün her iki parti iktidar adayı olmaktan çok uzak, seçim barajını aşamaz durumdalar…
Zaman zaman “Acaba Özal ve Demirel kendilerinden sonra tufan olmasını mı arzu etmişlerdi?” diye düşünmüşümdür.
Bizde adet Batı’dan farklı
Toplumda karşılığı bulunan partilerin liderlerinin görevlerini kendiliklerinden yeni bir yüze bıraktıkları bizde pek görülmüyor.
CHP’nin uzun yıllar liderliğini yapmış Türkiye’nin ikinci cumhurbaşkanı İsmet İnönü, parti kongresinde genç Bülent Ecevit karşısında yenilene kadar genel başkanlıkta kalmakta direnmişti.
MHP’de Devlet Bahçeli parti içi iktidarını tehdit etmeye başladığını gördüğü Meral Akşener ile arkadaşlarına kapıyı göstermiş, onlara yeni bir parti ile siyasete devam dışında bir seçenek bırakmamıştı.
Partilerde liderin alternatifine yer yok.
Bu bizde böyle.
İngiltere’de hem Muhafazakar Parti’de hem de İşçi Partisi’nde son 40 yılda pek çok lider değişti.
En son Almanya’da Angela Merkel birden bire “Bundan sonra ben yokum” dediğinde yerine talip olan bir değil birden fazla alternatif lider adayı çıktığı görüldü.
Esas sorulacak soru
Güvendiği kamuoyu yoklamaları aday olduğunda seçilmesinin mümkün olmadığını gösterdiği takdirde Tayyip Erdoğan’ın kazanamayacağı bir seçime girmeyeceği kanaatimi daha önce burada ve birkaç programda açıklamıştım. Hala aynı görüşteyim. Cumhurbaşkanlığı adaylığı için seçilebilecek birini arayacaktır Tayyip Erdoğan ve kendisi AK Parti liderliğinde kalacaktır.
Dolayısıyla “Ondan sonra yerine kim AK Parti’ye lider olur?” sorusu her iki durumda da anlamsız.
Seçilebileceğine inanırsa hem cumhurbaşkanlığında hem de AK Parti genel başkanlığında devam edecektir Tayyip Erdoğan; seçilemeyeceğini anlarsa cumhurbaşkanlığı seçimine girmese bile AK Parti’nin başında kalmayı sürdürecektir.
Esas sorulması gereken sorunun ne olduğu bu tahlilimden herhalde anlaşılmıştır.
Sorulması gereken soru “Tayyip Erdoğan herhangi bir sebeple cumhurbaşkanlığına aday olmamaya karar verirse, yerine seçilebilecek biri olarak kimi düşünür?” sorusudur.
AK Parti’de şu sırada tartışılan iki konu var.
İlki, “Anayasanın bir kişinin ancak iki dönem cumhurbaşkanı seçilebileceğine dair bağlayıcı maddesini aşmanın tek yolu seçim tarihini erkene almak; bu durumda acaba bir sonraki seçimi tarihini erkene alarak mı yoksa baskın seçimle mi aşalım?” sorusudur.
Meclis erken seçim kararı alırsa iki dönem seçilmiş biri yeniden aday olabiliyor anayasaya göre…
İkinci soru da, benim aylardır sorduğum, “Tayyip Erdoğan olmayacaksa Cumhur İttifakı kimi cumhurbaşkanlığına aday gösterir?” sorusudur.
Millet İttifakı hafiften konuya girmiş oldu.
*Bu yazı ilk olarak Fehmi Koru’nun kendi sitesinde yayınlanmıştır.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***