İşkence gördüğü Kırıkkale Cezaeviniden 9 ay önce Afyon 1 Nolu T Tipi Cezaevine nakledilen eski Yargıtay üyesi Hüsamettin Uğur’a uygulanan tecrit ve salgın nedeniyle görüş kısıtlamaları devam ediyor. Cezaevinde geçirdiği 5.5 yılın büyük bir kısmını tek kişilik hücrede geçiren Uğur, yaşadığı hak ihlallerini duyurmak için kamuoyuna açık bir mektup yazdı.
Hüsamettin Uğur’un, ‘Adaletin tecellisi için değil, adaletsizliğin tescili için’ kaleme aldığını belirttiği mektubunun tam metni şöyle:
İnsan Hakları ile İlgilenen Bütün Kurum ve Kuruluşlara, “İnsanım” diyen herkese açık mektup…
Cumhuriyet savcısı olarak 1993 yılında göreve başladım. 1999 yılında Yargıtay Tetkik Hakimi olarak görevlendirildim. 12 yıl sonra Yargıtay üyesi seçildim (Şubat 2011’de). 6 yıllık yüksek mahkeme üyesi iken 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi üzerine “terör örgütü üyesi” olmak iddiasıyla hakkımda soruşturma açıldığını öğrendim. Bu bilgiyi, daha darbeciler Ankara semalarında uçarken, bomba atarken Televizyondan edindim. O gün cuma idi. Yargıtay’daki mesaimi bitirmiş, devletin tahsis ettiği servisle, yine devletin tahsis ettiği lojmana (konuta) giderken, birkaç saat sonra “terörist” ilan edilmiştim!..
Hakkımda Yargıtay Kanunu’na göre soruşturma yapılması gerekirken, görevsiz ve yetkisiz olan (Bkz; AİHM Alparslan Altan Kn) Ankara C. Başsavcılığı soruşturma yaptı. Yapılan bütün adli işlemler (gözaltı, arama, tutuklama, sorgu v.s.) kanuna ve hukuka aykırı idi.
Olağanüstü Hal rejimi altında, OHAL kararnamesi ile görevlendirilen mahkemede (Yar. 9. Ceza Dairesinde) yargılandım. Dava açılıncaya kadar dosyadaki bilgi-belgeler için GİZLİLİK kararı alınmıştı. Hakkımdaki hiçbir belgeye, delile ulaşamadım. Dava açılıp gizlilik kararı kalkınca görüldü ki meğerse gizlilik kararı, dosyada suçlamaya dair hiçbir delilin olmadığını gizlemek içinmiş!…
18 temmuz 2016 günü evimde gözaltına alındım, 20 Temmuz’da tutuklandım. 80 gün Sincan Cezaevinde toplu koğuşta kaldım. 9 Ekim 2016 günü Kırıkkale Keskin Cezaevine nakledildik ve doğrudan tek kişilik odalara konulduk. Cezaevi yeni açılmış, hatta kabulü bile yapılmamıştı. Odadaki inşaat atıklarını (molozları) kendimiz temizledik.
Tekli odada tutulma gerekçesini sorduğumuzda “Adalet Bakanlığının talimatı” denildi. Oysa bakanlığın böyle bir yetkisi yoktur. Bunun üzerine cezaevi idaresince tekli odaya yerleştirilmişiz gibi bize kararlar tebliğ edildi.
Keskin’de 4 yıl 4 ay boyunca tek kişilik odada tutuldum. Günün 24 saatinin sadece 2 saatini avluda geçiriyorduk. Bakanlığın gizli talimatı ile hiçbir eğitim, kültür, sanat programı ve etkinlikten yararlandırılmadık. Tekli odada tutulmaya uygun olup olmadığımız ve psikolojimiz hiç gözlenmedi. Maksat, bunaltıp olmayan suçun itirafçısı yapmaktı. Nitekim çok kişi tekli odada “itirafçı-iftiracı” oldu!
Sulh Ceza Hakiminin kararına göre bizler ”dünyanın en tehlikeli terör örgütünün üyeleri”idik! Bu nedenle ağırlaştırılmış müebbet mahkumlarıyla aynı hatta daha ağır şartlarda tutuluyorduk. Tutuklu statüsünde iken bile avukatlarımızla gerektiği gibi görüşemedik. Görüş yerinde kamera tepemizde , bir memur yanımızda idi.
Keskin’de 7-8 ay boyunca kurum kütüphanesinden kitap verilmedi. Yanımızdaki şahsi kitaplarımıza bile el konuldu, aylarca verilmedi. Avluya çıkarılıp odaya getirilirken günde en az dört kez elle yoklanarak, ayakkabımız çıkarılıp silkenerek arandık. Geceleri ışıklar bazen yarım, bazen saat başı açılır kapatılırdı. Avlunun dört tarafı ve zemini betondu. Yağmurdan, kardan, güneşten koruyacak siperlik v.b. şey yoktu. Yorulunca oturacak bir şey (sandalye, bank, tabure) yoktu. Gökyüzüne bakmamız bile çok görüldü ve tel örgü ile kaplandı.
Keskin’de iken 3. yılda Adalet bakanlığının hakkımızdaki “GİZLİ” nakil yazısından haberdar olduk. 7.10.2016 tarihli CTE Genel Md.nün yazısında sadece naklimizin sağlanması değil, birçok hukuka aykırı talimat da mevcuttu (Her türlü görüşme ve iletişimimizin denetlenmesi, kaydedilmesi ile Bakanlık ve Başsavcılığa bildirilmesi… gibi hukuka aykırılıklar içeriyordu.)
Bu yazıyı Cezaevi Müdürlüğü ve Bakanlık, taleplerime rağmen vermedi. Bir örneğinin İnfaz Hakimliğinde bulunduğunu öğrenince buradan talep ettim, verilmedi. İtiraz üzerine Ağır Ceza Mahkemesi verilmesine hükmetti fakat kesinleşmiş mahkeme kararına rağmen yine verilmedi! Kurumu hakime şikayet edip 5 ayrı dilekçeden sonra verilebildi!
Cezaevi kantininde satılan birçok ürünün bize satışı yasaktı. (çamaşır ipi, semaver veya çay makinası v.b.) 18 ay boyunca, demirbaş olarak verilmesi zorunlu plastik masa bile verilmedi. Yüzlerce sayfa dilekçeyi plastik sandalyede oturup, sünger yatak üzerinde yazdım. Bel ve boyun ağrılarım dayanılmaz olmuştu.
Keskin’de iken gözümüzün önünde adli mahkumların odalarına girilerek, ya da kamerasız odalara götürülerek dövülürdü. Bu durum pervasızca, süreklilik arzedince, mektuplarımda yazdım, avukatıma bildirdim. 3 ayrı mektubuma el konuldu, telefonda anlatmaya başladım, iletişimden (haberleşmeden) men cezası verildi. Çeşitli bahanelerle üst üste 4 ayrı disiplin soruşturması açıldı, ziyaretten men ve hücre hapsi cezası da verildi. Tutanaklar sahte, beyanlar yalandı, İnfaz Hakimi tüm cezaları iptal etti. Maksat gözdağı vermek, yıldırmak, işkence ve kötü muameleleri kamuoyuna, savcılığa bildirmemi engellemekti.
Cezaevi Savcısı ile görüşüp, olanları anlatmak için iki ayda 3 dilekçe yazdım, dilekçelerim savcılığa ulaştırılmadı. 3. dilekçeyi yazdığım gün kamerasız odada darpedildim, tehdit edildim. Kurum doktoru, apaçık görülen yara berelere rağmen “darp cebir yoktur” diye rapor düzenledi. 4 yıldır yüzünü görmediğim kurum 1. müdürü suç faillerini etrafına toplayıp, beni çağırdı ve “akıllı dur, yoksa tehlikeli mahkum olarak damgalanırsın, infazın bitmez” diyerek tehdit etti…
Darpedilmem ile ilgili şikayetim hakkında Keskin ve Kırıkkale Başsavcılıkları 5 ay boyunca sessiz kaldılar. Olayı ziyaretçilerime açıklamak zorunda kaldım. Adalet bakanı ve CTE Genel Müdürünün şahsına kapalı zarfta mektup yazıp olayları bildirdiğim halde, ilk başta olayı inkar ettiler. Konunu Mecliste (TBMM’de) ve sosyal medyada gündeme gelince, Keskin Savcılığı alelacele (bir haftada, elinde ateş topu varmış gibi) ifadeleri alıp, takipsizlik kararı verdi. Konu halen bireysel başvuru sonucu AYM önündedir.
Keskin’de ne can güvenliğim ne de hukuk güvenliğim yoktu. Adalet Bakanlığından Sincan’a naklimi talep ettim. (eşim ve çocuklarım Ankara’da oturmaktadır.) Bakanlık nakil talebimi reddetti (Talep ettiğim cezaevlerinin bir kısmı yeterince dolu, bir kısmı da yeterince dolu olmadığı için!..) Nakil talebinde, Sincan (Ankara) olmayacaksa Keskin’de kalmaya razı olduğumu belirttim. Ancak bakanlık birkaç ay sonra, 2.2.2021 tarihinde beni Afyon’a (1 nolu T Tipi Cezaevine) nakletti. Burası Ankara’ya 3-4 saat mesafede olup, ziyaretçilerimin gelip gitmesi maddi-manevi sıkıntı oluşturmaktadır.
Afyon’da da tekli odaya yerleştirildim. Bu konuda bugüne kadar bir karar (gerekçe) de tebliğ edilmedi. İlk 3 ay tek başıma, günde 1 saat avluya çıkarıldım. Etrafımdaki tüm mahkumlar cinayet hükümlüsü (ağırlaştırılmış müebbet) idi. 6 aydır da kendi suç grubumdan bir mahkum (eski C.savcısı) ile günde 2 saat şeklinde avluya çıkarılıyorum.
Gerek Keskin, gerek Afyon’daki tekli odalar fiziki olarak yeterlidir (12 metre kare). Ancak AİHM’nin referans kabul ettiği Avrupa Konseyi İşkence ve İnsanlıkdışı veya Onurkırıcı Muamelenin veya Cezanın Önlenmesi Komitesi (CPT)’nin belirlediği standartlara göre, tekli odalarda tutulan mahkumların günün önemli bir vaktini oda dışında (Atölye, sınıf v.b.) geçirmeleri gerekir. Bu süre yaklaşık 8 saat olmalıdır. Burada da avlularda sıcak, soğuk ve yağıştan koruyacak siperlik yoktur. Yorulunca oturacak bank yoktur. Sandalye ve tabure gibi şeyleri çıkarmak yasaktır. Bu haller gayri insanidir, hak ihlalidir.
Pandemi nedeniyle iptal edilen açık görüşler 19 aydır yaptırılmamaktadır. Hatta her hafta yaptırılan kapalı görüşler bile sadece ayda 2 kez yaptırılmaktadır.
Telefon ve ziyaretler hafta içi günlerde olduğu için öğrenci olan küçük kızımla telefonda konuşamıyorum (tam gün okuldadır.) Ziyaretime ise okulunu, derslerini ihmal etme pahasına bazen gelebilmektedir. Ziyaret süresi, kanun ve yönetmelik değişikliğine rağmen eskisi gibi 40 dk olarak uygulanmaktadır. (Asgari süre 30, azami süre 90 dakikadır). Keza, Kanun ve Yönetmelikle çocuğu öğrenci olan mahkumlar için ziyaret ve telefon günlerinin haftasonu veya uygun saatlere alınması yönünde düzenleme yapılmasına rağmen, bunlar kamuoyuna yönelik “imaj tazelemede” kullanılan algı operasyonundan öteye gitmemiştir. bu yöndeki taleplerim kabul edilmemiştir.
Kurum kütüphanesi çok yetersizdir. 15 günde 2 kitap verilse de artık okuyabileceğim kitap neredeyse kalmamıştır. Yasal düzenlemeye rağmen Halk kütüphanesinden yararlanamıyoruz. (9 ayda 2 kez dilekçe alındı, bir kez kitap verildi !..)
Pandemi gerekçesiyle ziyaretçiden kitap kabul edilmemektedir. (Ama kıyafet alınmaktadır!) Kargo ile gönderilen kitaplar ise “hediye” sayılmakta ve sadece 2 ayda bir (ve dini bayram ile doğum günlerinde) 1 adet olarak kabul edilmektedir. Aslında bu uygulama yeni çıktı. ilk 6-7 ayda kardeşlerim kargo ile 20 kitap gönderdi, hepsi verilmişti. Son gönderilen 6 kitaptan ise sadece 1 tanesi verildi!..
Üç ay üstüste dergi talebim karşılanmadı ve gerekçede bildirilmedi. (Dergiler sadece kurum vasıtası ile temin edilmektedir). Günlük gazete aboneliği aylık periyotlarla yapılıyorken EKİM ayı itibariyle sonlandırılmıştır, gerekçe de bildirilmemiştir. Böylece “aptal kutusu” da denilen televizyona “mahkum” edilmiş durumdayız.
İnfaz Kanunu’nun birçok maddesinde, bireysel ve grup halinde iyileştirmeye, topluma kazandırmaya yönelik sosyal, kültürel faaliyetler, kültür-sanat programından yararlandırılmamız öngörülse de hiçbir etkinlik ve faaliyet sözkonusu değildir.
Toplu koğuşlarda kalan mahkumlar gün boyu bahçeden yararlanmakta, ayrıca kapalı spor sahası ile halı sahadan da yararlandırıldıkları halde, biz günde sadece 2 saat bahçeye çıkarıldığımız halde bu imkandan yararlandırılmıyoruz. (Bu yönde birçok dilekçe yazıp, görüşmelerde ifade ettiğim halde, sadece “evet, haklısın…” cevabı verilmiştir!..
Başmemur, bahçe arkadaşım ile bana “toplu koğuşa alınma” konusunda fikrimizi sorsa da, kabul edemedik. Çünkü sadece ikimizi bir koğuşa koyacaklardı! Oysa koğuş denilebilmesi için asgari 3-5 kişi olmalıdır ki sohbet edilebilsin, konuşulsun, toplu etkinlik, sosyalleşme sağlansın. Bu haliyle (tekli odada iken) 4-6-8 kişi ile konuşma imkanı varken, 2 kişi olarak koğuşta 3. bir kişinin sesini bile duyamayacağız. Bu itibarla, yapılan iyi niyetli bulunmamıştır.
Afyon’da yaşanan diğer hak ihlallerini, sıkıntıları daha fazla yazamıyorum. Çünkü mektubumun gönderilmeyeceği, hukuka aykırı gerekçelerle el konulabileceği endişesi taşıyorum. Bu gibi şikayetleri içeren dilekçelerim İnfaz Hakimliğine gönderilmemiştir!.. Cezaevi Müdürlüğüne yazdığım birçok dilekçede de belirttiğim husus şudur ki; dilekçe ve şikayet, anayasal bir hak olduğu halde (m.74); tehdit olarak algılanmakta ve açık dilekçeler inkar edilmekte, işleme konulmamakta, müracaatımı belgelendirmek için fotokopisini talep ettiğimde verilmemektedir. Dilekçelere cevap vermek, adeta bir “TENEZZÜL” meselesi gibi görülüp, cevap verilmemektedir.
İnsan hakları ile ilgilenen kurum ve kuruluşlara iletmek üzere yazdığım bu mektubun (dilekçenin) gönderilmeyeceği endişesiyle birden fazla nüsha yazdım. Engellenirse, avukat görüşmesinde veya avukata kapalı zarfta verilecek (gönderilecektir.) bu da engellenirse, telefonda okunarak kayda geçirilecektir. Dilekçe yazmaktan -inkar edildiği için, birden fazla nüsha yazmaktan- ellerim, parmaklarım nasır bağladı…
Birçok başvuru yaptığım AİHM’den de bir beklentim kalmadı. Makul sürede yargılanma ilkesinin ihlal edildiği yönünde kendisi içinde karar verecek midir? 5-6 yıldır onbinlerce başvurudan kaçı karara bağlandı? Cezamızın infazı bitmek üzere iken (çok kimsenin infazı bitmişken) daha haksız tutukluluk başvuruları bile karara bağlanmamıştır.
5.5 yıldır cezaevinde “esir” tutulan, sistematik işkenceye maruz kalan eski Yargıtay Üyesi babam Hüsamettin Uğur’un insan haklarıyla ilgilenen bütün kurum ve kuruluşlara, “insanım” diyen herkese açık mektubudur @adalet_bakanlik @TCYargitay pic.twitter.com/VQZ8WUNHOs
— Nalan Dilara Uğur (@nalandilora) November 6, 2021
İnsanlık onuru çiğnenirken, nerede insan hakları savunucuları, sivil toplum kuruluşları?.. Bir kedi, köpek, penguen, kaplumbağa, fok için ayaklanan “insancıl” insanlar nerede?.. Fakülteye “eşek sıpası” getirip, uygulamalı ”hayvan hakları” dersi veren “insan”lar nerede? Yıllarca hristiyanların engizisyon zulmünden bahseden ama müslümanın müslümana yaptığının engizisyonu aratmadığını göremeyen “bakarkörler” nerede?
Diğer dilekçeler gibi bu dilekçe (açık mektup) da adaletin tecellisi için değil, adaletsizliğin tescili için yazılmıştır. Allah var gam yok…
Hüsamettin UĞUR T Tipi 1 No’lu Cezaevi – AFYON
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***