YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN
Yıl 2002. Tarih, Mayıs’ın 22’si. Bundan neredeyse 20 yıl önce. Ecevit başbakan. Rahatsız. AKP genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisinin grup toplantısında konuşuyor. Başbakan Bülent Ecevit’in rahatsızlığına ilişkin bazı açıklamalar yapıyor. Başbakan’a rahatsızlığı üzerinden bindiriyor. Bel altına vuruyor.
Erdoğan şöyle söylüyor: “Artık bir kişi değil, hep beraber, bütün yetkili organlar ve kurumlar olarak, gerçeği kabul etmeli ve söylemeliyiz. Şunu açık ve net olarak söylemeliyim. Ecevit, Türk siyasi hayatının kilometre taşlarından bir tanesidir. Bizim katılmadığımız çoğu tezlerine, eleştirdiğimiz eksikliklerine rağmen, ülke siyaseti için önemli bir devlet adamı olduğunu kabul etmeliyiz. Lakin Ecevit’e yönelik takdir duygularımız, bugün Türk siyaseti için ortaya koyduğu son derece zararlı uygulamaları eleştirmekten bizleri alıkoymaz. İnsani takdirlerimiz, siyasi tenkitlerimizin önünü kapatmamalıdır. Şu anda ise çok vahim bir durum var ortada. Artık açıkça anlaşılmıştır ki, Ecevit, ciddi bir şekilde rahatsızdır ve başbakanlık görevini yapamayacak durumdadır. Ecevit, siyasi teamülleri, yasaları, Başbakan da olsa bireylerin millete ve devlete karşı görev, sorumluluk ve saygı gereğini göz önüne alarak derhal istifa etmelidir. İstifa ederek, ülkenin önünü açmak, tıkanan siyasetin ve devlet organlarının yeniden normal hale dönmesine fırsat vermelidir.”
Erdoğan devam ediyor: “Türkiye şu anda başsızdır, başbakansızdır. Kimsenin her ne gerekçe ile olursa olsun, Türkiye’yi başsızlığa ve başbakansızlığa mahkûm etmeye hakkı yoktur.” Önündeki notlardan başbakanın görevlerini düzenleyen kanunu okuyor. Sonra ekliyor: “Ecevit bu görevlerinin hiçbirini yerine getiremiyor.” Erdoğan’a göre Ecevit’in makamının hakkını veremediği görülmektedir. Bu durum ülkeye zarar vermektedir. Bu nedenle Ecevit, başbakanlığı daha fazla işgal etmeden, hem istifa etmeli, milletin gündeminden çekilmelidir. Erdoğan’ın görüşüne göre, “Ecevit’in Başbakanlığa bu kadar devam etmeye mecbur kılmak da ancak kendisine karşı büyük bir haksızlık olacaktır. Sağlığı yerinde olmayan, görevini yerine getiremeyecek bir kişiden, sağlıklı bir vatandaştan beklenen işler beklenemez”.
Aynı konuşmada Erdoğan, Ecevit’in rahatsızlığı bağlamında şunları söylüyor: “Türkiye bugün itibarıyla, dünyanın en istikrarsız ülkelerinden biridir. Ekonomide, program hedeflerine ulaşabilmek için en önemli unsur güven ve istikrardır. Türkiye (şu an) Arjantin ve Venezüella’dan sonra dünyanın en istikrarsız ülkesidir.”
Erdoğan, Ecevit’in ABD başkanı Clinton’la görüşmesi esnasında, Clinton’ın kanepenin arka kenarına dayanıp, enformel biçimde Ecevit’le sohbet etmesi ve Ecevit’in bir fotoğraf karesinde ellerini önden kavuşturmuş gibi bir beden diliyle kameralara yakalanmasını da yine suiistimal ediyor, “Poposunu trabzana dayıyor, o da (Ecevit’i kast ederek) karşısında el pençe divan duruyor” diyordu.
Bu konuşmayı okuyunca kendi kendime düşündüm. Hayat ne kadar garip? Bir o kadar da adil. İyi insan olmak işte bu nedenle önemli! Sen başkalarını nasıl yargılarsan, insanlar da seni aynı şekilde yargılar. Yargılama ki yargılanmayasın. Adaletten uzaklaşma ki, insanlar da sana adaletle yaklaşsın.
Özellikle toplumun gözü önünde olan, uzun yıllar gündemde kalan insanlar için, en başta da siyasetçiler ve devlet adamları için, ağızlarından çıkan her kelimenin ve cümlenin, önce bir sarraf titizliği ile tartılması lazım. Gündelik siyasetin anlık fayda beklentileri ve fırsatlarına göre hareket edince, tarih mahkemesinde kötü not almak kaçınılmaz. Boksörün bel altına vuranının yuhalanması gibi, siyasetçinin de rekabeti bir centilmenlik dâhilinde, incitmeden, kişiselleşmeden, seviyeyi koruyarak yapabilmesi önemli. Bir İslamcı ve güç bağımlısı lider söz konusu olduğunda, çok şey istediğimi biliyorum elbette. Çok da umrumda değil açıkçası. Sonuçta herkesin etik standartları farklı ve Türkiye toplumunda ahlaki-moral değerler çoğu zaman apış arası dışında bir anlam ifade etmiyor. Dahası siyasette kandırmanın ve manipülasyonun ön planda olduğu şarki “ilm-i siyaset” anlayışı, içinde gerçek ahlakı barındırmıyor, hatta onu bir tür aptallık olarak, saflık olarak, siyaseti bilmemek olarak değerlendiriyor.
Yere düşene tekme tokat girişme geleneğinin normal kabul edildiği Türkiye ortamında, rakibe ve özellikle onun elinde olmayan bedensel zafiyetine hürmet etmek, onun hukukunu korumak, onun izzetini çiğnememek, zafiyetini fırsat olarak görmemek, sanırım fazla büyük beklentiler. Bundan 20 yıl önce Erdoğan’ın saygısız çıkışını bıyık altı gülerek anlatan, Ecevit’in titreyen ellerinin, yürürken dengesini koruyamamasının, dik duramamasının, tiklerinin, kekelemesinin ve dil sürçmelerinin makarasını yapanlar, onun hastalığından siyasi zafer umanlar, onun rahatsızlığını alaşağı etmek istedikleri sistemin tarih olmak üzere olmasıyla özdeşleştirenler, bugün Ecevit’in sağlık durumundan çok da farklı olmayan bir bedensel rahatsızlık ve yorgunluk hali içinde!
Erdoğan yabancı devlet adamlarıyla askeri selamlama törenlerinde on metre düz yürüyemiyor. Koskoca, ihtişamlı sarayının dik merdivenlerinden, korumasının yardımı olmaksızın, eşinin kolunu tutmadan inemiyor. Kameralar karşısında anlık olarak bilincini kaybediyor, uyukluyor. Önünde metin olmaksızın mantıklı konuşamıyor. Algılarının zayıfladığı, olayları muhakeme yetisinin gözle görünür biçimde zayıfladığı dikkatlerden kaçmıyor. 29 Ekim tebriklerini alırken yorgunluktan her an yığılıverecekmiş gibi duruyor. Vücudu açıkça yalpalıyor. Tören sonrasında, alışık olunmadık şekilde, en kısa yoldan, bayrakların ve mekânı çevreleyen kordonun arasından geçmeye çalışarak, korumalarının devreye girmesiyle tören alanından uzaklaşıyor. Erdoğan, 2002’de Bülent Ecevit’in durumu neyse, bugün aynı durumda!
Bazıları bumerang etkisi diyor. Bazılarıysa karma. Siz belki etme bulma dünyası dersiniz. Birileri de Allah’ın sopası der. Ben bunların hiçbirini deme taraftarı değilim.
Olan şudur: Hasta bir şahıs var. Devletin başındadır. Gerçi devlet bırakmadı ortada, o da başka bir meseledir! Onun, bir ülkenin milyonlarca mazlumu ezen rejimin başı ve bir numaralı sorumlusu olması önemli olmalı. Ülkenin hukuk sistemini felce uğratmış olması, ülkenin anayasasını fiilen iptal etmiş olması, Türkiye’yi dünyada en çok gazeteciyi hapseden bir ülke konumuna düşürmüş olması önemli olmalı. Ülkenin ekonomisini sıfırlaması, yolsuzluklarla anılan ve gri listeye düşürülen bir ülke olmasının bir numaralı sorumlusu olması önemli olmalı. Türkiye’yi cihatçı teröristlerle işbirliği yapan, cihatçıların fink attığı bir ülke durumuna düşürmüş olması önemli olmalı. Yazarları, akademisyenleri, aydınları hapseden bir diktatör olması önemli olmalı. Osman Kavala’yı, Selahattin Demirtaş’ı, Can Dündar’ı, Mümtaz’er Türköne’yi, Sedat Laçiner’i, Vedat Demir’i, Barış Akademisyenlerini, Kürt vekilleri ve belediye başkanlarını zulme uğratan insan olması önemli olmalı. Türkiye’nin AB sürecini sabote etmiş olması önemli. Ülkeyi Rusya’nın kucağına oturtmuş olması, Suriye’de, Irak’ta, Libya’da, Karabağ’da, yurt içinde binlerce insanın hayatını kaybetmesinden, yaralanmasından, travmaya uğramasından sorumlu olması önemli olmalı.
Çökmekte olan devletin başındaki yaşlı şahsın ayakta duramayacak kadar takatten düşmüş olması ağır hasta olması çok önemli olmamalı. Onun, bu çöküşün baş sorumlusu olması önemli olmalı.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***