YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN
Türkiye uzun zamandır ekonomik krizle anılıyor. 2013’ten sonra bozulan ekonomi yönetimindeki disiplin, aslında çok garipsenecek bir şey değildi. Ülkede meydana gelen siyasal çalkantıların yarattığı belirsizlikler, elbette ki ekonominin genel atmosferini olumsuz etkileyecekti. Suça bulaşan, yolsuzluklarla anılan bir yönetim olduğu bilinse de, kimse bu suça batmış muhteris kifayetsizlerin bir sivil darbeyle ülkenin kaderini geri dönülmez biçimde değiştirebileceğine ihtimal vermiyordu. Güçler ayrılığını bitirip, yargının yetkilerini gasp ettiler. Düşünün ki hırsızlar kendilerini yakalayacak polis, yargılayıp yasaların gereğini yapacak mahkeme bırakmadılar. Olan buydu.
Bunun küçük ölçekte olduğunu düşünün. Bir mahallede bir anda suç patlaması yaşanıyor. Ortalık yankesici, it-uğursuz doluyor. Serseriler sokaktan geçenlerden haraç alıyor. Suçlular mahallede görev yapan polisleri gerek güç kullanarak, gerekse de onlara pay vererek kendilerine bağlıyor. Her gün kanunsuzluklar, düzensizlikler, şiddet, vurgun gözle görülür biçimde artmakta. Söyleyin, bu mahallede esnaf kalır mı? İnsanlar gelip burada alışveriş yapar mı? Ev alır ya da kiralar mı? Onu geçtim, bu mahalleye seyyar satıcı uğrar mı? Böyle bir durum gerçekten olsa, kimse o mahallede oturmak istemez. O mahallede ticaret biter. Esnaf oradan kaçar. İnsanlar o mahalleye uğramak istemez. Evi olan evini satar, elden çıkarır, gider başka bir yerde kendine ev alır. Kirada olan taşınır, gider başka yerde oturur. Dükkânı olan işini başka yere nakleder.
Türkiye aynı bu mahalle gibi!
2016’dan itibaren Türkiye’den ciddi bir yabancı sermaye kaçışı başladı. Bunu yerli sermaye izledi. İnsanlar paralarını güven vermeyen, tekin olmayan bir yerde tutmak istemez. Böylece milyarlarca dolar, hızla başka ülkelere aktı. Bunu beşeri sermaye izledi. Eğitimli insanlarda ülkeyi terk etme eğilimi artmaya başladı. Bir taraftan takibat altına alınan eğitimli insanlar resmi veya gayriresmi yollardan ülke dışına akmaya başladı. Öğrenciler, olanak buldukça Avrupa’ya ve Amerika’ya gitmeye yöneldi. Eğitimsiz insanlar arasında bile Türkiye dışında yaşam kurma eğilimi inanılmaz oranlara yükseldi.
2016’dan bu yana kişi başı gayrisafi milli hâsıladan düşen pay düzenli olarak düşmeye başladı. Asgari ücretin reel – TÜİK’in manipüle ettiği değer değil, çarşıda ve mutfakta hissedilen – enflasyon oranının altında kalması kitleleri yoksullaştırdı. Buna Türk parasının değer kaybetme eğilimi de eklenince, yoksullar daha da fakirleşti, alım güçleri düştü. Yatırımlar durdu. Türkiye’de şube açan hizmet sektöründeki ünlü markalar birbiri ardına pazardaki paylarını küçültmeye başladılar. Derken bu da kesmeyince, kepenkleri kapatıp ülkelerine döndüler. İşsizlik artmaya başladı, ardından korkunç rakamlara ulaştı. Dış ticaret açığı arttı. Türkiye giderek ucuz işgücü cennetine dönüşüyordu. Fakat istikrarsızlık buna rağmen dış yatırımcıyı çekmiyordu. Ülke Avrupa liginden tümüyle koparak, Çin-Vietnam-Bangladeş ligine geriledi. Zenginlerle yoksullar arasındaki uçurum derinleşti. Yoksul daha fazla yoksullaşırken, varlıklılar daha fazla zenginleşti. Bir ayrıcalıklı İslamcı sermaye sınıfı ve İslamcı burjuvazi yaratıldı. Devlet çiftliğe dönüştürülerek, kamu kaynakları bu ayrıcalıklı yandaşlara aktarıldı. Devletin tepesindeki yönetici elit grup, bir otopark mafyası gibi, bu yandaşlardan rant elde etmeye ve bu rantı siyasi amaçları için kullanmaya başladı. Bu parazitlerden tokatlanan yüzdelerle yandaş bir havuz medyası oluşturuldu ve bilinçli olarak toplumun ilgisi ekonomiden tali ve magazinsel meselelere, yapay gündemlere, hayali düşmanlara yönlendirildi. Bunların tümü tek bir merkezden, en tepeden yönetiliyordu.
Ülkeyi kara para cennetine çevirerek bir süre bu ekonomik göstergeleri baskılamaya çalıştılar. Kısmen başarılı oldular. Yurtdışından kaynağı belirsiz para gelsin diye devlet birçok vergi ve servet affı çıkardılar. Nerede ne idüğü belirsiz iş varsa, oradan ülkeye para soktular. Ancak bu kaynak da elbette yetmeyecekti. Dünyanın en borçlu ülkelerinden biri olan Türkiye, borcunu çevirebilmek ve ödeme ritmini aksatmamak için yüksek faizli dış kredilerle, daha önceki alınan kredilerin ödemesini yapmaya başladı. Gemi çok ciddi su alıyordu, yan yatmaya başlamıştı.
Bu arada kitlesel tutuklamalar, ordunun tarumar edilmesi, akademisyenlerin kitlesel olarak atılması, yargıçların ve savcıların binli rakamlarda tutuklanması, yüz altmış bin kamu personelinin bir gecede vatan haini ilan edilmesi, yüzlerce gazetecinin demir parmaklıkların ardına konması gibi korkunç işler devam ediyordu. Türkiye demokrasi ve özgürlükler sıralamasında serbest düşüşe geçti. Mülkiyet hakkının yok sayılmasıyla beraber, devlet insanların taşınır-taşınmaz mallarına mülklerine el koymaya başladı. Birçok firmanın yüz milyarlarca dolar değerindeki gayrimenkulüne, döviz ve lira mevduatına el koydular, daha doğrusu çöktüler.
Bu arada Merkez Bankası’nın özerk yapısı da tıpkı yargı erki gibi yürütme erkine bağlandı. Devletin başındaki yönetici elitlerin gözü doymuyordu. Böylece Merkez Bankası’nın kur ve enflasyon politikalarına müdahale etmeye başladılar. Derken tümüyle baypas edip, ideolojik faiz indirimi takıntıları yüzünden kur dalgalanmalarına neden oldular ve Türk parası devalüe olmaya – yani değer kaybetmeye – başladı.
Bu satırların yazarı, 2015’te Kanada’ya geldiğinde bir Amerikan doları 2.70 YTL civarındaydı. Son birkaç haftada YTL, Dolar karşısında 8’lere, 9’lara, derken 10’lara çakıldı. Birkaç gün içinde 10’lardan 12’lerin sonuna doğru serbest düştü. 23 Kasım Salı günü sabah 13’ü test etti, bugün, yani bu yazı yazıldığı esnada, 24 Kasım günü, 13’ün biraz altında seyretmekte. Bakın bu işin şakası yok. Vahameti anlamak için ekonomist olmaya da gerek yok. Bu, Türkiye cumhuriyet tarihinin en büyük ikinci devalüasyonu. Buna aslında bir çöküşün başlangıcı demek daha doğru olur. Sadece Türkiye para birimi eriyip yok olmuyor. Ülkenin varlıkları yok oluyor. İnsanları korkunç bir gelecek bekliyor. Özgürlüklerden ya da demokrasiden bahsetmiyorum! Ekmekten bahsediyorum. Isınmaktan bahsediyorum. Başının üzerinde bir çatı olmasından bahsediyorum.
İşin kötü yanı ne biliyor musunuz? Bunun gibi ekonomik çöküş ortamları daha önce de oldu, ama o dönemlerde hep sorumlu bir iktidar vardı. Olan durum karşısında teşhis koydular ve ellerinden geldiğince durumu düzeltmeye gayret ettiler. Başarılı olamadıklarında, demokratik yollarla gittiler. Yerlerine yenileri geldi. Hatta bazen bu tür ekonomik gerekçelerin de etkisiyle sivil iktidarları deviren darbeler oldu. Bu berbat bir seçim de olsa, sistem bir şekilde kendi içinde iktidarı değiştirecek bir dinamik üretti. Böylece yeni dönemler başladı. Ülke elbette ara dönemlerde de, geçiş dönemlerinde de acılar çekti. Ama hiçbiri şu andaki kadar uzun sürmedi, süreklilik arz etmedi. Bunlar sivil darbe yaptılar ve devleti ele geçirdiler. Karşılarında ne sistem içinden demokratik yollarla kendilerini düşürebilecek bir güçlü muhalefet var, ne de sistemin vesayetçi denge mekanizmaları kaldı. Yani ne demokratik teamüllerle, ne de sistem için denge mekanizması olan asker-sivil bürokrasi etkisiyle gitme ihtimalleri yok. Hiç kimseyi dinlemiyorlar. Kendi içlerinde de rasyonel değerlendirme ve hatandan dönmelerine yarayacak denge unsurlarını kaybettikleri için, tek bir adama teslim olmuş durumdalar.
Bu durumun çok partili Türkiye politikasında gayet istisnai bir durum olduğunu bilmem söylemeye gerek var mı? Gözlerimizin önünde Türkiye çöküyor. Çöküşün başlangıcı çok hızlı oldu, frenlenmezse, kontrolsüz bir sert çarpma etkisi kısa zamanda hissedilecek gibi görünüyor. 2023’e kalmadan bu senaryonun gerçekleşmesinden korkuyorum. İnsanlara ne olacağı baştakilerin umurunda bile değil. İktidar mümessilleri ve bazı ensesi kalınlar, halka gerekirse aç kalınacağını, ama Libya’dan, Suriye’den, Mavi Vatan’dan vazgeçmeyeceklerini, bunun bir ekonomik kurtuluş savaşı olduğunu, dış güçlerin ve faiz lobisinin Türkiye üzerinde oyun oynadığını falan anlatıyorlar. Yani uçurumdan düşerken, esasında kendilerinin düşmediğini, uçurumun kayalık cephesinin hızla yükseldiğini iddia ediyorlar. Ya akıl sağlıklarını kaybettiler, ya da gayet bilinçli olarak ülkeyi yok ediyorlar.
Evet, çöküş başladı. Soru şu: Kritik momentum gelip, geri dönülmesi imkânsız nokta aşılmadan bu çöküş durdurulabilecek mi? Bu sadece devletle alakalı bir soru değildir, varoluşsal bir sorudur. Bu soru üzerinde düşünmek, bir hayat memat meselesidir. Umarım Türkiye açlıkla terbiye olmadan doğru yolu bulur. Ülkenin bunlardan bir an evvel kurtulması lazım.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***