YORUM | BÜLENT KORUCU
En yakından tanıdığımı zannettiğim lakin çözmekte en fazla zorlandığım siyasetçi Bülent Arınç diyebilirim. Hakkında yazdığım portreye ‘Bir çelişkiler yumağı’ diye başlık atmam bu yüzdendi.
Siyasetteki varlığını Erdoğan’a borçlu değildi. Sonradan alay konusu yapılan özgül ağırlığa gerçekten sahipti. Sıfırlanmaya direnmedi, direnemedi. Bu dirençsizlik arkadan gelenlerin daha kolay korkutulmasını sağladı. “Bülent Arınç bile karşısında tutunamadı” cümlesi kimilerine beynamaz özrü, kimilerine teslimiyet gerekçesi haline geldi.
Erdoğan’dan önce vardı; Türkiye’yi yönetecek güçlü lider figürü inşa edilirken en büyük katkıyı yapanlardandı. O lider bir otokrata dönüşürken ‘dur’ diyebileceklerden biriydi. Demedi, diyemedi. Onun sustuğu yerde konuşmaya kalkanları boğmak ve seslerini kesmek çok kolay oldu.
Türkiye’yi, Avrupa Birliğine taşıyacağına inanılan bir hareketin, AK Parti’nin mimarlarındandı. Emek verdiği, uğruna Necmettin Erbakan’a isyan bayrağı açtığı partinin aile şirketine dönüşmesine engel olabilirdi. Olmadı, olamadı. O viraneyi şimdi uyuşturucu ve ihale bağımlıları işgal etti. ‘Pudracı Kürşatlar’ cirit atıyor. Ülke uluslararası uyuşturucu ticaretinin merkezi haline geldi. Devlet eliyle, kamu üniformasıyla yapılıyor üstelik.
Politikayı ve konumunu kendisi ve yakınlarının çıkarı için kullanmayan ender isimlerdendi. Ne abartılı zenginleşme ne de devlet parasıyla israf eleştirisine muhatap oldu. Kamu kaynaklarının Erdoğan Ailesi ve bir avuç kifayetsiz muhterisin havuzuna akmasını durdurabilirdi. Havuzları oluşmadan kurutabilirdi. Yapmadı, yapamadı. Hırsızlık, parti rozetiyle elde edilen bir imtiyaz haline geldi. “Çalıyor ama çalışıyor” avuntusuyla başlayan süreç “çalmak için yaşıyor”a dönüştü.
Siyaset sınıfında ‘hakem’ olarak bilinenlerdendi. Farklı parti ve ideolojilerden insanların bile çoğu onun adil olduğuna inanırdı. Avukat olarak kamu otoritesine karşı bireyleri savunarak hayatı geçmişti. Adalet, bir saray türü haline gelirken, ‘hayır’ diyebilmesi beklenirdi. Sesi çıkmadı, çıkamadı. Yüzde 98 engelli gazi polis Bilal Konakçı, dördüncü evre kanser Ayşe Özdoğan, 83 yaşında yürümekten aciz Mehmet Emin Özkan ve hatta hücrede günde 15 kere acil butonuna basan Alzheimer hastası emekli orgeneral Çevik Bir’e ses olamadı. Onun boşalttığı hakemlik pozisyonuna Sedat Peker oturdu. Başka şey söylemeye gerek var mı?
Dindar muhafazakarların toplumda bir kredisi bulunurdu. O kredi bozuk para gibi harcandı, kişisel servete tahvil edildi. Bırakın toplumun diğer kesimlerini Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hırsızlık ve kibir çarkının dışında kalan dindarlar bile illallah etmiş durumda. İnsanlar dinden soğudu bunların yüzünden. Bu acı finali görmesi gerekenlerin başında geliyordu. Görmedi, göremedi.
Bülent Arınç, Gabriel García Márquez’in Kırmızı Pazartesi romanında anlatılan cinayetin tanığı, daha kötüsü önleyebilecekken önlemediği için sanığı olarak tarihe yazılacak. Neden göz göre göre gelen cinayeti engellemedi? Korku elbette ilk gerekçe ama mazeret değil. Kol kırılır yen içinde kalır anlayışı en acısı. “Bana ‘sağcılar cinayet işliyor’ dedirtemezsiniz!” demişti Süleyman Demirel.
Arınç da “İslamcılar hırsızlık yapıyor” dememek için mi bu kadar yıkımı görmezden geldi, yıkana destek oldu?
Bakalım belki bir gün bunların cevabını da verecek kadar cesaretini toplayabilir…
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***