Senkretik (bağdaştırıcı) bir inanç sistematiği içinde yer alan Alevilik İslam’ın dışında gözükmekte. Alevilik, özellikle resmileşmiş ve siyasetin aracı olarak kullanılmış Sünni inancıyla da örtüşmemekte.
Bu nedenle Aleviliğin İslamiyet’ten sapma (heterodoks) olarak nitelendirilmesi ve İslam’ın içinden, onun özü ya da bir yorumu olduğu iddiası gerçeği yansıtmamakta. Şeyh Bedrettin ve İbn-i Arabi Alevi olmamakla birlikte katı Sünni gelenekten koparak Alevi teolojisinin sistematik hale getirilmesinde önemli roller oynadılar.
Müslümanların Ali’si savaş, kadın, namaz, oruç, ahret inancı, kâfir, haram, helal anlayışıyla bir bütün olarak katı bir örnektir. Ali’nin öldürülmesinden sonra başlayan Şia-Sünni ayrışması aslında iki şeriatçı kesimin ayrışması olarak gözükmekte. Ali’nin izini takip edenler Şii Ortodoksluğunu oluşturdular.
Alevilik ise Şiilikten farklılık göstermekte. Anadolu Aleviliğinin Ali’ye yüklediği anlam Bâtıni felsefesiyle ayrı bir senteze ulaşmış durumda. Ali, 12 imam ve Kerbela bir kült olarak temel bir Alevi değeri olmakla birlikte semboliktir.
Musevilikte ve Müslümanlıkta Tanrı mutlak, cezalandırıcı ve müdahalecidir. Hıristiyanlıkta ise üçleme (teslis) vardır ve Tanrı dünyevi düzene daha az müdahildir. Baba, Oğul ve Kutsal Ruh olmak üzere Tanrının üç ayrı görünümü vardır ancak bu üçlemeden bir tek çıkar. İsa insandır ama aynı zamanda Tanrıdır.
Nitekim Doğu Kiliseleri (Ermeni, Süryani) bunu vahdet-i vücut düşüncesiyle bağdaştırır. Alevilikte “Hak, Muhammet, Ali” üçlemesinde Ali’nin kozmik ve aşkın bir anlamı vardır.
Bâtıni toplulukların Ali ile tanışmasından önce Tanrı-insan birliği yani Enel Hak anlayışı Hallac-ı Mansur ile dillendirilmiştir. Bu felsefenin temeli olan panteizm evrenin tek ruhu olan Tanrının fizik ve metafizik tüm varlıkları kapsadığını ve onların her zerresinde var olduğunu kabul eder. Yani her şey tanrıdır.
Bu inanç ilk olarak MÖ 5000’den itibaren Hinduizm’de görülür. Hinduizm’in bu düşüncesi Budizm’de de kendini gösterir. Enel hak anlayışı Hinduizm’in bu felsefesinden etkilenmiştir.
Ayrıca bu felsefe Batı’da da Antik Yunan’daki Yeni Platonculuk felsefesinde monofizizim-varlık birliği anlayışında yerini bulmuştur. Buna göre “evren varlığın maddelenmesi, insan ise konuşmasıdır” Yani her şey Tanrıdır, Tanrının değişik biçimlerde belirmesidir. Bu anlayışta yaratma değil, belirme vardır.
Tanrı evrendir ve ot, böcek yıldız, insan olarak görünür. Yaratan, yaratılan yoktur, sadece tanrısal bir var oluş süreci vardır. Mansur, enel-hak derken kendini Tanrılaştırmamakta, kendini Tanrıda yok etmektedir.
Bu nedenle Bâtıni düşünce, Musevi, Hıristiyan, Sünni, Şii her türlü ortodoksiden temel bir ayrımla Tanrıyla daha özgün ve daha özgür bir ilişki kurar. İşte bu düşünce, XV. Yüzyıldan başlayarak Ali’nin Anadolu Aleviliğine girmesiyle Ali’nin tanrısal özdeşliği olarak ortaya çıkacaktır.
İrene Melikoff, Ali’den başka Tanrı bilmem diyen Alevinin Ali’si ile gerçek Ali arasında dağlar kadar fark olduğunu belirtir. Alevilik İslam’ın bir mezhebi ya da tarikatı olmadığı gibi, Şiilikle de karıştırılmamalıdır.
Kul Himmet aşağıdaki deyişte Ali’nin nasıl algılandığını anlatır: “Bir ismi Ali’dir bir ismi Allah-İnkarım yoktur hem vallah hem billah- Muhammet Ali yoluna Allah eyvallah- Ben Ali’den gayrı er görmedim.” Virani ‘nin deyişinde vahdet-i vücut Ali’de cisimleşir: “Ali İncil, Ali Tevrat-Ali Zebur, Ali Kuran Ali Fazlü Rahman-Ali’dir sümme vechullah”
Aleviliği Sünni ve Şii inançlardan ayıran bir diğer önemli husus kâfir/mümin ayrımı üzerinden şekillenen egemenlik hiyerarşilerini, savaşları ve bu savaşların kutsanıp meşrulaştırılmasını, başka inançlara ve milletlere düşmanlık ve ötekileştirme aşılayan her türlü anlayışı ret etmesidir.
“72 millet birdir bize” eşitlik ve empati anlayışı içinde barışçı bir söyleme dönüşmekte. Yunus Emre tam da bu felsefenin özüne uygun olarak “Sen sana ne sanırsan/ Ayruğa da onu san” demekte.
Yunus tam bu noktadan evrensel barış için seslenir. ”Gelin tanış olalım/ İşi kolay kılalım/ Sevelim sevilelim/ Dünya kimseye kalmaz ve barış için nasıl bir dil kullanılması gerektiğini şöyle belirtir. ”Söz ola kese savaşı/ Söz ola bitire başı/ Söz ola ağılı aşı/ Bal ile yağ ede bir söz…”
Alevilik, inançların asimile edilmesini, savaş ve fetih yoluyla din dayatmasında bulunulmasını, boyun eğdirip haraç alınmasını kabul etmezken, kızıl börkün yanında tahta kılıç kuşanmayı sembol olarak kullanmıştır. Hükümranların zulmüne karşı çelik kılıcını kullanırken, kalıcı barış anlamında gücün çelik kılıcına karşı tahta kılıcı koymuştur.
Ancak Alevilik zulme karşı direniş hakkından vazgeçmemiştir. Haksızlığa, adaletsizliğe ve eşitsizliğe, zulme direniş bir kabul ve uygulamadır. Yunus yoksulların ezilmişliğini “Geçti beyler mürüvveti/ Binmişler birer ata/ Yediği yoksul eti/ İçtiği kan olmuştur” dizeleriyle ifade ederken; Dadaloğlu direnişi şöyle ifade eder: “Belimizde kılıcımız kirmani/ Taşı deler mızrağımız temreni/ Hakkımızda devlet etmiş fermanı/ Ferman padişahın dağlar bizimdir”
Aleviliği Kuran’ın içinden yorumlayıp anlatmak mümkün olmadığı gibi, Ortodoks Şii inancı üzerinden konumlandırmak ta doğru değildir. Alevilik, Şiilerle bazı kavramsal sembolleri paylaşsa da bunlara yükledikleri anlamlar farklı olup, Allah kavramına, siyaset-inanç-toplum ilişkilerine yönelik yaklaşımları birbiriyle örtüşmemekte. Sünnilik ve Şiilik bu bakımlardan birbirlerine daha yakın durmakta.
Kuşkusuz her inanç alanında olduğu gibi Aleviler içinde de ayrışmalar bulunmakta.1990’lı yılların başından itibaren Aleviler arasında alternatif görüşler ortaya çıkmaya başladı. 2004 yılında Aleviliğin kökenini Hititler’den önce Anadolu’da yaşamış olan Luviler’e dayandıran görüş Işık-Alevi hareketini başlatmış oldu. (Erdoğan Çınar- “Aleviliğin Gizli Tarihi” )
Işık-Alevî hareketi “Alevî” teriminin Luvi sözcüğünün Hitit dilinde “Işık İnsanları” anlamına geldiğini öne sürmekte. Bazı Osmanlı kaynaklarında belirli bölgelerde yaşayan bir kısım Alevîler için “Işık Taifesi” denmesi, Işık-Alevîlerine göre, Luviler ile Aleviler arasındaki bağı göstermekte.
Işık-Alevi düşüncesi, çoğu heterodoks grupların da baskının birer ürünü olarak ortaya çıktıklarını savunmakta. Günümüz Anadolu Alevilerinin tümünün de Osmanlı baskısından kurtulabilmek için İslami bir kılıfa bürünmeye mecbur kalan takiyeci gruplar olduklarını iddia etmekte.
Işıkçılar kendilerini ezoterikçi olarak görürken, Alevîliğin de ezoterizmin ta kendisi olduğunu savunmakta, kendilerini tarihteki bütün ezoterik inançlarla özdeşleştirmekteler.
Işıkçı-gelenekçi ayrışması Alevi camiasında derin bir fikir ayrılığına yol açmış durumda. Işık hareketi önemli ve güçlü Alevi kurumları arasında çok etkili olmayı başarmış, Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu, 2006 yılında geleneksel Alevilik anlayışını Işık-Alevi düşüncesine uygun bir anlayışla değiştirmiş durumda.
Alevilik İslam’ın içinden çıkıp gelmiş değildir. Bu nedenle Alevilik etkilendiği ve içine kattığı İslami sembol ve kavramlar da dahil tüm inanç sistemlerinin bağdaştırıcı sentezi içinden yani iç bütünlüğü üzerinden tanımlanabilir.
Kuşkusuz baskıcı tarihsel asimilasyon politikaları sonucu, ibadet kurallarına uymasa da kendini İslam’ın içinden tanımlayan Aleviler bulunmakta. Ancak bunu Alevilikten sapma olarak görmek daha doğru olur.
Kuşkusuz Aleviler kendilerini istedikleri gibi tanımlama hakkına sahipler. Demokratik-laik bir hukuk devletinde Alevileri tanımlama, ibadet yerlerini belirleme, zorunlu din dersine tabi tutma politikaları kabul edilemez.
AKP iktidarı, yeni bir Alevi açılımı adı altında Diyanet İşleri Başkanlığı benzeri bir “ Alevi cemaati başkanlığı” kurmayı ve dedelere maaş bağlamayı düşünmekte. Bu teşebbüsün kadim devlet geleneği doğrultusunda Sünni Müslümanlara yapıldığı gibi Alevileri tek tipleştirerek inançlarını devlet denetimine alma hamlesi olduğu açık. Alevilerin memur olmaya değil hak ve özgürlüklerinin hukukça güvenceye alınmasına ihtiyaçları var.
YARARLANILAN KAYNAKLAR :
Anton J.Dierl: “Anadolu Aleviliği”, Ant Yayınları, İstanbul, 1991
Cafer Solgun: “Alevilerin Kemalizm’le İmtihanı”, Hayy kitap, İstanbul, 2008
Claude Cahen: “Türkler Nasıl Müslüman Oldular”, Örgün Yayınevi, İstanbul, 2007
Erdoğan Aydın. “Kimlik Mücadelesinde Alevilik”, Kırmızı Yayınları, İstanbul, 2011
Esat Korkmaz: “Anadolu Aleviliği” Berfin Yayınları, İstanbul, 2008
Faik Bulut: “Ali’siz Alevilik”, Berfin Yayınları, İstanbul, 2007
Gülağ Öz: “On İki İmam ve Kerbela” Kültür Ajans Tanıtım Organizasyon, Ankara, 2013
İrene Melikoff: “Uyur İdik Uyardılar”, Cem Yayınevi, İstanbul, 1993
Nejat Birdoğan: “Anadolu’nun Gizli Kültürü-Alevilik” Kaynak Yayınları, İstanbul, 2003
“Anadolu Aleviliğinde Yol Ayrımı” Mozaik Yayınları, İstanbul, 1995
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***